Sevgili
Gezgin,
Otuzlu yaşların başındaydım. Solo seyahat yaparak Portekiz’den İspanya’ya, oradan da Fas’a geçmiş bir ay boyunca pek çok şehir görmüş, pek çok ilginç olay yaşamıştım. İsteseydim bu kapsamda bir tur bulamazdım. Oysa Lizbon, Sevilla, Malaga, Toromolinos, Tanger, Fas, Marakeş, Rabat ve Kazablanka’yı kapsayan bir yolculuk yapmıştım. Benim için çok farklı bir tecrübeydi. Tek kelimeyle muhteşemdi. Hele Fas, kokusu, dokusu, yaşam şekliyle çok ama çok etkileyiciydi. Başlangıçta kültür şoku yaşadığımı itiraf etmeliyim. Nasıl olmasın ki, Portekiz ve İspanya’nın ardından bambaşka bir dünyanın kapıları açılmıştı karşımda. İspanya’dan Fas’a yaptığım beş saatlik bir gemi yolculuğunun ardından diller, dinler değişmiş, zenginlikten yoksulluğa, bilgelikten cahilliğe akan bir serüvenin içinde bulmuştum kendimi. Gemiden çıkarken yanlışlıkla yaya yerine araç çıkışını kullanmamış mıyım, yaşadıklarım tahmin edeceğiniz üzere tam bir felaketti. Kamyonlar, otobüsler korna çalıp duruyordu. Nereden yürüyeceğimi şaşırmıştım. Limana vardığımda karşıma çıkan poturlu, sarıklı adamlar da işin tuzu biberi oldu. “Nerden düştüm buraya, geldiğim gibi geri mi dönsem.” diye düşündüm. Tabii ki yoluma devam ettim. Korkular bir süre sonra yerini şaşkınlığa, ardından da eğlenceye bıraktı. Çok keyifli bir seyahat olarak anılarımda yer almış, bugün bunu daha iyi anlıyorum.
Sevgili
Gezgin,
Her insanın tolerans sınırı farklıdır. Mesela ben Hint kültürüne kolay alışamadım. Allah’tan Hindistan’a gittiğimde tecrübeliydim. Yurt dışında ilk gittiğim yer olsaydı eminim büyük travma yaşardım. Onca yıllık tecrübeme rağmen döndüğümde yirmi gün kendime gelememiştim. Çok farklı bir kültürle karşılaşmış olmam, dillerini bilmemem başlarda seyahati çekilmez kılmıştı. Çünkü sistemin olmadığı, gelişmemiş bir ülkede konuşarak halletmeniz gereken pek çok şeyle karşılaşıyorsunuz. Avrupa’daki gibi adım başı bulabileceğiniz harita, broşür gibi bilgi kaynağı yok. İngilizce deseniz, herkes bilmiyor. Bir adres sorsanız karşılığında para istiyorlar. Google Amca da yok ki o yıllarda sorasınız. Dayanılmaz sıcak ve kötü yaşam koşulları da üzerine eklenince büsbütün çaresiz kalmıştım. Ancak vazgeçmedim gezmekten. Olumsuzlukları bir kenara bırakıp olumlu şeyler yakalamaya çalıştım. İnsan yeter ki istesin zor da olsa bulabiliyor. Her şey kötü değildi aslında. Mistik havası, farklı lezzetleri, müziği, doğasıyla etkiledi beni. Gün geçtikçe sevmeye başladım, insanlarına alıştım, sıcak bile rahatsız etmez olmuştu. Bugün anlıyorum ki her dakikası macera yüklü bir seyahat olarak ben de yer etmiş. Tecrübem şunu söylüyor: Her nereye gidersen git beklentini yüksek tutmayacaksın. Okumak, dinlemek başka şey; gezip, görmek başka…
Sevgili
Gezgin,
Yanına
alacağın eşyaların taşıyabileceğinden çok, ihtiyacından az olmaması gerekir.
Bir haftalık çanta ile bir aylık çantanın ağırlığı aynı olmalıdır. Aksi
takdirde çanta başına bela olur. “Neden bunca yükü yanımda getirdim?” der
durursun. Uçakta ilave bagaj ücreti vermek zorunda da kalabilirsin. Seyahatin
süresince süsü püsü bir kenara bırakarak işlevsel eşyaları yanına almak rahat
bir yolculuğun temel ilkesidir. Yirmili yaşlarımın başında Çanakkale’de gönüllü
çalışma kampında liderlik yapmıştım. Beş ayrı ülkeden katılımcılar vardı. İki
haftalık kamp süresince pek çok şeyi paylaşma fırsatımız oldu. Çok ucuza pek
çok ülkeye seyahat ettiklerini öğrendim. Oysa hepsi öğrenciydi. Küçük
harçlıklarla bile gezmeyi başarıyorlardı. En çok dikkatimi çeken hayatlarını
sadeleştirmiş olmalarıydı. Bu, giyim tarzlarına da yansımıştı. Basit
giyiniyorlardı, hatta eski kıyafetlerini giydiklerine şahit oldum. Az eşyayla
yola çıkmışlardı. Lüksmüş, gösterişmiş umurlarında değildi. Kitaplara
düşkündüler. Gezip görmek, farklı kültürleri tanımak vardı akıllarında ve
cesaret sahibiydiler. En önemlisi de buydu sanırım. Bu hiç değişmedi. Ne zaman
Sultanahmet’e gitsem, cıvıl cıvıl giyinmiş, kendi tarzlarını yaratmış Avrupalısı,
Amerikalısı büyüler beni…