Editör
ALİ SAMİ PALAZ
TABİİ EĞER MÜMKÜNSE
Yüksek bir dağ başında, fırtınaların şekillendirdiği asırlık yalnız bir ağaç görmüştüm. Ağacın bulunduğu yer sarp kayaların olduğu rüzgârın eksik olmadığı, iklim şartlarının ağır olduğu bir yerdi.
Ağacın tohumu buraya düşmüş ve her tohum gibi bu ağacın tohumu da büyüyerek filizlenmiş. Belli ki yüzeyde yel esiyor diye filizlenmekten vazgeçmemiş. Henüz cılız bir filizken esen rüzgârlar onu büyümekten alıkoymamış. Asırlık bir ağaç olana kadar nice fırtınalara, soğuğa, sıcağa göğüs germiş, fıtratı gereği kök salmış büyümüş dallanıp budaklanıp devasa bir ağaç olmuş. Ağacı görünce tüm bunları hemen anlıyorsunuz.
O rüzgârlar, fırtınalar ağacı eğip bükmüş. Fırtınaların, sıcağın ve soğuğun şekillendirdiği ağaç, diğer ağaçlardan farklı olarak gökyüzüne uzanmış. Bugün gözlerden uzak bir tepede yaşamını sürdürüyor. Artık dostu olan rüzgârlar onun tohumlarını etrafa yayıyor.
Ağaç kendini görmeye gelenlere hikâyesini anlatıyor. Pes etmemenin işe yarayacağını, hayat yolculuğunun zorluklarla dolu olsa da devam etmesi gerektiğini anlatıyor. Tohum vermek için direnmenin şart olduğunu hatırlatıyor. Toprağa düşen her tohumun filizlenmek istediğini ancak rüzgârlara dayanabilenlerin bunu başarabileceğini haykırıyor.
Gezgin gezmek ister. “Uçağım iptal oldu” diye yola düşmekten vazgeçmez. Gideceği ülkenin yemekleri damak tadına uygun değil diye seyahat etmekten geri durmaz. Öyle yaparsa gezgin olmaz, olamaz.
Demirci, “demir çok sert, neden fırıncının hamuru gibi kolay yoğrulmuyor?” diye demirciliği bırakmaz.
Var olan her şey mümkün olan en son zamana kadar varlığını devam ettirmek ister. Tabii eğer mümkünse…