
Telkâri, gümüşün eritilip tel tel sırma haline
getirilerek gümüşe ruh veren can veren usta ellerin meydana getirdiği kadim
sanat. Gümüş blokları haddelerden geçirilir, 14 mikron çapında inceltilen
tellerden ikisi birbirine sarılır, dövülür ve çalışmaya hazır hale getirilir.
Diğer yandan Mezopotamya ovasının köklü medeniyet ve kültürlerinin izlerini
taşıyan ince zekâların oluşturduğu tasarımlar, narin yüreklerin içinden geçerek
orada sanatın gerçek sahibi, gerçek sanatkâr olan “Hiçbir yere sığmam, yalnızca
kulumun kalbine sığarım” diyen Yüceler Yücesinin mekânından aşk ile süzülerek tellere
dökülür.
Kimisi imanın süsü olarak kolye olur
boyunlara… kimi “O Yüce Varlığın kölesiyim” diyene hızma olur. Bazısı “Dersimi
aldım, yolum O’nadır,” diyenin kulağına küpe olur. Kimisi de bezm-i elest de
verilen sözün nişanesi olarak yüzük olur parmaklara…
Tabi ki böylesi bir sanat,
peygamberler diyarı, medeniyetler beşiği Mezopotamya’dan dünyaya yayılır.
Bulunduğu coğrafyada bir telkâri yüzük gibi binlerce yıllık kültürel birikimi
bünyesinde barındıran Mardin’den… Mardin Kalesi bir telkâri yüzüğün taşı gibi
en tepede başı dik ve mağrur bir şekilde şehre yukardan bakar. Eteklerinde Kâsımiye
Medresesi, Eski Mardin ve Yeni Mardin yüzüğün halkası gibi birbirine bağlanır.
Eski Mardin’in taş evleri, dar sokakları sanki bir zaman makinasıdır. Sizi
binlerce yıl evvele götüren… Gördüğün bir taş yapının mistik dokusunun içinde
kaybolup, MÖ 4500 yıllarına bir yolculuğa çıkarsın… Sümerler, Akadlar,
Babiller, Asurlular… Sanki daha dün buradan taşınmışlar. Yolda karşınıza çıkan
bir Süryani, bir Arap, bir Türk entegre olmuş milletlerin muhteşem mozaiğinin
içinde bir ebru gibi gönlünüze ferahlık verir. Medeniyetlerin izi her adımda
karşınıza çıkar. Bizans, Pers, Selçuklu ve Artuklular iç içedir. Küçük bir
Osmanlıdır Mardin. Barış ve huzur içinde zengin mutfağı ve köklü kültürü ile
yaşayan bir tarihtir.
Kaleden inin. Eski Mardin’in
içlerine doğru 1. Caddede Kasım Tuğmaner Cami sizi karşılar. Taş döşeli yoldan
ilerleyin. Caminin çapraz karşısında 600 yıllık mirası üzerinde taşıyan
Zinciriye Medresesi tüm ihtişamıyla karşınızdadır. Tarihi dükkânlarda gönül
alınır, gönül satılır. Bu tarihi dükkânlardan birinin üzerinde mazrufunu belli
eden bir zarf gibi… İsmi içindeki derinliği yansıtan “Zümrüd-ü Anka Gümüşçülük”
tabelası sizi tüm sıcaklığıyla sarar. İsmin ve vitrindeki güzelliklerin gizemli
çekim kuvveti sizi içeri çağırır. Güneydoğu’nun ali cenap, sevecen ve güler
yüzlü bir esnafı sizi karşılar. Telkâri sanatının en genç ustası… Genç usta
size sanatını anlatırken siz bir efsanenin kahramanı olup, zaman ötesinde bir
yolculuğa çıkarsınız. Efsane Zümrüd-ü Anka, hikâyesi ise şöyle: Zümrüd-ü Anka
kuşu efsanede bilgi ağacında yaşamaktadır. Çok bilgin, kültürlü bir kuş olarak
herkes tarafından saygı görmektedir. Özellikle kuşlar âleminde ters giden bir
şeyin çözümünü Anka kuşu bilir. Günün birinde Anka kuşu birdenbire ortalıktan
kaybolur ve diğer tüm kuşlar onu aramak için yollara düşer. Anka kuşunun Kaf Dağı’nda
olduğu anlaşılır. O dağa ulaşmak için çok sayıda zorlu vadiyi geçmek gerekir.
Bu vadiler, istek, aşk, marifet, hayret, tevhid ve yokluk vadileridir. Kuşlar
bu vadileri aşmakta zorlanır ve birer birer dökülerek Anka’ya ulaşmaktan
vazgeçerler. Tüm bu kuşlar içinde yalnızca 30 kuş Kaf Dağı’na ulaşabilir.
Efsaneye göre Anka’yı uzakta aramak
yanlıştır. Sabreden ve emek veren herkes inanışa göre kendi Anka kuşunu
bulabilir. Telkâri ustası Ali İmran ACABEY kendi Anka kuşuna ulaşabilen ender
insanlardan biri… Genç yaşı ve yaşadığı onca zorlu hayata rağmen Necip Fazıl
Üstad’ın dediği gibi:
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış”
Bu
düstur ile sanatında Zümrüd-ü Anka gibi gücün, sabrın, gayretin ve emeğin
neticesi olarak işini güzel yapan bir telkâri ustası olmuştur.
Telkâri sanatında gümüşün yolculuğu
da Zümrüd-ü Anka gibidir. Gümüş madenden çıkar, telkâri olup güzellerin
ellerinde hayat bulmak ister lakin yukarıda saydığımız, kuşların güzergâhı gibi
zorlu yolları geçmesi gerekir. Evvela gümüş istek duyacak telkâri olmaya, aşık
olacak o güzele ki, onun yanında yer alabilsin. Marifet ister ateşte eriyip
haddeye dökülüp kendi varlığından geçip tel tel olmak… Hayret eder kendine,
nasıl dayanıyorum bu hallere. Ama ‘Bir’lenmek için sevgiliyle, yokluk denizine
dalmak gerekir. Kendinden geçmek gerekir. Ustanın ellerine teslim olmak
gerekir. Usta kendine teslim olan gümüşü ateşte eritir. Haddeden geçirir. Kake gibi
kıvırır, büker, keser. Olmaz tekrar ateşe tutar. Şekil oluşur, sabitlenmesi
için tekrar yakar, kavurur… Sonra asite bırakır, bekletir. Gümüş sabreder
başına gelenlere, en son usta fırçayı eline alır, yanmış-yakılmış,
kıvrılmış-bükülmüş benliğinden geçmiş olan gümüş, birkaç fırça darbesi daha aldıktan
sonra artık maksada ermiştir. Telkâri olmuştur. Yârin boynunda, sevgilinin
parmağında en nadide yerini almıştır. Amaç hâsıl olmuştur. Gümüş uzun ve meşakkatli
bir yolculuktan sonra ‘Yâr’ ile ‘Bir’lenmiş, yâr ile yeniden var olmuştur. Yârda
kaybolmuş, Yâr ile var olmuştur.
Gümüşün bu yolculuğunda sanatını
icra eden genç usta Ali İmran ACABEY, ateş denizindeki mumdan geminin
kaptanıdır. Bazen ateşin efendisi olur, bazen gümüş elinde muma döner. Sonunda
vitrinde yerini alır nadide el sanatı ürünler. Hayatı kolay olmamıştır. Bir
maden kadar sert ve mert olan gönlü, ilahi aşkın ateşi ile erimiş gönül
dünyasını eserlerine nakşetmiştir. Kolyelerde vâv işi tasarımlarıyla kulluğun
tadına varmış yüzüklerde elif gibi, ‘bir’ olanla ‘Bir’lenmiştir. Mardin’deki en
genç usta unvanını taşımaktadır. Süryani bir kuyumcunun yanında mesleğe küçük
yaşta başlayan usta, sporun pek çok dalında da üstün başarılara imza atmıştır.
Sert ve çevik bir sporcu fakat aynı zamanda nazenin bir kuyumcudur. Anka kuşu
gibi kendine verilen yetenekleri çok başarılı bir şekilde icra etmektedir.
Ringlerde zorlu bir rakip, tezgâhın başında altına ve gümüşe en zarif
dokunuşlarla tasavvufi şekiller veren usta… Ali İmran ACABEY…1991 Mardin’de
doğdu. Mardin sevdalısı… Vatanperver… Mardin’de yaşıyor. İşindeki başarısı
manevi dünyasının zenginliğinden kaynaklanıyor.
Kadim sanatlarımızda genç ellerin
marifetlerini gösterebilmesi için bu sanatlarımızın yeterince tanıtılması ve
gençlere sevdirilmesi gerekiyor. Ali İmran ACABEY maneviyatı, sanatı,
sporculuğu ve üstün ahlakı ile gençlere örnek olacak genç bir usta… Telkâri
sanatı, Zümrüd-ü Anka gibi genç ustaların ellerinde yeniden küllerinden hayat
bularak kanatlanacak ve geçmişi gelecekle buluşturacak kıymetli bir kültür
varlığımızdır. Başarıların daim olsun… Emeğin yağlı olsun genç usta….
Yazı Ve Fotoğraf
Fatma ÇAKMAK- Ali İmran ACABEY