
“Cezaevi, sabrın ve dayanıklılığın en büyük sınandığı yerdir.”
Karadeniz’in en kuzey
ucunda, dalgaların sert kayalara çarptığı kıyı şeridinde yer alan Sinop, doğası
kadar tarihiyle de etkileyici bir şehir. Bu şehrin en hüzünlü duraklarından
biriside hiç kuşkusuz, yüzyıllar boyunca hem mahkûmlara hem de tarihe tanıklık
etmiş olan Sinop Tarihî Cezaevi ve Müzesi.
Yağmurlu bir günde yolumuz
düştü, ziyaret ettik bu meşhur cezaevini. Bir dönem "Anadolu'nun
Alkatrazı" (Alcatraz Island) tabiri ile anılan ve insanların ilk adım
attığı anda hüzne bulandığı bu cezaevi, özgürlüğün ekmek ve su kadar önemli
olduğunu hissettiği, zamanın geriye doğru aktığı bir tünele giriyor hissi
veriyor insana.
Kalın taş duvarlar,
yüksek pencereler ve paslı parmaklıklar; burada yaşanan acıların, umutların ve
sessiz bekleyişlerin sessiz tanıkları olarak önünüze çıkıyor.
Yaklaşık 4000 yıl önce
Gaskalılar tarafından yapılan, 1214 yılında Selçuklular döneminde kale olarak
inşa edilen bu yapının içindeki iç kale en eski belgelere göre
1568 yılında cezaevine dönüştürülmüş, 1999 yılına kadar aktif olarak
kullanılmış, 2000’li yıllarda ise bir açık hava müzesi haline getirilmiş.
Yürekleri burkan
hikayelerin yazıldığı cezaevinden içeri girer girmez ilk dikkatimizi çeken
ranzaların hâlâ yerli yerinde durduğu koğuşlar oluyor. Ağır rutubet kokusu, bazı
odalarda duvarlara yazılmış yazılar, sanki içeride kalanların son izleriymiş
gibi hüzün verici. Canlandırma yapılan koğuş içerisindeki hayat sizi bir anda o
hüzne ortak ediyor.
Müzeye çevrilen Tarihi
Sinop Cezaevi metrelerce yükseklikte taş surlar, tarihe meydan okuyan demir
kapılar, çocuk ıslah evi, kadınlar koğuşu, gözetleme kuleleri, ürpertici
zindanlar, hücreler, koğuşlar gözetleme kuleleri sadece tarihî bir yapı değil,
aynı zamanda bir yaşam alanını da gezdiğini hissettiriyor insana.
Zamanında ünlü
mahkumların yattığı cezaevinin girişindeki zindan, zifiri karanlık, dev
zincirler, el, ayak ve boğaz için demir kelepçeler insanın içini ürpertiyordu. Oradan
bahçeye çıktığınızda bahçedeki gökyüzüne açılan avlu, belki de mahkûmların tek
nefes alma yeri gibi hissettiriyor insana. Orada biraz durup gökyüzüne bakmak,
tarifsiz bir hüzünle birlikte, özgürlüğün ne kadar kıymetli olduğunu yeniden
hatırlatıyor bizlere.
Cezaevi
avlusunda gezinirken, Sabahattin Ali’nin burada yattığını, “Aldırma
Gönül” şiirini bu duvarların arasında yazdığını düşünmek, insanın içini
burkuyor. 1932 yılında girdiği Sinop Cezaevi’nden Cumhuriyetin 10. yılı
nedeniyle gelen afla faydalanıp çıkan Sabahattin Ali’nin burada geçirdiği bir
yılda bile, ona birçok eser yazdırtacak kadar derin acılar çektiriyor. “Kuyucaklı
Yusuf” romanı ve daha niceleri şimdilerde hapishanenin duvarlarını
süslüyor.
Sabahattin
Ali, “Duvar” adlı öyküsünde Sinop Cezaevi’ni şu sözlerle anlatıyor: “Uzun
zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın
duvarlara vuran suların sesi taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara
çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasında yükseliveren deniz
kuşları demir parmaklıklara hayretle gözlerini kırparak bakarlar ve hemen
uzaklaşırlardı.”
Onun gibi birçok
sanatçı ve siyasi mahkûm da bu duvarlar arasında yıllarını geçirmişti. Yazar ve
senaristlere yaşanmışlıklardan esinlendikleri çarpıcı hikayeler yazdıran ve
içinde Sinop Cezaevi vurgusu olan Katil (1953), Tatar Ramazan (1969), Tövbekar
(1977), Ekmekçi Kadın 1972), Firar (1984) filmleri bu hüznün ortağı olmuş gibiydi
sanki. Son olarak Mert Baykal'ın yönettiği ve Senaryosu Ferhan Şensoy'a
ait olan Çok Tuhaf Soruşturma adlı
tiyatro oyununun sinemaya uyarlanmış hali olan Pardon filminin Sinop Cezaevi'nde
çekildiğini öğreniyoruz.
Cezaevindeki tarihin
derinliklerine bakarken birden Evliya Çelebi’nin bu cezaevi ile ilgili
yazdıkları çıkıyor karşımıza. "Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir
kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin
bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkûmları vardır. Burçlarında gardiyanlar
ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar…"
sözleri yankılanıyor kalın duvarlarda.
Kısacası Sinop Cezaevi,
sadece bir yapı değil; bir zaman tüneli, bir hafıza mekânı. Her adımda biraz
daha düşünüyorsunuz: Zaman, mekân ve insan üçgeninde kaybolmuş hayatları...
Kalemim Kırılsın: Cezaevini
birlikte gezdiğimiz küçük Ata’nın mahkumlarla ilgili sergide ‘İdamlıklar’
başlığı ile kırılmış kalem resmi dikkatini çekiyor ve annesine peş peşe soruyor;
‘Anne idamlık ne demek!’, ‘Bu kalem neden kırılmış?’ Anne şaşkın.! Ata’dan böyle bir soru
beklemiyor. Boğazında bir şeyler düğümleniyor. O yaştaki bir çocuğa idam cezası
veren hâkimin, bir daha böyle bir karar vermek istemediğini göstermek
için, ''Kalemim kırılsın da bir daha idam cezası vermek kısmet olmasın'' diyerek
kalemini kırdığını anlatmaya çalışması hepimize duygusal anlar yaşatıyor.
Gezginlere Tavsiye:
Cezaevi gezisini sabah saatlerinde yapmanızı öneririm. Kalabalıktan uzak,
sessiz bir atmosferde dolaşmak, mekânın ruhunu daha derinden hissetmenizi
sağlar. Fotoğraf makinenizi yanınıza alın, ama en çok da zihninize kazıyın
burayı. Çünkü Sinop Cezaevi, öyle kolayca unutulacak bir yer değil.
Kaynaklar:
1- https://tr.wikipedia.org/wiki/Tarih%C3%AE_Sinop_Cezaevi
2- "Burası 'girilir ama çıkılmaz'
Sinop Cezaevi..." Cumhuriyet
(gazete) .
20 Temmuz 2025 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20
Temmuz 2025.
Yazı Ve Fotoğraf
Mustafa AKGÖL