
1977 yılında tüm dünyada aynı anda gösterime girmiş olmasına rağmen ülkemizde üç yıl gecikmenin ardından 1980 senesinde sinemalarda izleme imkânı bulduğumuz ilk Star Wars filmine gittiğim gün dün gibi hatırımdadır. Bugün Ankara’nın Bahçelievler semtinde TRT’ye ait bir stüdyo olarak hizmet veren o zamanların Arı Sineması’nda babamla birlikte sadece beş yaşında bir çocukken seyrettiğim bu filmin hayatımın sonraki dönemlerinde neredeyse her gün beni etkisi altına alacağını tahmin bile edemezdim. Filmin açılış sahnesinde o zamanlar çocuk aklıyla “robot” zannettiğim Galaktik imparatorluğa ait beyaz üniformalı fırtına askerleri ve siyahlar içerisinde elleri belinde beliren liderleri olan “siyah robot” Darth Vader, o anda öylesine beni benden almıştı ki üzerine yedi ayrı film çekilmiş olmasına rağmen, bugün meslek hayatının 17. senesinde bulunan bir yetişkin olarak dahi o ilk film, ilk sahnesiyle benim kalbimde hâlen ayrı bir yere sahiptir.
Türkiye’de 80’lerin ilk yarısında popüler kültüre ait bilgilere ulaşabileceğimiz müzik, sinema, magazin dergilerinin sayısı çok kısıtlı olduğu için özellikle Star Wars ile ilgili görseller bulabilmek neredeyse imkânsıza yakındı. Yaz tatili için Ege kıyılarına gittiğimizde Yunan televizyonundaki bazı programlardan ya da Almanya’dan Türkiye’ye dönünce beraberinde müzik, magazin dergileri getiren tanıdıklarımız sayesinde bizler için ilk sayılabilecek pek çok bilgiye ve fotoğrafa ulaşabiliyorduk. Yine bu sayede hayatımda ilk defa kısa boylu, yeşil renkli, beyaz saçlı, elinde bastonlu bir karakteri böyle bir derginin orta sayfasında bir posterde gördüm. Posterin sol alt köşesinde “Yoda / Star Wars” diye yazıyordu. Ancak izlemiş olduğum filmde ben böyle bir karakter görmemiştim. Neydi peki bu? Bu sorunun yanıtını almam uzun sürmedi. 1983 senesinde ülkemizde tüm dünyada yine büyük sansasyon yaratan ve serinin devamı olan yeni bir film daha girdi vizyona. İşte posterden tanıdığım Yoda karakteri bu filmde bir anda çıkıverdi karşıma. Sonradan öğrendim ki bu film, de tıpkı ilk film gibi ülkemizde üç yıl sonra gösterime girmiş meğer. Aslında Almanya’da zaten bilinen bir karakter olduğu için derginin tam ortasında tam sayfa posterini basmışlar.
Yıllar içerisinde hoşuma giden figürlerden bazılarını edinmiş olmama rağmen asla büyük bir koleksiyoncu olmadım. Ancak özellikli olduğunu ve fark yarattığını düşündüğüm değişik ürünler edinmeyi ve arşivime katmayı da bir ayrıcalık saydım. Fakat hepsi bir yana sahip olduğum bir figür var ki zaten bu yazıyı kaleme almama da neden oluyor kendisi: “Yoda” ya da filmlerde hitap edildiği şekilde “Usta Yoda”… İlk kez o posterde gördüğüm günden beri gerek bilgeliğiyle, gerek yol göstericiliğiyle çok daha sevdiğim ve evimin en başköşesinde yer verdiğim bu karakter yol göstermeye bu kez Hollywood stüdyolarında değil, şahsıma ait bir Instagram hesabında “@ustayolda” ismiyle devam ediyor.
Her şey 2009 yılında Avusturya’nın başkenti Viyana’da başladı. Yerel saatle sabaha karşı bir buçuk dolaylarında konakladığım otele yürüme mesafesinde bulunan mütevazı bir oyuncakçının vitrininde bana bakarken gördüm Usta Yoda’yı. O an içim bir anda kıpır kıpır oldu ve sabah ilk iş olarak daha kahvaltıya bile inmeden gidip onu satın aldım. Öyle tarifsiz bir sempati besledim ki bu figüre, Türkiye’ye dönerken uçak bagajına teslim ettiğim bavulun içine koymaya bile kıyamadım ve kabinde yanıma aldım. Uçağın içinde gerek hostes hanımlar gerekse bazı yolcular çok ilgi gösterdikleri zaman, Usta Yoda ile yaşadığım şehirde çeşitli fotoğraflar çekme fikri geldi aklıma bir anda. Belki böylece sosyal medyada çok paylaşım yapmayı sevmeyen birisi olarak değişik bir takım fotoğraflar çekerek paylaşabilir ve düşüncelerimi ifade edebilirdim. Ayrıca sadece kendimi fotoğraflayıp paylaşmak istediğim bilgileri aktarıyor olsaydım, okyanustaki tek bir su damlası misali, örneğini rahatlıkla bulabileceğimiz binlerce hesapta bulunabilecek bir rutinin sade bir kopyası olacaktı paylaşımlarım.
İlk başlarda günlük yaşam dinamikleri, çalışma yaşamının temposu nedeniyle kafamdaki fikirleri çok da uygulamaya geçiremedim ve Usta Yoda bir süre işten eve döndüğümde kapıda beni karşılayan bir figür olarak bekledi. Yine bir sabah bir başka seyahatim nedeniyle havalimanına gitmek üzere evden çıkarken içimden bir ses Usta Yoda’yı da beraberimde götürmem için ısrarcı davrandı bana. İyi ki de böyle oldu, çünkü son derece keyifli ve zaman ayırmaktan çok keyif aldığım yeni bir dünyaya adım atmış oldum.
İlk başlarda çektiğim sınırlı sayıdaki fotoğrafları bir anda paylaşmak istemedim. Çünkü özellikle sosyal medyada düzenli olarak bir şeyler sunamadığım sürece yapmak istediğim şeyin süreklilik arz etmeyeceği gerçeği vardı. Altı sene boyunca itina ile pek çok fotoğraf ve malzeme topladım. Bu fotoğrafları çekerken sadece eğlenmekle kalmadım, etrafımda insanlar sayesinde bir sempati çemberi oluştuğunu fark ettim. Farklı milletlerden yeni insanlarla tanışmama ve onlarla kolayca kaynaşmama neden olduğunu gözlemledim. Tek başıma seyahat ediyor olsam bile aslında hiç yalnız kalmadığımı gördüm. Gezilen, fotoğraflanan yerler hakkında belki internette bir süre yapılacak bir araştırma sonucunda zaten ulaşılabilecek bilgilere, o an etrafımda bulunan yerel halka mensup kişilerin kıymetli ve içten açıklamaları sayesinde ulaşabildiğimi keşfettim. Çünkü aslında dünyanın neresine giderseniz gidin herkesin bir şekilde tanıdığı, bildiği, sevdiği Usta Yoda karakteri üzerinden bir şeyler paylaşma heyecanına ortak olmak herkesi mutlu ediyordu. Bu noktada şunu özellikle belirtmek isterim, sadece seyahat ettiğim şehirlerin neredeyse marka değeri olan yerlerinde fotoğraflar çekmeyi daha çok seviyorum ve bu öze sadık kalmaya çalışıyorum. Bu nedenle örneğin bir lokantada yemek yerken yemekle birlikte ya da bir sinemanın önünde film afişiyle birlikte fotoğraf çekmek istemiyorum. Çok daha geniş kitlelere hitap edebilmek için paylaşım dilini İngilizce olarak seçmeyi uygun gördüm. Bu arada dilimizin sunduğu zariflikten yararlanmak suretiyle de bu kadar çok seyahate uygun olacak şekilde Usta Yolda şeklinde esprili bir kullanıcı adının şık olacağını düşündüm.
Bugüne kadar beş kıtaya birden ayak bastı Yoda. Nerelerde bulunmadı ki! Brezilya Rio de Janeiro’da James Bond’un Ay Harekâtı filminin çekildiği Sugarloaf Mountain, yalnızca futbol tutkunlarının değil futboldan az anlayanların bile mutlaka gitmek isteyeceği bir futbol mabedi olan Barcelona’daki Camp Nou Stadyumu, Clint Eastwood’un usta oyunculuğu ile hayat bulan Dirty Harry karakterine ev sahipliği yapan San Francisco, Disney filmlerinin başında yer alan jeneriklerde gösterilen şatoya ilham kaynağı olan ve Almanya’nın Bavyera eyaletinde bulunan büyüleyici güzellikteki Neuschwanstein Şatosu, Tayland’ın en büyük adası olan ve özellikle romantizm arayan balayı çiftlerinin gözde mekânı Phuket Adası, başlangıç meridyeninin geçtiği yer olarak kabul edilen Londra’nın Greenwich kasabası, dünyadaki en önemli mimari örneklerden biri olarak kabul edilen ve UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınan Sydney Opera Binası bunlardan sadece en önemlileri. Tabii tüm bu güzelliklerin yanı sıra ülkemizin dünyaca tanınan Galata Kulesi, Ayasofya, Efes Antik Kenti gibi tarih hazinelerinde çekilmiş fotoğraflar da yer alıyor koleksiyonumda.
Gelecekte Usta Yoda’nın fotoğraflarının olmasını istediğim olmazsa olmaz yerler de var. Mısır’da Keops Piramidi, Küba’da renkli eski arabalar ve orijinal sokaklar, Cape Town’da Boulders plajında Afrika penguenleri, İskandinavya’da kuzey ışıkları ve güzeller güzeli Kapadokya Yoda’nın mutlaka fotoğraflanması gereken yerler listesinde en üst sıradalar.
Yazı Ve Fotoğraf
Ali SARAL