
Bu
sayımızdaki konuğumuz ülkemizin Frank Sinatra’sı, kadife sesli sanatçımız Ömür
Göksel. Onun o güzel anlatımı eşliğinde müzik dolu bir dünyaya doğru yola
çıkıyoruz.
Müzikle
ilk ne zaman tanıştınız?
Annemin
ninnileri ile... İlk oksijenle tanıştığımda “ıngaaaa!” diye bağırırken bu çocuğun
sesi güzel olacak demişler. O anda bilmediğim bir alkışın dürtüsü oldu. Mesleğe
başlayan her kişinin alkış dürtüsüne ihtiyacı vardır. Şarkı söylemeye
başladığınızda sizi sevenler çoğaldıkça bunu iyi yaptığınızı düşünürsünüz. O
zaman amatörlükten profesyonelliğe sıçrama zamanı gelmiştir. Bundan sonraki
aşamada size gelen şansın kaçırılmaması gerekir. İnsanın karşısına hep mucizeler
çıkar, tesadüfler çıkar. İyi kullanırsanız hedefe varırsınız. İyi
kullanamadığınızda ise ümidi kesmeyin. Bekleyin. Tabii kurduğunuz hayallerin
gerçeğe yakın olması gerekir. Bu bir Ömür Göksel felsefesidir.
Müzik
hayatınız nasıl başladı?
Annem,
babam piyano çalardı. Annem konservatuar şan bölümü mezunudur. Kendimi bildim
bileli şarkı söylerim. Piyano eşliğinde şarkı söylediğimde ya da arkadaş
partilerinde dinleyenler “Çok güzel şarkı söylüyorsun.” derdi. Galatasaray genç
basketbol takımının kaptanıydım. Özhan Canaydın,
Tuna Huş, Haluk Tunceli, Prof. Nurdan İşmed, Bülent Karpad takımdaydı. 5 yıl
basketbol takımına şampiyonluk yaşattık. O zamanlar duş yaparken şarkı
söylerdim. Ses eko yapınca takımdaki arkadaşlar “Ömür çok güzel şarkı söylüyorsun.”
derlerdi. 1960’da 18 yaşındayken Caddebostan’da bir gazinoda ses yarışması
yapılıyordu. Biz de takım olarak oradaydık. Tuna Huş muziplik olsun diye yarışmaya
benim adımı yazdırmış. Yarışmanın
sonunda Orhan Boran’ın anonsu duyuldu. Ömür Göksel adlı müsabık (o zamanın
deyimiyle yarışmacı) olarak beni anons etti. Alkışlar arasında “Till” adlı
şarkıyla gecenin birincisi olmuş, “Ses Kralı” seçilmiştim. Gazeteler haber
yapmıştı. Bunu babamdan nasıl saklayacaktım bilemiyordum.
Ardından
sahne çalışmaları, plaklar geliyor. Benim çocukluk dönemimim unutulmaz şarkısı
“Sevemem Artık” ile gönüllere taht kuruyorsunuz. Birçok şarkınız liste başı oluyor.
1967-1979
yılları arasında Türkiye’de gerçek bir star olduğum dönemde 13 şarkım bir
numara oldu. Yaptığım 40 adet 45’lik plağımın 13’ü listelerde bir numaraydı.
“Sevemem Artık” adlı şarkı 26 hafta bir numarada kaldı.
1969-1975
yılları arasında “Mutluluk”, “Sevemem Artık” ve “Yanıyorum” adlı şarkılarınız
size altın plaklar getiriyor.
Evet,
üç altın plağım var. “Sevemem Artık” satış rekoru kırmıştı. Plaklar iş getirdi. O yıllarda 365 günün 364’ü sahnedeydim. Bir
günü hariç, 10 Kasım. Gecede dört yerde sahneye çıktığımı bilirim.
İdolünüz
olan bir sanatçı var mıydı?
Olmaz
mı? İlk göz ağrım Dean Martin’di. İnsanın içine işler onun baygın, yorgun sesi.
Bu işin lisesi Dean Martin ise üniversitesi Frank Sinatra’dır. Frank Sinatra
ağzını açıp “a” dese romantiktir. Benim için “Türkiye’nin Frank Sinatra’sı”
derlerdi. Hatta Düseldorf da bir lokalde şarkı söylerken “Türklerin Frank
Sinatra’sı” olarak afişe yazmışlardı.
Bugüne
kadar kaç adet plak ve CD yaptınız?
6
adet long play yaptım. Kaset döneminde yurt dışındaydım. 17 yıl kaldım. İtalya,
Amerika ve Almanya’da profesyonel müzik yaşamıma devam ettim. Sonra CD’ler
çıktı. 9 CD’min 3’ü best seller oldu. İlk defa İngilizce bir albüm Türkçe
albümlerin önüne geçti. Çok ünlü olduğum yıllarda 28 yaşındaydım. Belki o yaşta
ünlü olmak kolaydır. Uzun yıllar yurt dışında yaşayıp 60 yaşında ülkeye
döndükten sonra ünlü olmak her babayiğidin işi değildir.
Bu
tempoya ne ses, ne enerji yeter. Görünen
odur ki sizde yetmiş. Hâlen de aktif olarak müzik hayatınız devam ediyor.
Sahneye çıkıyor, albüm yapıyorsunuz. Ayrıca radyo programlarınız var. Bütün
bunları nasıl başardınız?
Sporcu
bünyemin çok faydasını gördüm. Bir de severek iş yapmam etkili oldu. Üç fiil
hayatımın anahtarıdır: Düşünmek, gülmek ve sevmek. Düşünen insan sevebilir.
Seven insan düşünebilir. Düşünen insan gülebilir. Bu üçü de birbirine
bağlıdır.
Radyo
programlarınızı severek dinliyoruz. O güzel sesiniz ve yorumunuzla dünya
müziğini halkımızla buluşturmakla kalmıyor aynı zamanda çok değerli bilgiler
veriyorsunuz.
Radyo
benim ilk aşkımdır. Radyo insanı sınırlamıyor. Radyoda dinlediğim bir şarkıyı
yeşil çimenler üzerinde düşünebiliyorum. Romantik mizacımın da etkisi var
bunda. Klip ise hayal gücümün dışına çıkarıyor beni. Başka bir resimle size
sunuyorlar. Bu yüzden kliplerim olmasına rağmen kliplere karşıyım. Radyoda değişik
bir tarzım var. Bir şarkıdan bahsederken hikâyelerini de anlatıyorum. Böyle
olunca seyirciyi içinize alıyorsunuz. Şimdilerde cumartesi günleri TRT Radyo
1’de 11.05-12.00 saatleri arasında “Müzikle Bir Ömür”, cuma günleri TRT Radyo
3’de 12.05-13.00 saatleri arasında “Akdeniz Melodileri” adlı programları
yapıyorum.
Müzik
arşivinizin kapsamından bahseder misiniz?
Sayı
vermek zor. Binlerce plak, CD’den oluşan arşivim var. Yıllarca yurt dışından
plak taşıdım. Yabancı ağırlıklı bir arşiv. Latin müziği çok geniş. Dünyadaki
birçok radyodan daha fazla müzik arşivine sahibim.
Ömrünüzü
müziğe adamış biri olarak ülkemizde müzik nereden nereye geldi dersem neler
söylersiniz?
50’li
yılların sonu Necip Celal Andel’in, Necdet Koyutürk’ün, Fehmi Ege’nin bestelediği,
İbrahim Özgür’ün, Celal İnce’nin söylediği tangolarla doluydu. Türk popüler
müziği diye bir şey yoktu. Türkçe tangolar vardı. 1960’lı yılların başında bizler
sahneye çıktığımızda sadece İspanyolca, İngilizce, İtalyanca şarkılar
söylerdik. Türkçe sözlü şarkılar yazılmamıştı. 60’lı yılların sonunda bu
yabancı şarkıların üzerine Türkçe sözler yakıştırılmaya başlandı. Ben kendi
şarkılarımın sözlerinin çoğunu kendim yazdım. 70’li yıllar ülkemizdeki popüler
müziğin en iyi tanıtıldığı yıllar oldu. “Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği” olarak
adlandırılırdı. Halk için ise durum farklıydı. Onlar için Türk sanat müziği Türkiye’deki
müziğin annesiyse, babası da türkülerimizdi. Bu müzik üvey evlattı. Televizyon yaygın
olmadığı için bizler bu şarkıları 90 günlük turnelerle Anadolu’nun her
köşesinde sevdirmeye çalıştık. Ben, Alpay, Erol Büyükburç, Özdemir Erdoğan,
Ayten Alpman… Biz Anadolu’ya sevdirebilmek için her şeyi yaptık. 80’li yıllarda
büyük bir düşüş oldu. Bu süreçte ben yoktum. 17 yıl yurt dışındaydım. Ancak 70’li
yılların sonunda Anadolu Rock çıktı. Cem Karaca, Barış Manço gibi efsane
şarkıcılar ortaya çıktı. Anadolu Rock çok güçlü adımlarla Türk popüler müziğine
girdi. 90’lar tamamen facia. Bir günde meşhur olanlar iki gün sonra yok
oldular. Yüz şarkıcı şarkı söylediyse bugüne belki dört kişi kalmıştır.
Günümüz
müziği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Geçenlerde
Almanya’dan bir arkadaşım geldi. Radyoyu açtım, “Ne uzun şarkı, sekiz dakikadır
dinliyoruz.” dedi. “Dinlediğin üçüncü şarkı” dedim. Çünkü bir ritim üzerine
kurulan “Ben seni sevdim, sen beni sevdin…” diye birtakım şarkıcıların
söylediği bir takım şarkılar. Sabah meşhur olmuş şarkıcıların bırakın akşamı
ikindide yok olduğunu görüyoruz. Oysa sanatçı ün kazandıysa onu korumaya
mecburdur. Ün kazanmak zordur, ünü korumak daha da zordur.
Dünya
müziğinin de o eski tadı yok diye düşünüyorum ne dersiniz?
Dünyada
ayrı bir şey var. Sanatçının kıymeti biliniyor. 90 yaşındaki Tony Bennett bir
albüm yaptığında ne kadar sattığına, satacağına bakmadan onu bir numaraya
yerleştiriyorlar. O bizim bir numaradaki “şeref misafirimiz” diyorlar.
Yakında
CD’ler de bitecek, peki ya sonra?
Bence
CD’ler tam olarak kalkmadı. Mesela ben sevdiğim şarkıcının altı eseri varsa hepsini
alırım. Her zaman söylerim, CD sahibi olanlar arşive sahip olmalılar. Arşiv
başka bir şey. Ben keyfim istediğinde onu dinleyebilmeliyim. Bu da bitecek
başka bir şey çıkacak.
Müziğin
dışında başka işler de yaptınız…
Evet,
dünyanın farklı ülkelerinde ticaretle uğraştım. Riske girmeyi severim. Sekiz
gol attıysam üç de gol yedim.
Yeni
projeniz var mı?
Yeni
proje bir kitap. Hayatımı anlatan bir kitap olacak.
Kadife
sesli, romantik sanatçımıza sağlıklı, başarılı, müzik dolu yıllar diliyor, değerli
bilgilerle dolu hoş sohbetiniz için teşekkürlerimizi sunuyoruz. Son olarak
birkaç cümleyle ifade ederseniz, Ömür Göksel’in başarısında en büyük etken neydi?
Zaten
başarılı bir gençtim. Evlendikten sonra arkamda çok güvendiğim bir kaleci oldu.
Eşim Hülya. Daha da başarılı olmaya başladım. Ağacımızın meyveleri olan kızım
Serenad ve oğlum Sonat da başarımı artıran en önemli etkenlerdir.
Yazı Ve Fotoğraf
Benian Çulhaoğlu