ÜNLÜ ŞAHSİYETLERİN MEZARLIĞI PЀRE LACHAİSE

Günlerden 25 Aralık 2019. Bugün Père Lachaise Mezarlığı’nı ziyaret ettim. Ne işin var mezarlıkta, diyebilirsiniz. Burası Paris’in en büyük ve aynı zamanda dünyanın en ünlü mezarlıklarından biri. Seyahatlerim sırasında vaktim oldukça dünyaya ismini yazdırmış insanları yattıkları yerde ziyaret ederim. Yalnız değildirler; kimi kimseleri kalmasa da her daim ziyaretçileri vardır. Yazar, ressam ya da müzisyendir, belki de bir devlet adamı… Bir şekilde yaşamıma dokunmuş olmalılar, yanlarında buluveririm kendimi. Mezarlıkta gezmek, kimi zaman oksijen deposu güzel bir parkta dolaşmak kimi zaman da bir müzede tarihe dokunmak gibidir benim için. Kederin aksine huzur verir…

           

            Père Lachaise Mezarlığı diğerlerinden çok farklı. “Ünlü Şahsiyetlerin Mezarlığı” olarak da adlandırılıyor. Burada bir milyonu aşkın insan yatıyor. Hem tabiat güzelliği hem de pek çok tanınmış kişiyi barındırması açısından önemli bir ziyaret noktası. Bir nevi açık hava müzesi.

            Hikâyesi bir hayli ilginç: Napolyon tarafından kurulan mezarlık, 1804 yılında küçük bir kızın gömüldüğü törenle açılmış. O yıllarda bu bölge Paris’in dışında kalıyormuş. Ulaşım zorlukları nedeniyle başlangıçta rağbet görmemiş. Paris Belediyesi, mezarlığı popüler hale getirmek için Moliere, Jean de La Fontaine gibi tanınmış kişilerin mezarlarını buraya taşımış. Aynı yıl içinde mezar sayısı 33.000’e ulaşmış.

            Çok geçmeden burada yapılan cenaze törenleri statü meselesi haline gelmiş. Balzac’ın bazı eserlerinde yer alan mezarlığa ilişkin göndermelerin de popülerliğini artırdığı biliniyor. XIX. yüzyıl sonlarında mezarlığa bir de krematoryum eklenmiş.

           

            Burası her dinden her milletten, ünlü, ünsüz birçok insanın son dinlenme yeri. Her yıl dünyanın dört bir köşesinden 3 milyon kişi ziyaret ediyor. Honoré de Balzac, Frédéric Chopin, Maria Callas, Marcel Proust, Oscar Wilde, Edith Piaf, Auguste Comte gibi dünyaca ünlü pek çok sanatçı ve bilim insanı burada yatıyor; Yılmaz Güney, Ahmet Kaya’nın da mezarları burada.

            Ünlü şahsiyetlerin mezar yerleri çeşitli noktalara konulmuş devasa boyuttaki haritalarda ve el haritalarında işaretli. Aynı zamanda mesleklerine ilişkin bilgiler de yer alıyor.

            Birçok mezarın üzerine notlar, mektuplar bırakılmış; küçük hediyelerle, çiçeklerle donatılmış. Bu haliyle yıllar önce Moskova’da ziyaret ettiğim, Nazım Hikmet’in mezarının bulunduğu dünyaca ünlü Novodevichy Mezarlığı'nı hatırlattı bana.

           

            Père Lachaise Mezarlığı iki kez silahlı çatışmaya sahne olmuş. İlki 1814’de Napolyon Savaşları sırasında, diğeri de 1871’de. 28 Mayıs 1871 tarihinde 147 komünar bu mezarlığın duvarında kurşuna dizilmiş ve orada açılan bir çukura gömülmüş. Günümüzde dünya solunun anma merkezi olarak biliniyor.

            Ölülerin yakıldığı krematoryumda birçok ünlü isme ait küllerin bulunduğu kabinler yer alıyor. Dünyaca ünlü soprano Maria Callas’ın külleri önceden buradaymış, ancak daha sonra vasiyeti gereği Ege Denizi’ne serpilmiş.   

            Oscar Wilde’ın mezarı camla kaplı. Üzerinde ruj izleri var.

            Chopin’in bedeninin burada, kalbinin ise Varşova’da gömülü olduğunu biliyor muydunuz? Diri diri gömülmekten çok korktuğundan kalbinin çıkarılmasını istemiş.

            En çok ziyaret edilen mezarlardan biri de 1971’de vefat eden The Doors’un solisti Jim Morris’inki.

           

            Bugün şunu daha iyi anladım: Öldüğünüzde mezarınızın nerede, nasıl olduğunun hiçbir önemi yok. Dünyaca ünlü bu insanlar gösterişsiz sıradan denilebilecek yerlerde yatıyorlar. Mezarlara baktığınızda, istisnalar hariç şanlı şöhretli biri olduklarını asla düşünmezsiniz.

            Önemli olan nerede yattığı değil, geride ne bıraktığı. Eser bırakmak gibisi yok…         Bugün Balzac, ziyaretim sırasında kulağıma fısıldadı: “Önce ben sana ulaştım şimdi de sen bana. Beni unutmayıp buralara kadar geldin, bundan daha güzel ne olabilir ki... Biz sanatçılar, edebiyatçılar, bilim adamları için en büyük mutluluk: hatırlanmaktır.”

 

 

Yazı Ve Fotoğraf
Benian Çulhaoğlu