TÜTSÜ KOKAN LHASA TİBET

Seneler önce Oskar’a aday olan Scorsese’in “Kundun” filmini seyredip büyülendiğimden beri Tibet beni hep cezbetti. Sonunda Lhasa’dayım. Tibet rehber kitabıyla ya da Dalai Lama resmiyle Tibet’e girmek yasak çünkü Tibet ayrı bir ülke değil, Çin’in bir parçası ve Çinlilere göre Dalai Lama vatanını terk eden bir hain. 


“Cokang” manastırına giderken görmeye başladım, çizgili önlüklü Tibetli kadınları ve Buda annesinin kolunun altından doğduğu için ceketinin kolunun birini giymiş diğerini giymeden sallandırmış erkekleri.  


Cokang, Tibet’in en kutsal tapınağı. Önündeki iki direkte salkım saçak dua bayrakları var ve iki koca küpte tütsüler yakılıyor. Küpler Budist hac yolunun başlangıç ve bitişini temsil ediyor. Tibet’te Budizm, şamanist “Bön” diniyle içiçe geçmiş. İnançlarına göre çirkin kadın ve maymun tanrı birleşmesinden Tibetliler doğar. Kadının uzandığı coğrafyada uzuvlarına denk gelen yerlerde tapınaklar yapılır. Cokang ise kalbine isabet eden yer. 


Tibetliler ellerinde içinde “selam sana lotusun içindeki mücevher” mantrası olan dua silindirlerini saat yönünde çevirip yine saat yönünde tapınağın etrafını Buda, Dharma (Budist öğreti), Sanga’yı (Budist toplum) sembolize etmek için üç kere tavaf ediyorlar. 


Tapınağın çevresinde “Barkor” pazarı kurulmuş. Dua silindirlerinden tespihlere, kışlık siyah yün kumaşlardan termoslara kadar herşey satılık. İnsanlar tapınaklara termoslarla yak yağı bağışlıyorlar. Tapınakların içindeki ağır koku biraz tütsü, biraz yak yağı mumu. Tapınakların içindeki tencerede kutsal sular içine paralar atılmış. Zaten tüm tanrı heykellerinin önü banknot dolu ve duvarlardaki çatlaklara bile para sıkıştırılmış. Sonra öbek öbek toplanmış paraları rahipler istifliyor. 


Tapınağın önünde Tibetliler 108 kere secdeye varıyor. 108, Buda’nın ilk vaazını verdiği zaman etrafında toplanan insanların sayısı olduğundan kutsal. Buda’nın gözyaşları olarak adlandırılan ve bir ağacın tohumundan yapılan Budist tespihde 108 boncuk var. Secdeye varmadan ellerini birleştirip önce başlarının üstünde, sonra yüzlerine paralel, ardından kalplerinin hizasına getiriyorlar, en sonunda da secdeye varıp dua etmeleri Buda, dharma ve sanga anlamına geliyor. Buda’ya değil, öğretisine ve yaratana secdeye vardıkları söyleniyor. Yanyana dizilmişler, yere battaniyelerini sermişler. Kadınlar, etekleri ayaklarına dolaşmasın diye lastik geçirmiş, yerde secde ederken elleri parçalanmasın diye bir keçe parçasını ellerinin altına koyuyorlar. 


Eski Dalai Lama’ların mezarları ve dinî objeleri olduğundan kutsal Potala Sarayı 1000 odasıyla devasa bir yapı. 3490 m yükseklikte oksijensiz ortamda, onlarca merdiveni tırmanmak oldukça zorluyor. Saray hem dinî hem de idari işler için kullanılmış. Bir zamanlar teokrasiyle yönetilen bir devletti Tibet. Moğol hükümdarı Kubilay Han tarafından sarı şapkalı Gelukpa’lara (bir dinî okul) Tibet’in yönetimi verilmiş. Okulun başında, adı Moğollarca verilmiş ve “bilgelik okyanusu” anlamına gelen Dalai Lama bulunuyor. Hacılar ülkenin her yerinden saraya yürüyüp, üç adımda bir secdeye varıyor ve tavaf ediyor. Yol boyunca onlara yemek ve yatak sağlayanlar ise büyük sevaba giriyor. 


Rahipler sarayın yerlerini taş, çamur ve balmumu karıştırıp ayaklarıyla döve döve yapmışlar. Buraya kötü ruhların giremeyeceğine inanıyorlar. Duvarlar ve balkonlar, killi toprağın içine sazlar konularak sağlamlaştırılmış, hem böylece yağmur suyu süzülüp gidiyormuş. Camların etrafı siyah kalem çekilmiş gözler gibi. Bu çizgiler altı geniş üstü dar dikdörtgen havası vermiş. Camların altında farba gibi kumaş parçaları konmuş.


Tapınakların duvarlarında raflara dizilmiş sepetçikler ve içinde kutsal yazılar var. Tibetliler Buda heykelini tavaf ederken, yol bitince rafların altına girip emekleye emekleye devam ediyorlar. Tapınakların içi oldukça renkli. Sanki yüzlerce renkli kravatı bir araya getirmişler ve bir silindir yapıp tavana asmışlar. 


Kimi tapınaklarda öğrenciler kalem bırakıyorlar ki sınavlarını geçebilsinler. Ufak bir odaya yerleştirilmiş kocaman bir Buda heykeli var. Kafanızı tavana dikseniz de zor görülüyor çünkü insan ilahi varlığı bir seferde algılayamaz. 


Çocukları kötü rüyalardan kurtarmak için rahip, mum isiyle burunlarını boyuyor. Herkesin 4 ismi var, yüksek mertebedeki rahiplerinse 6 ismi. Baba adı, köy adı ardından da 4 isim geliyor ve soyadları yok. 


Biri öldüğünde 5 gün evde tutuluyor ve rahip tarafından beyaz bir beze sarılıp ya nehre atılıyor ya da bir tepede küçük parçalara kesilip akbabalara bırakılıyor. Öldürülürse ya da kaza geçirirse yakılıyor. 


Rahiplerin transa geçip yeni Dalai Lama’nın nerede bulunacağını gördükleri dağların tepeleri, tanrısal olanın tezahürü olarak algılandığından dua bayraklarıyla dolu. Dalai Lama’lar Buda’dan itibaren reenkarnasyonla yeniden vücut buluyor. 


Güney Asya ülkelerinde Budist rahipler portakal rengi giyerken, burada bordo ve kırmızı arasında bir renk giyiniyorlar. Bu farklılık rahiplerin farklı okullara üye olmasından kaynaklanıyor. Portakal renk elde etmek için kumaş safranla boyanmış, bordo içinse toprakla. 


Kışın -40’lara düşen soğukta yak gütmekten bıkan çoğu erkek; bir yatak, bir dam, biraz da yemek diye rahipliği seçiyor. Çocuk tapınağa kabul edilirse bir atın kuyruğunu kesiyor ailesi.


Arabayla bir noktadan diğerine belli bir sürenin altında varırsan ceza kesiliyor, hızlı geldin diye. Bunu bilen araçlarda sağa çekip zaman dolduruyor. Beklerken çaydanlıkta bira ikram ediyorlar, bir de yak tereyağlı ve tuzlu çay. 


Güneşe dönük yapılan Tibet evlerinin çatıları düz, kış için odun ya da tezek depolayabilsinler diye. Zaten bir kaç aile, evlerini yan yana inşa ediyor ve de etrafını bir duvarla çeviriyor ki hayvanlarını avluda muhafaza edebilsinler. Her evin çatısında mutlaka bir dua bayrağı oluyor. En alt kat ahır olarak kullanılıyor, insanlar ikinci katta oturuyor. Yazın kapılara bir perde asıveriyorlar. Erkek çocukların eşorfmanlarının popolarına gelen kısmı kesik. Tuvaleti geldiğinde çabucak yere çömelebilsin diye. 


Himalaya, Sanskritçede tanrıların evi anlamına geliyor. Everest ise dünyanın ana tanrıçası. Tibet ortalama 4875 m yükseklikte. Yükseklik arttıkça bitki örtüsü kalmıyor ve yaklar görülmeye başlanıyor. 5030 m’de baş dönmesi, mide bulantısı ne ararsan var. Bir arkadaşın dudakları morarınca rehber hemen oksijeni dayıyor. Hem yükseklik hastalığına yakalanmamak için günde 2-3 lt su içmek gerekiyor, hem de doğru düzgün tuvalet yok. 


Bu durumda hepinize “Taşı Delek” yani iyi şanslar!

Yazı Ve Fotoğraf
Mehpare Sözener