TÜM ŞEHİR SANKİ MÜZE İSFEHAN

İran ı gezmeye İsfahan’dan başlamaya karar veriyorum. Başkent Tahran dan uçakla 45 dakikalık bir yolculuk sonrası İsfahan a ulaşıyorum .Bir taksiye biniyor ve beni  İmam meydanına yakın bir otele götürmesini söylüyorum. Meydana 150 metre uzaklıktaki bir otele yerleşiyorum. Otel işlemlerimi alel acele yaptırıp, kendimi İmam meydanına yani Nakşi Cihan meydanına atıyorum.  Çünkü İsfahan “Nısf-ı cihan”sa yani evrenin yarısı ise bu meydanda “Nısf-ı İsfahan” dır.

 

Meydanı hayran hayran gezerken Hüseyin ile tanışıyorum. Hüseyin beni işyerinde  çaya davet ediyor.

 

Kakuleli, safranlı çay sohbetinde Hüseyin Türkiye sevgisinden ve Türk arkadaşlarından bahsediyor. Gönüllü bir turizm elçisi gibi onlara nasıl yardım ettiğinden bahsediyor. Bana da yardım etmesini istiyorum,”hay hay”diyor. Daha ne isterim ki

 

NAKŞ-I CİHAN MEYDANI

 

Bu meydan dünyanın 2. Büyük meydanı olarak bilinmektedir. Boyu 500 metre, eni 160 metre kadardır. 1612 yapılan meydanın etrafında kapalı çarşı bulunur. Meydan ın güney ucunda İmam Cami, batısında Ali Kapu sarayı (eski devlet binası) onun tam karşısında Lütfullah Mescidi bulunur. Meydan aynı zaman da UNESCO’nun  Dünya Kültür Mirası listesinde yer almıştır. Meydanı ve etrafında ki çarşıları gezmenin en güzel zamanı ikindiden sonra ve akşam saatleridir. Akşam saatlerinde bu meydanlardaki atmosfer tipik bir şark gecesini yansıtıyor ve insanı büyülüyor.

 

Meydanın her köşesi ve bucağı sürprizlerle dolu ve cıvıl cıvıl. İki dolar karşılığı meydanda faytonla bir tura atıyorum. Fayton turumdan sonra yürüyerek dolaşmaya çıktığım meydanda resim yapan üniversiteli gençleri görüyorum.  Her biri meydanın bir köşesine oturmuş çalışmasını yapıyor. Bende aralarında dolaşıp, “O ne yapıyor? Bu ne yapmış, Şu ne yapacak “diye hayran hayran bakıyorum. Bakmakla kalmayıp resimleri elime alıp, meydanın hangi köşesini yapmışsa oraya doğru tutup” Hımmm güzel olmuş” falan da diyorum. Tabi onları rahatsız ettiğimi düşünmeden. Sağ olsunlar bana güler yüz ve sabırla karşılık veriyorlar.

 

 Sonra ki günlerde meydanın aynı bölgesin de başka başka öğrencilerinde çalışmalar yaptığına şahit oluyorum. Onların da aralarında dolaşıyor, sorular soruyor, hatta hatta bir tanesine kara kalem resmimizi çizdiriyorum. Beni kırmıyor yaklaşık yarım saat sürecek karakalem çalışmasına başlıyor. Öğretmeni yanıma gelip “acemi bir talebeye resmini çizdiriyorsun” diyor. Öğrenci bana “kıpırdama” diyor. Üç beş kez yırtılıp baştan başlanan çalışma sonunda bitiyor.

 

Meydanda sadece resim yapan öğrenciler yok. Fotoğraf çekenlerde var. Onlarda meydanın orasının burasının resmini çekip kendilerini geliştiriyorlar.

 

Mimarlık okuyanlarsa meydanda ölçümler yapıyor, alet ve edevatlarını kullanmayı öğreniyorlar

 

Bu arada gene meydanın en güzel zamanı gelip çatıyor. Akşam ezanı ile birlikte meydan masalımsı bir atmosfere bürünüyor. Işıklar kandil misali yanarken, havuzundan gelen su sesi terapi gibi. Üzerime müthiş bir dinginlik çöküyor ve bu manzara günün tüm yorgunluğunu alıp götürüyor.

 

Meydan bu saatlerde bir başka güzel…

 

İMAM CAMİİ

 

Mescid-i İmam ya da İmam Camii Nakş-ı Cihan meydanının güney kısmında bulunan akıllara zarar bir cami. Her ne kadar dışından ihtişamlı görülse de,  caminin içerisine girene kadar ihtişamın bu boyutlarda olduğunu bende bilmiyordum.

 

Camii 1. Şah Abbas Tarafından 18 yıllık bir çalışma sonucunda 1629 yılında tamamlanabilmiş. Kapısı 30 metre yükseklikte, 54 metre ana kubbesiyle tüm İran’ın en etkileyici yapılarından birisi. İçi ve dışı İsfahan a özgü mavi çinilerle kaplanmış ve yerlerde mermer kullanılmış.

 

Buradaki akustik o kadar mükemmeldir ki, küçük bir fısıltının bile ne kadar çok yankılandığını duyabiliyorum. Kubbenin tam altına geldiğim de burada ki sesin ne denli etkileyici bir biçimde yankılandığını duymak beni şaşırttı.

 

Etkilenerek gezdiğim caminin avlusunun bir köşesinde çizim yapan öğrencileri görünce yanlarına gidiyor ve duvarlarda ki çini detaylarını çalıştıklarını görüyorum. Biraz sonra hocaları gelip, öğrencilerin çizimlerini kontrol ediyor. Bize desenlerin manaları ile ilgili bilgi veriyor. Meğerse çinilerde ki her desen ve figürün manası varmış. Şahın gülü olarak adlandırılan bir desen, bereket temsili nar, üzüm çiçekler ve daha niceleri…

 

Kendimi camii atmosferine o kadar kaptırmışım ki vakit akıp gitmiş. Buna rağmen buradan ayrılmak istemiyorum. Çünkü burada güneş ışığının geliş açısına göre atmosfer her daim başkalaşıyor ve ışığın çinilerdeki yansıması beni adeta hipnoz edip, kendine bağımlı hale getiriyor. Çıkmak istediğimizde kapının çoktan kapandığını görüyorum. Bekçi “yapacak bir şey yok sabaha kadar buradasınız” desede Türkçe konuşan bir asker “Şaka şaka buyurun çıkın deyip” kapıyı açıyor. Kapıdan çıkarken içimden “keşke “ kalsaydım “diye geçirmiyor değildim.

 

KAJU KÖPRÜSÜ

 

Günlerdir Nakş-ı Cihan meydanı etrafında gezip duruyordum. Bugün meydanın çekiminden kurtulmaya karar veriyor ve İsfahan’da bir tur a çıkmaya karar veriyorum. İlk olarak İsfahan ın en güzel köprüsü olarak kabul edilen Kaju köprüsüne gitmeye karar veriyorum. Gayet yeşil ve dingin caddelerden geçerek Zayende nehri üzerinde kurulmuş Kaju köprüsüne ulaşıyorum.

 

İki kattan oluşan köprünün tam ortasında(her iki tarafa da bakan) Şah ın nehri seyretme yerleri var.

 

Köprü,aynı zamanda nehrin akışını düzenleyen bir barajdır. Yapılış tarihi 1650 civarıdır. Ayakları arasındaki baraj kapakları kapatıldığında su seviyesi yükseliyor ve bir göl oluşturuyordu. Köprü olunca, nehre doğru uzanan taş merdivenler yapılmıştır.  Kemerlerin dış yüzeyi renkli kiremitlerle süslenmiştir. II. Şah Abbas'ın yaptırdığı köprünün 1873'te onarıldığı tahmin edilmektedir.

 

Köprüye den kuş kalesine giderken,yolda İran-Irak savaşında Şehit olanların ebedi istirahatgahı gülistan şehitliğine uğruyorum. Yıllarca süren ve milyonlarca insanın hayatına malolan anlamsız savaşın ardında ne kadar çok acılar bıraktığına şahit olarak şehitlikten ayrılıyorum.

 

KUŞ KALESİ

 

Kus kalesi ya da sarayı diyebileceğimiz bu yerin geçmişi 400 yıl öncesine kadar dayanıyor. Özetle burası Haber güvercinlerinin ana istasyonu. Şah döneminde dünyanın dört bir yanına haber götüren güvercinler buradan yola çıkıyor ve buraya dönüyorlarmış. Haber güvercinlerini o dönemde tüm devletler kulandı ama onlara böyle bir yer yaptılar mı bilmem?

 

Bu etkileyici yapı gene bir o kadar etkileyici güvercinler için yapılmış. Çünkü bu güvercinler günde 160 km yol kat edebiliyor ve 2000 km uzaklığa mesaj iletip geriye dönebiliyorlar. Özel bir eğitimden geçen güvercinlerin, soyundan gelen güvercinlerde haberci güvercin olarak kullanılıyormuş.

 

Kuş kalesinin yapısı o kadar hassas düşünülerek yapılmış ki, yaz kış ısı dengesinden tutunda hava dolaşımına kadar her şey olması gerektiği gibi. Samanlı çamurdan duvarların bir santimi bile israf edilmeden kullanılmış. Toplanan kuş dışkıları ise tarlalarında kullanılmak üzere çiftçilere veriliyormuş.

 

SİESEPOL KÖPRÜSÜ

 

Zayende nehri üzerinde kurulmuş, Farsçası 33 sütunlu manasına gelen Siesepol köprüsüne ulaştığımızda, nehrin en önemli köprülerinden birini daha görmüş oluyoruz. 1602 yılında yapılmış köprü bugün İsfahan ın simgelerinden biridir.

 

1 Şah Abbas tarafından yaptırılan köprü 300 metre uzunluğunda 14 metre genişliğindedir. Köprü günümüzde araç trafiğine kapalıdır. Zamanında ise Kaju köprüsünün aksine savaş araçlarının geçmesi için yapılmıştır.

 

Nehrin kıyısında kuşları besleyen çocuğu bir süre izliyorum. Ardından kıyıda piknik yapan bir aile beni çaya davet ediyor. Davetlerine icabet ediyorum. Yorgunluğumu attıktan sonra İsfahan’da görülecek yerler listesinden Siesepol u silerek oradan ayrılıyorum. Fakat yeniden gelinecek yerler listesine eklemeyi de unutmuyorum.

 

SALLANAN MİNARE

 

Şehrin biraz dışında ki sallanan minarelere ulaştığımda kafamdan halen “bu minareler gerçekten sallanıyor mu sorusu geçiyordu? Neyse ki bunu birazdan görecektim.

 

Kaladin mahallesinde bulunan küp şeklindeki yapı 14. yüzyılda yaşamış Ebu Abdullah adlı bir dervişin türbesiymiş. Bir rivayete göre mühendistik hatası nedeni ile minareler sallanmaktadır. Diğer bir rivayet ise Sasaniler üstün bir teknoloji ile depremde zarar görmesin, dünya döndükçe ayakta kalsın diye bu şekilde yapılmış.

 

Eskiden isteyen herkes çıkıp minareyi sallayabiliyorken bugün saat başı müezzin çıkıp birkaç dakika minareyi sallıyor bilenlerde gelip seyrediyor.

 

Vakit gelip te minareler sallandığında sok üstüne çok yaşıyorum. Minareler gerçekten sallanıyooo

 

Nihayetinde Müezzin her saat başı tekrarladığı bu kısa gösteriyi el sallayarak sonlandırıyor. Binlerce seferdir yıkılmadan sallan minarenin bu seferde yıkılmadan kalmasına sevinerek  orjınal adı ile Munar Junbar dan ayrılıyorum.

 

ZURHANE

 

İran da geçmişi 2000 yıl öncesine dayanan sporun yapıldığı yerdir Zurhane. Mahalle arasında küçük bir Zurhane ye gidiyorum. Şeyh Ali beni kapıda karşılıyor. Ben duvarda ki resimleri incelerken Şeyh kah flüt çalıyor kah sıcak su içiyor, kah bizimle şakalaşıyor. Spor u yapmak için gelenler üstlerini değişip, ısınma hareketlerine başlıyorlar. Bir genç Hz Ali’nin Hayber kalesinin kapısını sökmesini temsil ettiğini söylediği kapı ile çalışıyor. Şeyh yanına gelip Hz. Ali’ye methiyeler söyleyerek onu çalıştırıyor.

Herkes tamam olunca Şeyh kürsüsüne çıkıyor ve spor yaparken sadece İran ın , Hz Ali nin ve de Hz Hüseyin nin konuşulduğu spor başlıyor. Genelde yaşlıların yaptığı bu spor yeni yeni gençler arasında da yayılmaya başlamış.

 

Birçok ritüelin ve sembolün olduğu sporun ritmi giderek artıyor. Kah semazen gibi dönülüyor, kah mil denilen tahta lavuklar havalara fırlatılıyor, kah şebbade denilen demir ziller şıngırdatılıyor.

 

Yaklaşık bir saat süren bu ritüelden bende çok etkileniyorum ve “iyi ki de gelmişim “diyerek zurhane den ayrılıyorum.

 

İsfahan’da ki son gecemi de böylece tamamlıyor, sabahın erken saatlerinde şehirden ayrılıyorum.

 

BİR KAÇ ŞEY

 

İsfahan da da tüm İran da olduğu gibi yabancılar için ayrı fiyat uygulaması var. Oteller, lokantalar, taksiler ve müze girişlerinde bile yabancılar için ücretlendirme farklı. Özellikle Lokantalarda bu fark çok belirgin. İranlıların yediği bir yemeğe siz en az üç kat fazla fiyat ödüyorsunuz buda Avrupa da bir lokantada yemek yemekle aynı fiyata geliyor.

 

Zaten kebap ve türevlerinden başka yemek seçeneğiniz yok sayılır. Yağsız pilav la sunulan kebapların yanında Çal denilen gazlı ayranı tavsiye edebiliriz.Sulu yemek olarak sadece Abguş var. Et, patates, havuç vb sebzelerin özel bir kapta kömür ateşiyle haşlanmasıyla yapılan yemek kendi usulünce yeniyor.

Yazı Ve Fotoğraf
Ali Sami PALAZ