
İran ı gezmeye İsfahan’dan başlamaya karar veriyorum.
Başkent Tahran dan uçakla 45 dakikalık bir yolculuk sonrası İsfahan a
ulaşıyorum .Bir taksiye biniyor ve beni
İmam meydanına yakın bir otele götürmesini söylüyorum. Meydana
Meydanı hayran hayran gezerken Hüseyin ile tanışıyorum.
Hüseyin beni işyerinde çaya davet
ediyor.
Kakuleli, safranlı çay sohbetinde Hüseyin Türkiye
sevgisinden ve Türk arkadaşlarından bahsediyor. Gönüllü bir turizm elçisi gibi
onlara nasıl yardım ettiğinden bahsediyor. Bana da yardım etmesini
istiyorum,”hay hay”diyor. Daha ne isterim ki
NAKŞ-I CİHAN
MEYDANI
Bu meydan dünyanın 2. Büyük meydanı olarak bilinmektedir.
Boyu
Meydanın her köşesi ve bucağı sürprizlerle dolu ve cıvıl
cıvıl. İki dolar karşılığı meydanda faytonla bir tura atıyorum. Fayton turumdan
sonra yürüyerek dolaşmaya çıktığım meydanda resim yapan üniversiteli gençleri
görüyorum. Her biri meydanın bir
köşesine oturmuş çalışmasını yapıyor. Bende aralarında dolaşıp, “O ne yapıyor?
Bu ne yapmış, Şu ne yapacak “diye hayran hayran bakıyorum. Bakmakla kalmayıp
resimleri elime alıp, meydanın hangi köşesini yapmışsa oraya doğru tutup” Hımmm
güzel olmuş” falan da diyorum. Tabi onları rahatsız ettiğimi düşünmeden. Sağ
olsunlar bana güler yüz ve sabırla karşılık veriyorlar.
Sonra ki günlerde
meydanın aynı bölgesin de başka başka öğrencilerinde çalışmalar yaptığına şahit
oluyorum. Onların da aralarında dolaşıyor, sorular soruyor, hatta hatta bir
tanesine kara kalem resmimizi çizdiriyorum. Beni kırmıyor yaklaşık yarım saat
sürecek karakalem çalışmasına başlıyor. Öğretmeni yanıma gelip “acemi bir
talebeye resmini çizdiriyorsun” diyor. Öğrenci bana “kıpırdama” diyor. Üç beş
kez yırtılıp baştan başlanan çalışma sonunda bitiyor.
Meydanda sadece resim yapan öğrenciler yok. Fotoğraf
çekenlerde var. Onlarda meydanın orasının burasının resmini çekip kendilerini
geliştiriyorlar.
Mimarlık okuyanlarsa meydanda ölçümler yapıyor, alet ve
edevatlarını kullanmayı öğreniyorlar
Bu arada gene meydanın en güzel zamanı gelip çatıyor. Akşam
ezanı ile birlikte meydan masalımsı bir atmosfere bürünüyor. Işıklar kandil
misali yanarken, havuzundan gelen su sesi terapi gibi. Üzerime müthiş bir
dinginlik çöküyor ve bu manzara günün tüm yorgunluğunu alıp götürüyor.
Meydan bu saatlerde bir başka güzel…
İMAM CAMİİ
Mescid-i İmam ya da İmam Camii Nakş-ı Cihan meydanının güney
kısmında bulunan akıllara zarar bir cami. Her ne kadar dışından ihtişamlı
görülse de, caminin içerisine girene
kadar ihtişamın bu boyutlarda olduğunu bende bilmiyordum.
Camii 1. Şah Abbas Tarafından 18 yıllık bir çalışma
sonucunda 1629 yılında tamamlanabilmiş. Kapısı
Buradaki akustik o kadar mükemmeldir ki, küçük bir
fısıltının bile ne kadar çok yankılandığını duyabiliyorum. Kubbenin tam altına
geldiğim de burada ki sesin ne denli etkileyici bir biçimde yankılandığını
duymak beni şaşırttı.
Etkilenerek gezdiğim caminin avlusunun bir köşesinde çizim
yapan öğrencileri görünce yanlarına gidiyor ve duvarlarda ki çini detaylarını
çalıştıklarını görüyorum. Biraz sonra hocaları gelip, öğrencilerin çizimlerini
kontrol ediyor. Bize desenlerin manaları ile ilgili bilgi veriyor. Meğerse
çinilerde ki her desen ve figürün manası varmış. Şahın gülü olarak adlandırılan
bir desen, bereket temsili nar, üzüm çiçekler ve daha niceleri…
Kendimi camii atmosferine o kadar kaptırmışım ki vakit akıp
gitmiş. Buna rağmen buradan ayrılmak istemiyorum. Çünkü burada güneş ışığının
geliş açısına göre atmosfer her daim başkalaşıyor ve ışığın çinilerdeki yansıması
beni adeta hipnoz edip, kendine bağımlı hale getiriyor. Çıkmak istediğimizde
kapının çoktan kapandığını görüyorum. Bekçi “yapacak bir şey yok sabaha kadar
buradasınız” desede Türkçe konuşan bir asker “Şaka şaka buyurun çıkın deyip”
kapıyı açıyor. Kapıdan çıkarken içimden “keşke “ kalsaydım “diye geçirmiyor
değildim.
KAJU KÖPRÜSÜ
Günlerdir Nakş-ı Cihan meydanı etrafında gezip duruyordum.
Bugün meydanın çekiminden kurtulmaya karar veriyor ve İsfahan’da bir tur a
çıkmaya karar veriyorum. İlk olarak İsfahan ın en güzel köprüsü olarak kabul
edilen Kaju köprüsüne gitmeye karar veriyorum. Gayet yeşil ve dingin
caddelerden geçerek Zayende nehri üzerinde kurulmuş Kaju köprüsüne ulaşıyorum.
İki kattan oluşan köprünün tam ortasında(her iki tarafa da
bakan) Şah ın nehri seyretme yerleri var.
Köprü,aynı zamanda nehrin akışını düzenleyen bir barajdır.
Yapılış tarihi 1650 civarıdır. Ayakları arasındaki baraj kapakları
kapatıldığında su seviyesi yükseliyor ve bir göl oluşturuyordu. Köprü olunca,
nehre doğru uzanan taş merdivenler yapılmıştır.
Kemerlerin dış yüzeyi renkli kiremitlerle süslenmiştir. II. Şah Abbas'ın
yaptırdığı köprünün 1873'te onarıldığı tahmin edilmektedir.
Köprüye den kuş kalesine giderken,yolda İran-Irak savaşında
Şehit olanların ebedi istirahatgahı gülistan şehitliğine uğruyorum. Yıllarca
süren ve milyonlarca insanın hayatına malolan anlamsız savaşın ardında ne kadar
çok acılar bıraktığına şahit olarak şehitlikten ayrılıyorum.
KUŞ KALESİ
Kus kalesi ya da sarayı diyebileceğimiz bu yerin geçmişi 400
yıl öncesine kadar dayanıyor. Özetle burası Haber güvercinlerinin ana
istasyonu. Şah döneminde dünyanın dört bir yanına haber götüren güvercinler
buradan yola çıkıyor ve buraya dönüyorlarmış. Haber güvercinlerini o dönemde
tüm devletler kulandı ama onlara böyle bir yer yaptılar mı bilmem?
Bu etkileyici yapı gene bir o kadar etkileyici güvercinler
için yapılmış. Çünkü bu güvercinler günde
Kuş kalesinin yapısı o kadar hassas düşünülerek yapılmış ki,
yaz kış ısı dengesinden tutunda hava dolaşımına kadar her şey olması gerektiği
gibi. Samanlı çamurdan duvarların bir santimi bile israf edilmeden kullanılmış.
Toplanan kuş dışkıları ise tarlalarında kullanılmak üzere çiftçilere
veriliyormuş.
SİESEPOL KÖPRÜSÜ
Zayende nehri üzerinde kurulmuş, Farsçası 33 sütunlu
manasına gelen Siesepol köprüsüne ulaştığımızda, nehrin en önemli köprülerinden
birini daha görmüş oluyoruz. 1602 yılında yapılmış köprü bugün İsfahan ın
simgelerinden biridir.
1 Şah Abbas tarafından yaptırılan köprü
Nehrin kıyısında kuşları besleyen çocuğu bir süre izliyorum.
Ardından kıyıda piknik yapan bir aile beni çaya davet ediyor. Davetlerine
icabet ediyorum. Yorgunluğumu attıktan sonra İsfahan’da görülecek yerler
listesinden Siesepol u silerek oradan ayrılıyorum. Fakat yeniden gelinecek
yerler listesine eklemeyi de unutmuyorum.
SALLANAN MİNARE
Şehrin biraz dışında ki sallanan minarelere ulaştığımda
kafamdan halen “bu minareler gerçekten sallanıyor mu sorusu geçiyordu? Neyse ki
bunu birazdan görecektim.
Kaladin mahallesinde bulunan küp şeklindeki yapı 14.
yüzyılda yaşamış Ebu Abdullah adlı bir dervişin türbesiymiş. Bir rivayete göre
mühendistik hatası nedeni ile minareler sallanmaktadır. Diğer bir rivayet ise
Sasaniler üstün bir teknoloji ile depremde zarar görmesin, dünya döndükçe
ayakta kalsın diye bu şekilde yapılmış.
Eskiden isteyen herkes çıkıp minareyi sallayabiliyorken
bugün saat başı müezzin çıkıp birkaç dakika minareyi sallıyor bilenlerde gelip
seyrediyor.
Vakit gelip te minareler sallandığında sok üstüne çok
yaşıyorum. Minareler gerçekten sallanıyooo
Nihayetinde Müezzin her saat başı tekrarladığı bu kısa gösteriyi
el sallayarak sonlandırıyor. Binlerce seferdir yıkılmadan sallan minarenin bu
seferde yıkılmadan kalmasına sevinerek
orjınal adı ile Munar Junbar dan ayrılıyorum.
ZURHANE
İran da geçmişi 2000 yıl öncesine dayanan sporun yapıldığı
yerdir Zurhane. Mahalle arasında küçük bir Zurhane ye gidiyorum. Şeyh Ali beni
kapıda karşılıyor. Ben duvarda ki resimleri incelerken Şeyh kah flüt çalıyor
kah sıcak su içiyor, kah bizimle şakalaşıyor. Spor u yapmak için gelenler
üstlerini değişip, ısınma hareketlerine başlıyorlar. Bir genç Hz Ali’nin Hayber
kalesinin kapısını sökmesini temsil ettiğini söylediği kapı ile çalışıyor. Şeyh
yanına gelip Hz. Ali’ye methiyeler söyleyerek onu çalıştırıyor.
Herkes tamam olunca Şeyh kürsüsüne çıkıyor ve spor yaparken
sadece İran ın , Hz Ali nin ve de Hz Hüseyin nin konuşulduğu spor başlıyor.
Genelde yaşlıların yaptığı bu spor yeni yeni gençler arasında da yayılmaya
başlamış.
Birçok ritüelin ve sembolün olduğu sporun ritmi giderek
artıyor. Kah semazen gibi dönülüyor, kah mil denilen tahta lavuklar havalara
fırlatılıyor, kah şebbade denilen demir ziller şıngırdatılıyor.
Yaklaşık bir saat süren bu ritüelden bende çok etkileniyorum
ve “iyi ki de gelmişim “diyerek zurhane den ayrılıyorum.
İsfahan’da ki son gecemi de böylece tamamlıyor, sabahın
erken saatlerinde şehirden ayrılıyorum.
BİR KAÇ ŞEY
İsfahan da da tüm İran da olduğu gibi yabancılar için ayrı
fiyat uygulaması var. Oteller, lokantalar, taksiler ve müze girişlerinde bile
yabancılar için ücretlendirme farklı. Özellikle Lokantalarda bu fark çok
belirgin. İranlıların yediği bir yemeğe siz en az üç kat fazla fiyat
ödüyorsunuz buda Avrupa da bir lokantada yemek yemekle aynı fiyata geliyor.
Zaten kebap ve türevlerinden başka yemek seçeneğiniz yok
sayılır. Yağsız pilav la sunulan kebapların yanında Çal denilen gazlı ayranı
tavsiye edebiliriz.Sulu yemek olarak sadece Abguş var. Et, patates, havuç vb
sebzelerin özel bir kapta kömür ateşiyle haşlanmasıyla yapılan yemek kendi
usulünce yeniyor.
Yazı Ve Fotoğraf
Ali Sami PALAZ