
Bu merak sizleri alıp götürür tarihin akıp
gitmiş sihirli zaman tüneline. Öğrenmek istediğinizde ekmeğin tarihçesini
bulursunuz salnamelerin sararmış yaprakları arasında. İlk ekmeğin üretildiği M.Ö. 4000
yıllarından, ilk mayalı ekmeğin üretiminin M.Ö. 1800 yıllarında, eski Mısır’da,
tesadüfen hamurun kendi haline bırakılmasıyla gerçekleştirildiği söyleminden Vakfıkebir’e bu büyülü sanatı
getirenin, Hacıahmetoğlu Sarı Ahmet Aksoy, nam-ı diğer Sarı Ahmet’in
Vakfıkebir’de ilk fırıncılığı başlatanın olduğu kayıtlarını görürsünüz. Bu
süreç bütünleştirir sizi insanlığın tarihi ile. Edindiğiniz her bilgi sizleri
yenilerini öğrenmeye zorlar. Ekmeğin mayalanışından, hazırlanıp pişirilişine
kadar izlenen süreci öğrenirsiniz. Vakfıkebir ekmeğinin Trabzon ve yöre
ekonomisine olan katkısı karşısında şaşırırsınız. Her şaşkınlığınız bir yenisi
ile artar. Hakkında kitapların, gazete köşelerinde yüzlerce yazının
yazıldığını; yerli ve yabancı yapımcılarca belgesellerin çekildiğini, Ağustos
ayında ekmek festivalinin düzenlendiğini öğrenirsiniz.
Yaklaşırsınız bu mistik gıdanın üreticisi,
pişirip servis edeni ustanın ekmek tozlarının serpili olduğu küreğine yapışmış
ustanın yanına. Seyreder şaşarsınız azgın canavar dili gibi fırının içerisini
yalayan alevler arasından üzerinde 2-3 kiloluk ekmekleri küreğinin üzerinden
kızgın taşlara bırakışındaki mahirliği. Merakınızı gidermek adına sıralarsınız
içinizden geçen soruları bir biri ardınca. Usta bu işin sırrını paylaşmak
istemeyecek, ancak ısrarcı olmanız halinde sırlarını sizlerle cömertçe
paylaşımdan çekinmeyecektir. Öğreneceksiniz Vakfıkebir ekmeğinin 500, 1500 ve 3000 g ve francala (İnce uzun biçimde bir ekmek türü) ise 500, 1000, 1500 g olmak üzere üç farklı gramajda
eksi hamur yöntemiyle (indirekt hamur metodu, sponge) üretilen ve ülke
genelinde yaygın olarak tüketilmekte olduğunu. Bu taş fırınlarda 6 tür ekmeklik
ürün pişirildiğini öğrenseniz de kendinizi alıkoyamazsınız soru sormaktan.
Sonra bildiğiniz
ekmeklerden onu farklı kılan kalın sert kabuklu, iri gözenekli, işlem süresinin
uzun ve toleransının yüksek olması, daha aromatik, daha kaliteli, yüksek hacim
ve gramajda olması, geç bayatlaması ve düşük sıcaklıkta pişirilmiş olmasının,
suyu, havası, unu, pişirmede kullanılan odunun, pişirici ustanın mahirliğinin
onu farklı kıldığını. Söz konusu taş fırınlar odun ile kızdırılmakta, 24 saat
hizmet vermektedirler. Zira şehirlerarası yolcu taşıyan otobüsler kısa molalar
verirler Vakfıkebir taş fırınlarının önünde. İstiflenir sıcak ekmekler balık
misali otobüs bagajlarına.
Kolay
değil, günümüzde Vakfıkebir Kazası’nda 25 fırın dünyanın dört bucağına ekmek
göndermekte. Neredeyse yarım asırlık bir geçmişi olan Süleyman Cüre’ye ait
“Cüreoğulları Yeni Fırını” bir farklılık oluşturur Vakfıkebir taş fırınları
içerisinde. Zira bu teşebbüs sahibi Aydın, Mersin, Yalova ve Manisa gibi
illerimizde de fırınlar zinciri oluşturmuş olup, bu girişimini Uzakdoğu
pazarına taşımak için girişimlerini sürdürmektedir.
Böylesi
kalite ve lezzetle damakları süsleyen bir gıda maddesi sadece günlük kullanım
adına fırıncı tezgâhlarından evlere kadar kısa bir yolculuk mu yaptığını
sanırsınız. Anlatılan öykülerle hayranlığınız biraz daha artar. Vakfıkebir’de
üretilen bu ekmeklerin Türkiye’nin; hatta dünyanın dört bir tarafına
gönderildiğini duyarsınız. Öykü değil, gerçeğin kendisidir bu.
Takılır
gümrükçülerin gümrükte denetimine. Bunda şaşılacak bir şey yok. Zira Vakfıkebir
ekmeği gümrük kontrolünden geçen diğer değerli ürünlerden geride kalır yanı yok
ki!..
Taş
fırının cehennem sıcağından buharlaşarak tahta kürek üzerinden dışarıya alınan
ekmeğin buram buram kokusu istemezseniz de izinsiz genzinizden giriverir birden
sizi büyülemeye yeter. Dayanamaz sizde bir tane satın alır, zevkle koparıp,
iştahla yersiniz. Yedikçe de neden bu lezzeti tatmakta geç kaldığınıza
hayıflanırsınız. Etraftaki söylenenlerden söz konusu Vakfıkebir ekmeği için
kitaplar yazıldığı, sempozyumlar düzenlendiği, doktora tezlerinin yapıldığını,
festival yapıldığı, hatta Japonya’nın belgesellerine girdiğini duyunca
şaşırmadan yapamazsınız. Böylesi bir fırsatı yakaladığınıza göre kendinizi
diğer insanlardan daha farklı ve bahtiyar hissedersiniz. Kolay değil,
geldiğiniz şirin bir kasabadan bir anda Uzakdoğuya, Avrupa’ya hatta
Venezuela’dan Meksika’ya kadar hayali bir seyahat eder, neden daha önce bu
fırsatı yakalayamadığınıza hayıflanırsınız.
Yine
de ayağınıza gelmiş bu fırsatı kaçırmak istemezsiniz. Cezp eder sizi ekmeğin
görünümü ve mis gibi sıcak taş fırın ekmeğinin
kokusu. Çalarsınız üzerine bir kaşık yöreye özgü tereyağından, başlarsınız
lezzetle ısırmaya. Ağzınızda ekmeğin hamur kokusu yok, bambaşka bir ferahlatıcı
koku sarar bedeninizi. Tamamlamak için bu zevk şölenini yudumlarsınız üzerine
Karadeniz’in yaprak çayını. Emin ayrılırken mutlaka bir ya da iki ekmek satın
almadan kalkıp gidemezsiniz. Zira yöreden bundan daha güzel ve değerli bir hediye
olacağını sanmıyorum… Bu da yetmeyecektir zira o yaşanmışlığı ve damak tadını
tatmış olmanın ayrıcalığını yaşamış birisi olarak gönüllü reklam edeceksiniz
Vakfıkebir ekmeğini.
Yazı Ve Fotoğraf
Dr. Enver UZUN