Sinemanın duayen eleştirmeni atillâ dorsay ile Keyifli bir röportaj

Sinema eleştirmeni, mimar, gazeteci, yazar Atillâ Dorsay’ı Etiler’deki evinde ziyaret ettim. Dünden bugüne başarılarla dolu yaşamını, eserlerini, koleksiyonunu bizlerle paylaştı.

 

Sinemanın hayatınızda önemli bir yeri var. Asıl mesleğiniz olan mimarlığı bıraktırıp sinema eleştirmenliği yaptıracak kadar da güçlü.  Sinemanın büyüsüne nasıl kapıldınız?

1939 İzmir Karşıyaka doğumluyum. Doğduğum zaman II. Dünya Savaşı yıllarıydı. Radyolardan gelen seslerin dışında eğlence hayatı yoktu. Annem, babam halkevlerine gider, beni de götürürlerdi. Bir de sinemalar vardı. Herhalde yapım nedeniyle küçük yaşta sinemanın görselliği beni çok etkiledi. 6-7 yaşlarında gördüğüm filmlerin bazılarını çok iyi hatırlarım. Sonra İstanbul’a göç ettik. Galatasaray Lisesi ilkokul dördüncü sınıfından itibaren İstanbul’da okumaya başladım. İki yıl sonra Beyoğlu’na terfi ettim ve kendimi İstanbul’un sinema dünyasının göbeğinde buldum. O dönemden itibaren sinema defterleri tutmaya başladım. Filmin orijinal adını, yönetmenini, oyuncularını, hangi sinemaya kiminle gittiğimi, birkaç cümle ile de eleştirisini yazardım. Adam olacak çocuk belli olur hikâyesi ki herhalde başka alternatif yoktu.

 

Sinemaya olan sevginiz sizi sinema eleştirmeni yapıyor. Bugün ise sinema eleştirmeni denilince öncelikle Atillâ Dorsay akla geliyor. Bu yolculukta ilk adım nasıl atıldı?

Sinema defterlerine her yıl düzenli biçimde devam ettim. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra Mimar Sinan o zamanki adıyla Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık bölümünden mezun oldum. Askerden döndüğümde Sinematek kurulmuştu. Yabancı filmler daha çok ve sık geliyordu. Türk sinemasının önemli yıllarıydı. İstanbul Belediyesi İmar ve Planlama Müdürlüğünde mimar olarak çalışmaya başlamıştım. Bir gün oturup haftanın filmlerini birer eleştirmen gibi yazıp Cumhuriyet gazetesine götürdüm. Bir mucize oldu, kabul ettiler. 1966’nın aralık ayında Cumhuriyet gazetesinde eleştiri yazmaya başladım. O andan itibaren eleştirmenliği meslek olarak gördüm. Belediyede bir yıl çalışıp ayrıldım. Maaşı çok düşüktü. Bu arada başka bir meslek geliştirdim: Tercüman rehberlik. Bütün işleri birden yapmam zordu. Bu nedenle mimarlığı feda ettim. Gazetecilik ve rehberlik kaldı. Tercüman rehberliği 30 yıl, 1990’lara kadar sürdürdüm. Sonra onu da bırakıp tüm zamanımı gazeteciliğe ve yazıya verdim. 27 yıl Cumhuriyet gazetesinde, ayrıca Milliyet, Yeni Yüzyıl gazetelerinde ve 1999’dan itibaren de 15 yıl süreyle Sabah gazetesinde yazdım.

 

İlk eleştiri yazınız hangi film hakkındaydı? O dönem sinema eleştirmenleri kimlerdi?

            “Bir Aşk Gecesi” adlı İsveç filmiydi. Bir diğeri de Sean Connery ve Gina Lolobrigida’nın oynadığı “Esrarengiz Dilber” adlı filmdi. Tuncan Okan 1950’li yıllarda Milliyet’te yazıyordu. Hepimize yol göstermiştir.  O zaman ki diğer eleştirmenler olarak Semih Tuğrul ve Giovanni Scognamillo’yu sayabiliriz. Eleştiri yazan yönetmenler vardı, Halit Refiğ gibi. Biz Sinematek kuşağındanız. Sungu Çapan, Tanju Akerson ve de ben vardım.

 

Koleksiyona dönüşmüş film arşivinizin kapsamından bahseder misiniz? Her çıkan filmi alıyor musunuz?

Sinema tarihine ilişkin bir DVD koleksiyonum var. 7000 civarında film mevcut. Bugünün filmlerini pek almıyorum. Çünkü onu hemen görüyoruz. Yazıları, eleştirileri çıkıyor. Her çıkan iyi film ben de olsun diye bir kaygım yok. Kaygım; sinema tarihini tümüyle temsil eden bütün önemli yönetmenlerin önemleri oranında temsil edileceği bir arşiv oluşturmaktı, bunu başardım. Bugün sinema tarihinden bende filmi olmayan yönetmen yok gibi bir şey. Sessiz dönem Charlie Chaplin, Laurel ve Hardy, klasik dönem 1940’lar, 1950’ler, Amerikan klasik dönemi John Ford, Albert Hitchcock’un DVD filmleri mevcut. İngiliz ve Fransız sinemasını da çok severim.

 

DVD bitti bitiyor. İnternetten film indirip seyretmek istemezsiniz herhalde. Bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, asla seyretmem. Onun için bunları bir müzeye vermek istiyorum. İnsanlar gelip beğendiği filmi izler. DVD playerlar olacak herhalde. Teknolojiye karşı değilim. Ancak DVD’nin hayatımızdan çıkmasını istemem. Elle tutmak, dokunmak farklı bir şey. Ayrıca aradığım her filmi internette bulamıyorum. Bulsam bile hepsinde alt yazı olmuyor. Sinemada izlemek televizyonda izlemeye benzemiyor. Değişimin iyi yanı artık çok güzel sinemalar var. Okyanus gibi ekranlar...

 

Bir dönem de radyoda, televizyonda programlar yaptınız. Severek takip ediyorduk…

TRT Radyo 3’de müzik programı yaptım. Televizyonda da “Sanat Tarihinden Bir Yaprak”, “Sinema 100 Yaşında” ve “Sinema Büyüsü” programlarını yaptık. 8-10 yıl sürdü. Halkımız için özenle seçtim filmleri.

 

Sinema kitapları koleksiyonunuzda neler var?

1000 civarında kitabım var. Başlıca kitapların hepsini bulmak mümkün. Klasiklerin tamamı, arşiv kitapları mevcut. Türker İnanoğlu’nun göndermiş olduğu devasa arşiv kitapları var.

 

Başka neler biriktiriyorsunuz?

Lobi kartları, menüler, konser ve tiyatro davetiyeleri biriktiriyorum.

 

Aynı zamanda fotoğraf çekiyorsunuz. Kişisel sergiler açtınız. Bahseder misiniz?

Antalya Festivali’nde Türkan Şoray’ın benim çektiğim fotoğraflarından oluşan bir sergi açtım. Daha sonra Türker İnanoğlu Müzesi’nde sergilendi. Sinema, oyuncu ve yönetmen portreleri çektim. Fransız Kültür Evi’nde Türk ve Fransız sanatçılarının portrelerinden oluşan bir sergi açtım. Hindistan temalı bir sergim oldu. Ancak fotoğrafta hiçbir zaman iddialı değilim.

 

Binlerce film seyrettiniz. Sizi derinden etkileyen film hangisiydi?

Birkaç film var. Mesela “Casablanca”. Aşk ve savaşı birleştirir. Bu beni çok etkilemiştir. Diğeri Stanley Kubrick’in “2001: Uzay Yolu Macerası”. Defalarca seyrettim. Halen üzerinde düşündüğüm bir filmdir. Modern sinemadan “Dövüş Kulübü”dür. Kara filmle, gerilimi, fantastiği birleştiren doksanların bir filmidir.

 

Bu süreçte sinema üzerine pek çok kitap yazdınız, yazmaya devam ediyorsunuz. Seyahat ediyorsunuz, kaleme aldığınız iki kitabınız var. “Yaşam ve Ölüm Kentleri” ve “Hindistan Sıcağından Norveç Buzuluna” adlı eserlerinizi keyifle okuduğumu söylemeliyim. Son olarak Sinemanın Duayen Yazarı Atillâ Dorsay’ın bir günü nasıl geçiyor dersem neler söylersiniz?

Sabah yedi de kalkar, gece on birde yatarım. Sabah kalktığımda yazım varsa onu yazarım. Sonra gazeteler gelir, okurum. O gün seyredeceğim bir film varsa saat on buçuk gibi evden çıkar, filmi izlemeye giderim. Öğleden sonra yarım saat uyurum. Sonra bütün gün evdeyim. Yazarım. Şimdi internette, T24’de yazıyorum. Yer sıkıntısı olmadığından uzun yazıyorum. Bunlar bir kitap olacak.

 

Atillâ Bey sinema ile dolu yaşamınıza çıktığımız bu yolculukta Köşe Bucak Dünya dergimiz adına, gösterdiğiniz sıcak ilgi ve keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ederim. Nice güzel eserler üretmeniz ve nice yıllarda bizlerle olmanız dileğiyle…

 

Yazı Ve Fotoğraf
Benian Çulhaoğlu