Son anda verilmiş bir kararla,
Unesco Dünya Miras Listesi’ndeki Efes Antik Kenti için direksiyonumuzu Selçuk’a
kırıyoruz. Planımız plansızlık olunca zaman darlığı gibi küçük sürprizler
ortaya çıkabiliyor ancak benim kendime bir sonraki gelişim için tavsiyem Selçuk
ilçesine bir tam gün ayırmak. Zira Efes’in dışında Yedi Uyuyanlar Mağarası,
Meryem Ana Evi, Selçuk Kalesi, Efes Müzesi gibi göremeden geri döndüğüm yerler
kaldı. Hatta Şirince’ye uğrayıp belki birkaç kadeh Şirince şarabı keyfi bile
çıkarılabilir.
Turumuza
kaya mezarlarının, sütun ve sütun başlığı parçalarının sıralandığı ağaçlı bir
yol ile başlıyoruz. Bütün muhteşemliği ile önce 25.000 kişilik Büyük Tiyatro
karşılıyor bizi. Ancak bu, henüz göreceklerimizin habercisi.
Tiyatrodan
çıktıktan sonra “bir seçim bir vazgeçiş” derin düşünceleri içerisinde Meryem
Bazilikası’nı işaret eden tabelayı es geçerek insanların yoğunlukta olduğu yolu
takip ediyoruz. Celsus Kütüphanesi uzaktan bile bütün heybetiyle karşımıza
çıkarken, kalp atışlarımız adımlarımızla birlikte hızlanıyor. Kütüphanenin,
Instagram podyumuna çevrilmiş cephesinden habersiz, koç başları ve
boynuzlarından çıkan şölen gibi bezenmiş kaya parçaları eşliğinde biraz daha
yaklaşıyoruz giderek.
M.S.
1-2. Yüzyıllarda inşa edilmiş bu yapıyı yalnızca sosyal medyanın “beğen” butonu
olarak görenlere selam olsun. Ayrıca, yaratıcı hepimizi İspanyolun çok
konuşanlarından korusun. Şaka değil, dolaştığımız sıralar tam bir İspanyol
akını. Oturayım, detayların güzelliğinde kendimi şöyle bir kaybedeyim, gözüm
doysun, ruhum doysun dediğiniz anda kafile ve tur rehberinin ortasında
buluyorsunuz kendinizi.
Ayrıca
–ezoterik araştırmaları sevenler anlayacak şimdi beni- insanlığın hangi bilgiyi
almasından, algılamasından, kavramasından ve eyleme dökmesinden korkuyordunuz
ki bu kütüphaneyi yaktınız e be Gotlar? Komplocu tarafım gelip tabiî ki de bu
teoriyi yazacaktı. Her yer yansın
yakılsın yıkılsın, kütüphanenin dış cephesi ancak yüzyıllar sonra gerçekleşen
depremde hasar görsün. Yine de beceremediniz, çünkü, we are the granddaughters
of the witches you weren’t able to burn (bizler, yakamadığınız cadıların
torunlarıyız) canım.
Kütüphaneden
çıktıktan sonra bir giriş ve güvenlik daha görüyoruz. Burası, Müzekart geçerli
olmadığı için kimsenin 55 lira verip de girmediği Yamaç Evler. Öğrenci kartımın
geçerli olması sebebiyle büyük bir mutlulukla tek başıma gezmeye başlıyorum bu
evleri. Yavaş yavaş yukarı çıktıkça, önce kocaman bir bazilika karşılıyor bizi,
ev sahibinin konuğunu kabul ettiği mekan. Oldukça gösterişli. Biraz daha
tırmandıkça duvarlardaki freskler ve yerlerdeki mozaikler çoğalmaya başlıyor
eşzamanlı olarak. Pompei’dekilerle oldukça benzer. Her yer o kadar bezeli ki;
duvarlarda figüratif insan başları, çelenkler, çiçekler. Yerlerde geometrik
kompozisyonlar içinde döngüler. Zaman zaman pagan dönemlerine atıfta bulunan su
ile ilgili hikayeler. Ve bol bol Medusa başları.
Son
dakika giriş yaptığımız için güvenlikçi abimiz bizi biraz beklemek zorunda
kalıyor. Her yeri yüzümüzde kocaman bir gülümseme, mest olmuş bakışlarla
incelerken; bu sırada o da gözlerini dikmiş bizi inceliyor. “Kazılar hala devam
ediyor mu?” diye sorduğumda “iki senedir hiçbir şey yapılmıyor” cevabını
alıyoruz. Zaten kazılar da Avusturya tarafından yürütülüyormuş, evlerin
tepesindeki çatıyı bile onlar yaptırmış. Yamaç Evler’i geride bırakırken
akıllarımızda birtakım sorular kalıyor geriye; yerdeki geometrik şekiller
sadece gerçekten bezeme amaçlı mı kullanılmışlar ve burada yaşayanlar neden
Medusa ile kafayı bozmuşlar?
Çünkü
Yamaç Evlerden hemen sonra yürümeye başladığımız Kuretler Caddesi’nde bizi ilk
karşılayan mimari Hadrianus Kapısı. Kemer başlıklarında yine Medusa kafası bizi
karşılıyor. Bu sırada rölyeflerindeki küçük küçük figürlerle şehrin kuruluşu
anlatılıyor. Dizilmiş bütün taşların üstündeki kedileri itinayla severek
caddenin sonuna geliyor ve Herakles Kapısı’ndan geçiyoruz. Nike’ler aslan
postuna sarılmış, detayları o kadar büyüleyici ki.
Sonrasında
M.S. 1. Yüzyılda inşa edilen Domitianus Tapınağı bizi karşılıyor. Ölümünden
sonra imparatorun lanetlenmesiyle birlikte Flavianuslara devredilen tapınağın
hikayesinin sonrası ise biraz hüzünlü. Paganlığın ortadan kalkışı ve
Hıristiyanlığın gelmesiyle birlikte yapı, temel taşlarına kadar sökülüyor. Peki
insanoğlu kendinden olmayanı neden böylesine kabul edemiyor? Hepsinin ve
herkesin, hala bir başkasını olduğu gibi kabul edemeyenlerin huzura
kavuşmalarını dileyerek kocaman bir U çiziyor ve Kuretler Caddesi’ne geri
dönüyoruz. Çizdiğimiz U içerisinde bir su sarayı, bir yazıtlar galerisi, bir
konser binası, bir hamam ve Efes Antik Kenti’nin üst girişini geride bırakarak
yine kütüphanenin önünde buluyoruz kendimizi. Ufak bir iç çekme, yolun bizi
götürdüğü Büyük Tiyatro’nun önünde saygıyla eğilme, İstiklal Marşı ve kapanış
ile, sorduğumuz tüm soruların bizde bıraktığı düşünceli bir ruh hali içerisinde
biz de Selçuk’u geride bırakıyoruz.
Yazı Ve Fotoğraf
Doruk Conker ŞAHİN