Otel görevlisi ve aynı zamanda rehberimizin heyecanla "Rhino! Rhino!" diye bağırarak, bizi
çağırmasıyla kendimizi apar topar odadan dışarı attık. Rehberimiz sabahki orman
yürüyüşümüzde bizim mutlaka gergedan görmemizi sağlayacağına dair söz vermişti.
İşte şimdi sözünü tutmanın gururuyla "Rhino! Rhino!" yani “Gergedan!
Gergedan!” bağırıyor.
Peşine takıldığımız rehberimiz bizi Narayani Rapti nehri kıyısına
getirdiğinde, haberin ne kadar çabuk yayıldığını anlamış olduk, Chitwan’da ne
kadar turist varsa, buranın fenomeni “Gergedan”ı görmeye gelmiş. Kalabalığın
arasında yer bulup, nehirde bulunan gergedanı seyretmeye koyulduk. Gergedanın
sırtı ve kafasından başka bir yeri görülmüyor. Gergedan, dakikalar sonra azcık
kıpırdasa etraftan “Ooo! Vaav!” sesleri yükseliyor. Dünyanın dört bir yanından
insanlar gelmiş gergedanı izliyor, gergedan ise hiç istifini bozmadan,
banyosunu yapıyor.
Birazdan güneş muhteşem bir gösteriyle veda ediyor. Zifiri
karanlık ne demekmiş o zaman anlıyoruz. Yıldızlar gökyüzünde kristal avizelermişçesine
yakın ve parlak. Karanlıkta floresanımsı ışıklarıyla ıpıl ıpıl ateş
böceklerinin gösterisi ve türlü vahşi hayvan sesleri. Uyku vakti gelince otelimize
dönüyor, sivrisinek ordusuyla birlikte yatağa giriyoruz. Neyse ki cibinliklerimiz
var.
Nepal'in başkenti Katmandu’ya 160 Km mesafede olan Chitwan
millî parkı, zamanında yani 1900’lü yıllarda soyluların ve sömürgeci
İngilizlerin av sahasıymış. Hayvanların ve türlerinin azalmasıyla 1973 yılında
buranın koruma altına alınıp millî park olmasına karar verilmiş. Hayvanlarla
birlikte yaşayan halk buradan çıkartılamayınca halka “Buyrun, birlikte yaşayın,
ama uslu durun!” denilerek araya sınırlar konulmuş. İnsanlara “Bu alanlara
kesinlikle girmeniz yasak!” denilmiş, fakat aynı şey hayvanlara söylenememiş.
Hayvanlar kafalarına göre tarlalara, kümeslere evlere izinsiz girişler yapmaya
devam etmişler. Hayvanların bir kısmı kaza kurşununa kurban gitmiş(!). İnsanlardan
da sınır ihlali yapanlar olmuş. Bazı insanlar da hayvanlar tarafından kazara
yenmişler. Bugün bile hayvanlar tarafından kazara yenen insanlar olduğunu
öğreniyoruz. Hiç şaşırmadım. Rapti nehrinde kano gezisi yaparken, etrafımızın
irili ufaklı onlarca timsahla sarılı olduğunu düşününce bu bana olmayacak bir
şeymiş gibi gelmedi. Kano kullananlar bize iyilik olsun diye ağzını iyice
ayırmış timsahın burnunun dibine kadar yanaşmıyor mu! “Ha yendik ha yenileceğiz!”
korkusu yaşıyoruz?
Kano gezisi demişken “Silk Cotton” ağacı gövdesinden yekpare
olarak yapılan kano ile yaptığımız nehir gezisi pek keyifliydi. Suyun üzerinde
kuğu gibi süzülürken, etrafımızda türlü vahşi hayvanlar (maymun, fil, geyik, yak
vs.) üzerimizde uçuşan rengârenk kuşlar… Ki başka nerede gözünüzün önünden bir
Tavus Kuşu uçarak geçer?
Bir saatlik Kano gezisi ardından iki saatlik orman yürüyüşü.
Gerçek bir ormandan bahsediyoruz, her şeyiyle gerçek bir orman. Düşünün artık.
Burada tasvir gücümün yetersizliğini hissediyorum. İçerisinde yüzlerce çeşit
yırtıcı, memeli, otçul hayvan ve dahi kuş türü barındıran ormanı daha sonraki
yazılarımda anlatacağım söz. Fakat burada gördüğüm kuş türleri dudak
uçuklatacak türdendi. Bir ara Büyük Yarış isimli bir film izlemiştim. Yarışa
katılanlar dünyanın dört bir yanında kuş gözlemliyor, en çok kuş gözlemleyen
yarışı kazanıyordu. Burada da kuş gözlem turları yapılıyor. Nasıl ki burada
şehrimizde penceremize serçe, güvercin gibi kuşlar konuyor, orada başınızın
üzerinde kartallar tur atarken, pencerenizin pervazına Zümrüdüanka kuşu
konabiliyor. Abarttım galiba :)
Chitwan’a geldiğimiz gün, henüz hiçbir yeri görmemişken,
kahvaltı yaparken, penceremizin önünden dev bir filin geçmesinden anlamalıydık
buranın ne denli doğa ile iç içe bir yer olduğunu. Tabii sonra alışıyor insan.
Sonraki günlerde fil bizim için sokaklarda dolaşan kedi köpek gibi oldu.
Yeğenim Taha ya "Taha, bak fil geçiyor!" dediğimde "Off yaa, yine
mi, bi rahat bırakmıyorlar ki alış veriş yapalım!" deyince anladım durumu.
Sonrasında duşumuzu bile filin sırtında, filin hortumundan fışkırttığı su ile
aldık düşünün artık. Ormanda çıktığımız
fil sırtındaki yolculukta filin sırtında olduğumuzu unutturacak manzaralarla
karşılaştık. Kâh nehre daldık kâh antilop sürüsü görüp üzerlerine gittik. Hatta
Taha şapkasını düşürüp "Eyvah, gitti şapka!” demişken fil durumu fark edip,
hortumuyla şapkayı alıp Taha’ya verdi. Yani demem o ki filmiş, maymunmuş burada
sen ben gibi. Gergedan, eh işte. Burada asıl mesele Bengal Kaplanı
görebilmekte. O da yerli halk için değil sen ben için. Hani küçükken derlerdi
ya “Uslu bir çocuk olursan, ormanda şirinleri görebilirsin!” diye, burada da
yerli halk bize "Ormanda birkaç gün geçirecek cesaretin varsa kaplan
görebilirsin!" diyorlar. Sadece kaplan değil tabi, birçok vahşi hayvanı.
Bizim vaktimiz yok, yoksa kim korkar ormanda bir kaç gece geçirmekten! ;) Filmlerde
bir sahne vardır ya hani. Yakılan ateşe gergedan gelir... O geldi birden
aklıma...
Akşamları Tharu halkının, dans gösterileriyle vaktimizi
geçirdik, gündüzleri ormanda, vahşi hayatla iç içe. En çok içimi acıtansa fil
yetimhanesinde gördüğüm, zincire vurulmuş yetim filler oldu. Kıpırdayamayan fil
yavruları delirmek üzere gibi geldi bana. Onun dışında her şey muhteşemdi.
Ha bir de Asya fili ile Afrika fili arasındaki farkı
anlatmaya çalışan rehberimizi dinlemeyince bizi "Dinlemeyecekseniz boşuna
anlatmayayım!" diye azarlaması vardı. “Etrafta bu kadar renk, koku, ağaç
hayvan varken nasıl dinleyelim seni?” diyemedik. “Bak bir tavus kuşu daha
uçuyor, sen de bak!” diyemedik. Özür dileyip dinliyormuş gibi yaptık.
Özetle ve şiddetle güzeldi Chitwan.
Yazı Ve Fotoğraf
Ali Sami PALAZ - Taha PALAZ