RUMİ NİN İLK HALİFESİ SELAHADDİN İ ZERKÜB

Selâhaddîn-i Zerkûb 1186 yılında Beyşehir Gölü’nün kıyısındaki Kâmile Köy’ünde doğdu. Asıl adı Ferîdun’dur. Balıkçılıkla geçinen bir aileye mensup olup babasının adı Yağıbasan’dır. Konya’ya giderek zerkûbî yani kuyumculuk sanatını öğrendi ve bağcılıkla da uğraştı. Kırk yaşlarında iken fütüvvet ehli kuyumcuların şeyhi oldu ve Selâhaddîn-i Zerkûb, Selâhaddin Zerkûbî, Selâhaddîn-i Zerrinkûb unvanlarıyla anılmaya başlandı. 1232 yılında Konya’ya gidip Sincâniye Mescidi’nde itikâfa giren Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin şeyhi Seyyid Burhâneddin’e intisap etti. Şeyhin Mevlânâ’ya halifelik icazeti verip Kayseri’ye dönüşünün ardından evlenmek üzere köyüne gitti. Ahmed Eflâkî onun bir cuma günü Konya’ya geri döndüğünü, Ebülfazl Camisi’nde cuma namazından sonra vaaz eden Mevlânâ’yı dinlerken şeyhinin halini Mevlânâ’da müşahede edip cezbeye kapılarak kürsüye koştuğunu ve Seyyid Burhâneddin’den sonra Mevlânâ’ya intisap ettiğini söyler. Bu olay, Seyyid Burhâneddin’in 1241 yılında vefatının ardından ve Şems-i Tebrîzî’nin Konya’ya geliş tarihi olan Kasım 1244 yılı öncesi gerçekleşmiş olmalıdır. Nitekim Sahih Ahmed Dede onun Mevlânâ’ya 1243 yılında mürit olduğunu kaydeder. Ferîdûn-i Sipehsâlâr ise ilk defa Mevlânâ’ya intisap ettiğini söyler. Ona göre Mevlânâ, kuyumcular çarşısından geçerken Selâhaddin’in dükkânından gelen çekiç seslerinin âhengine uyarak cezbeyle semâ etmeye başlamış, Selâhaddin ona bu sırada intisap etmiştir. Halbuki Sahih Ahmed Dede’ye göre bu meşhur olay Ebülfazl Camisi’ndeki ilk intisaptan dört yıl sonra Kasım 1247 tarihinde meydana gelmiştir. Selâhaddîn-i Zerkûb’un Şems’in Konya’ya gelmesinin ardından onun sohbetlerine katıldığı, Şems ile Mevlânâ altı ay boyunca halvette kaldıklarında Sultan Veled ile birlikte halvethâne kapısını beklediği, Mevlânâ’nın Selâhaddîn-i Zerkûb’u çok sevdiği ve değer verdiği, Şems’in gelişinden sonra vaazı tamamıyla terk ettiğinde onun ricasıyla bir defaya mahsus olmak üzere vaaz ettiği kaydedilmektedir. Eflâkî, Selâhaddin’in bir sırrı keşfederek Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykâvus’un Mevlânâ’ya intisap etmesine vesile olduğunu belirtir. 1254 yılında Moğol askerleri Konya’yı muhasara ettiklerinde Mevlânâ, Konya’nın Selâhaddîn-i Zerkûb vesilesiyle bağışlandığını ve işgal edilemeyeceğini halka müjdelemiştir.

 

Mevlânâ ile Selâhaddîn-i Zerkûb arasında şeyh mürit ilişkisinin yanında yakın bir ailevî irtibat söz konusudur. Zerkûb’un ilk kızı Fâtıma Hatun’a her gün Kur’an dersleri veren Mevlânâ onu 1246 yılında oğlu Sultan Veled’e nikâhladı. Diğer kızı Hediye Hatun ise Eflaki’nin “Üstâd-ı Selâtîn” sözünden yola çıkarak sarayın yazı hocası olduğu anlaşılan Nizâmeddin Hattât ile Mevlana’nın çabaları sonucunda evlendirildi. Mevlânâ’nın, “Fâtıma sağ gözümdür, Hediye sol gözüm” dediği nakledilir. Eflaki’nin eserinde yer alan, Mevlânâ’nın Selâhaddîn-i Zerkûb ve ailesiyle yakın ilişkilerine dair çeşitli menkıbelerden onun Zerkûb ailesini kendi ailesinden saydığı anlaşılmaktadır.

 

Sultan Veled, Şems-i Tebrîzî’nin 1247 yılında ikinci ve son kayboluşundan sonra babasının Şems’i Selâhaddin’de bulduğunu, onunla sohbetlerini arttırarak sütle şekerin kaynaştığı gibi kaynaştığını, Şems’in ardından içine düştüğü aşk ve coşkunluk halinin irşada engel olması sebebiyle Selâhaddin’i halife seçtiğini ve kendisinden ona uymasını istediğini söyler. Mevlevî kaynaklarında Selâhaddin’in halife seçilmesiyle Mevlânâ’nın hayatında sükûnet döneminin başladığı kaydedilmektedir. Eflâkî, Mevlânâ’nın Şems’i bulmak ümidiyle Şam’a üçüncü gidişi sırasında müritlerle ilgilenmesi için yerine ilk defa Hüsâmeddin Çelebi’yi vekil bıraktığını, Şems’ten ümit kestikten sonra yerine Selâhaddîn-i Zerkûb’u halife tayin ettiğini aktarmaktadır. Selâhaddin’in cahil olduğunu, şeyhlik için ehil sayılmadığını hatta Şems’i arattığını söyleyen bir kısım müritler daha da ileri gidip onu gizlice öldürerek bir yere gömmeyi planlamışlarsa da suikast önlenmiştir. Sultan Veled suikast düzenleneceğini duyan Selâhaddin’in bu haberi gülerek karşıladığını, kendisinin Mevlânâ tarafından seçildiğini, onun hakikatine ayna olduğunu, bu sebeple kendisine bir şey yapılamayacağını söylediğini bildirmektedir. Mevlânâ da Selâhaddin hilâfet makamına geçtikten sonra eski dostlarından Çavuşoğlu’nun ona düşman olduğunu belirtmek suretiyle müritlerin kıskançlığına işaret etmektedir. On yıl kadar Mevlânâ’nın halifeliğini yapan Selâhaddîn-i Zerkûb 29 Aralık 1258 tarihinde vefat etti ve semâlar eşliğinde Sultânülulemâ Bahâeddin Veled’in sol yanına defnedildi. Mevlânâ, Zerkûb’un yerine Hüsâmeddin Çelebi’yi tayin etti.

 

Selâhaddîn-i Zerkûb ilk Mevlevî kaynaklarında bâtını zâhirine galip, çokça riyâzette bulunan, gaybü’l-gayb âleminden haberler veren, sırları keşfeden, zâhirde avamdan görünüp bâtında ârifler zümresinden olan bir sûfî diye tanıtılır. Eflâkî’ye göre Seyyid Burhâneddin, Sultânülulemâ Bahâeddin Veled’den kendisine intikal eden söz fesahatini Mevlânâ’ya, hal güzelliğini de Selâhaddîn-i Zerkûb’a vermiştir. Eflâkî’nin Selâhaddin’in halleri ve makamıyla ilgili rivayetleri dikkate alındığında onun sülûkünün başlangıcında amel ve hallerinin güzelliğini zihninde tahayyül etmesiyle çeşitli renklerde nurlar müşahede ettiği ancak Mevlânâ’ya mânevî nisbetinin artması sonucunda renksizlik ya da fenâ-yi hakîkî mertebesine ulaştığı, okuma yazma bilmeyip konuşurken kelimeleri sıkça yanlış telaffuz etmekle birlikte derin bir mârifete sahip olduğu görülmektedir. Nitekim, “Ârif kimdir?” diye sorulduğunda Mevlânâ’nın, “Ârif sen sustuğun halde senin sırrından bahseden kimsedir, bu da Şeyh Selâhaddin’dir” demesi bunu teyit etmektedir. Sultan Veled, babasının Şems-i Tebrîzî’yi güneşe, Selâhaddîn-i Zerkûb’u aya, Hüsâmeddin Çelebi’yi yıldıza benzettiğini kaydeder. Mevlânâ, divanında onu “Salâh-ı hakk u dîn, Salâh-ı dîn, Salâh-ı dil ü dîn, Salâhu’d-dîn” gibi mahlaslarla yetmişin üzerinde yerde anmaktadır.

 

Not: Kabri Mevlana Müzesi içerisindedir.

 

KAYNAK: TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 36. cildinde 340-341 numaralı sayfalarda yer almıştır.

 

 

Yazı Ve Fotoğraf
Hasan DURUCAN