Prag ya!

Bir Sempozyum duyurusuyla başladı her şey. “Herkesin hayranlıkla bahsettiği Prag şehrini görme fırsatını kaçırır mısın oğlum!” dedim kendime, “Hayır!” deyince kendim, başladım hazırlıklara…

            Gideceğim yerlerle ilgili önceden birazcık olsun araştırma yapmak hep âdetim olmuştur. Şöyle bir internet gezisi yaptığımda Prag hakkında Nazım Hikmet’le ilişkilendirilmiş epeyce bir yazının dışında pek bir şey bulamadım. Ben de severim Nazım’ın “…Prag'da ay doğuyor limon sarısı / Doktor faust’un evi önünde duruyorum / Çalıyorum açılmaz kapıyı gece yarısı” dizelerini ama Prag sadece Nazım ve Kafe Slavia’dan oluşuyormuş gibi yazılanlara kızdım ve “Prag ya!..” dedim, “…gider kendim yazarım!” ve başladım…

            Güneşli bir İstanbul’dan güneşli sayılabilecek bir Prag’a ulaştık. Bir şehir, beni içine çekebilecek bir şeylere sahip olmalıdır bana göre. Bunun ne olduğunu bilmem mümkün değildir, ancak gördüğümde “Hah, işte bu!” derim. Daha Vaclav Havel Havaalanı’dan şehre giderken yol kenarında şehrin beni içine çekecek nesnesini bulmuştum bile. Çiçeklerini döküp etrafına kokusunu yayamasa da, Avrupa’nın pek çok şehrinde göremeyeceğiniz yol kenarına dikilmiş meyve ağaçlarının arasında salınan, memleketimden çok tanıdık bir dost:  iğde ağaçları.

            Şehre girişte ilk olarak, Karadeniz coğrafyasına benzeyen yeşillikler arasında eski ve yeni mimarinin karışımı evler karşıladı bizi, Türkiye’de olsa burun kıvrılarak trafiğe salınmasına izin verilmeyecek oldukça eski tramvaylar eşliğinde.

            Farklı yerleri kısa süreliğine ziyaret edenlerde genellikle herkesin daha önce iz bıraktığı ya da herkes tarafından bilinen yerleri görme isteği ağır basar. Bu, bende de böyledir biraz ama beni daha çok “tabanvay”larla gezdiğim ara sokaklarda göreceklerim veya herkesin bilmediği küçük bilgi kırıntıları daha çok cezbeder. Meselâ ilk ziyaret duraklarımızdan olan günümüzde Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak kullanılan Prag Kalesi’nin girişinde edindiğim, belki de ilk defa duyacağınız bilgi gibi.

            Slav ırkından gelen Çeklerin Ortaçağ’da kurdukları Bohemya Prensliğinden sonra kendilerine ait bir krallıkları ve yönetimleri pek olmamış. I. Dünya Savaşı’na kadar genellikle Habsburg hanedanlığı altında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu altında geçinip gitmişler. İşte bu krallardan biri olan II. Rudolph zamanında Sultan III. Murad Han bu krala bir aslan hediye etmiş. O zamanın kâhinlerinden biri, Rudolph’a: “Bu aslana iyi bak, bu aslan ölürse sen de ölürsün!” demiş. Rudolph korkusundan ne yapacağını şaşırmış ve aslana iyi bakılabilmesi için Şato’nun girişine bir aslan evi(LviDvur) yaptırmış ve bir bakıcı tayin etmiş. Kral belki de Sultan Murad’ın hediyesine bakamadığı için öldürüleceğini zannederken gün gelmiş aslan ölmüş ve ertesi gün de kaderin garip cilvesi II. Rudolph’un kendisi. Çeklerin bugün sembol olarak kullandıkları çift kuyruklu aslan sembolü belki de buradan gelmekte.

Bir diğeri de şudur: Kale’nin içinde bulunan ve bugün Prag Başpiskoposluğunun merkezi, bir Roma Katolik katedrali olan Aziz Vitus’un heykelleri… Katedralin yapımına 1344 yılında yapımına Gotik mimari ile başlanmış, ancak sonraları yarım kalan inşaata Barok üslubuyla devam edilmiş. “Yahu kaç yüz yıl oldu bitiremedik bir dernek kuralım da tamamlayalım şunu!” diyerekten 1927 yılında, yani 700 senede ancak tamamlanabilmiş Prag’ın en büyük katedrali olan yapının çirkin heykelleri. Bize rehberlik eden Ludmilla Hanım’ın yalancısıyım; heykeltıraşın cadı mı cadı, suratsız mı suratsız bir kaynanası varmış, yaptığı bütün heykellerin suratını ona benzettiğinden dolayı çirkinmiş. İntikamın böylesine kalıcı olanı az bulunur bence.

            Dışarıdan bakıldığında, gotik mimarinin o korkunç yapısına ilave olarak zamanın şartlarından dolayı iyice kararmasından dolayı daha da korkunçlaşan Aziz Vitus katedralinin içi oldukça iç açıcı sayılabilir. İçeri girmek ücretsiz ancak ip çekili kısımdan sonrası için para ödemek gerekiyor.

            Şatonun bulunduğu tepeden, UNESCO Tarihî Miras listesinde koruma altında bulunan Eski Şehir, Orta Şehir ve Yeni Şehir olarak üç bölüme ayrılmış Prag şehrini geniş açıyla görmek mümkün.

            Şehrin görülmesi gereken yerleri, ağırlıklı olarak dini yapılardır. Bugün, oldukça büyük bir kısmı ateizmi benimsemiş bir milletin, dinî yapılar üzerinden para kazanması ayrı bir ironi teşkil etmekte. Yıllık turizm gelirinin 52 milyar dolar olduğunu düşünürseniz ironinin ne kadar büyük olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Çekler turizme büyük önem vermekte ve ülkelerinin turist çekebilmesi için ellerinden geleni yapmakta. Ben oradayken gördüğüm turistlerin ağırlığını sırasıyla, İtalyanlar, Uzakdoğulular ve Türkler oluşturmaktaydı.

            Şehri ikiye bölen Vltava Nehri üzerinde, birkaç tanesi tarihî niteliği olan 18 adet köprü bulunmakta. Bunların en meşhuru üzerin heykellerle süslenmiş 600 yıllık Charles Köprüsü. Köprünün üzerindeki heykeller Millî Müze’ye kaldırılmış ve yerine imitasyonları konulmuş. Hemen köprünün yanındaki müzede köprünün nasıl yapıldığına dair tarihî bilgileri almak ve canlandırmaları görmek mümkün.

            Eski Şehir, ağırlıklı olarak, bugün koruma altında bulunan, tuğladan yapılmış binaların dış cepheleri Barok tarzı çeşitli heykel ve süslemelerle bezenmiş bakımlı binalardan oluşmakta. Bu binaların arasında kalan Eski Kent Meydanı(Staromestske nam)’ında Hanus Ustanın yaptığı astronomik saat görülmeli. Sattin özelliği, saat başı, biri de mandolin çalan bir Osmanlı olan dört figürün hareket etmesidir. Biz oradayken aynı meydanda düzenlenen Bohemia Caz Festivalini görmek de eğlenceliydi doğrusu. Yine bir gotik kilise olan Tyn Kilisesini bu meydandadır. Bu meydana çok yakın Obecnidum yani Belediye Sarayı ile bitişik eski şehir kapılarından biri olan Prasna Brana yani Barut Kapısı’nı görebilirsiniz.

            Bizim kültürümüze çok hitap etmese de Prag’da gezilecek epeyce yer olduğunu söylemek mümkün ve bunların büyük bir kısmı birbirine oldukça yakın. Özellikle eskiden at pazarı olan Wenceslas Meydanı(Vaclavske Namesti)’nagitmeyi ve çeşitli ünlülerin sözlerinin yer aldığı banklarda oturmayı unutmayın.

            Şehirde ulaşım imkânları çok fazla. Metro, tramvay ve otobüslerin yanı sıra özel gezintiler için fayton, üç tekerlekli özel bir elektrikli motosiklet kullanabilirsiniz.

            Dikkat edilmesi gerekenler: Ülke insanının turistleri kazıklamaya meyilli olduğunu aklınızdan çıkarmayın (tanıdık geldi mi). Çekya’daki en büyük problem döviz bozdurmaktır. Ülke Avrupa Birliğinde olmasına rağmen Euro bölgesinde değil ve para birimi Çek Koruna(Kron)’sıdır. Döviz bozdururken panolarda yazanlara asla aldanmayın ve bozduracağınız miktarı hesaplayıp yazarak gösterin. Tamam derlerse bozdurun. Parayı vermeden önce sizden bir kâğıt imzalamanızı isteyebilirler ve paranızın %25 kadarını komisyon olarak kesilmiş bulabilirsiniz ve asla geri alamazsınız.

Yanınızda şemsiye bulundurun, neredeyse hiç açılmayan havada ne zaman yağmur yağacağı belli olmuyor.

Alışveriş için fiyat araştırması yapın, aynı ürün için çok farklı fiyatlar mevcut.

 

 

           

            

Yazı Ve Fotoğraf
Yusuf Sülükçü