Moravya’da Tarih Dolu Bir Hafta Sonu

"Hikâyeye göre, yerel halktan bir adam bir bahse giriyor. Aynı gün içinde şehrin oldukça dışında koca bir ağacı devireceğini, ondan bir tekerlek yapacağını ve çarkı Brno şehrine kadar döndürerek getirebileceğini söylüyor. Bahsin başarısı imkânsız kabul edildiğinden adam elinde bu ahşap tekerlekle çıkageldiğinde halk kendisinin şeytandan yardım aldığına inanmış, herkes ondan uzak durmuş ve yoksulluk içinde ölmüş."

 

Gezmeyi seven herkesin muhakkak görmek istediği bir şehirdir Prag. Benim de uzun yıllara yayılmış seyahatlerimde yolum birkaç kez düştü Çek başkentine. Bu yazımda, beni en az Prag kadar meraklandırmış olan ve 2019 Ağustosu’na kadar bir türlü seyahat etme imkânı bulamadığım bir başka güzel Çek şehri Brno’ya ve çok yakınındaki Olomouc’a (tarihî Almanca isimleriyle Brünn ve Olmütz) yaptığım yolculuktan aklımda kalan hatıralara yer vermek istiyorum. Almanya’dan Macaristan’a uzanan tren hattında yer alan şehirler arasında sayısız kereler yolculuk yaparken hep tren istasyonundan geçtiğim, tarihi önemini duyduğum Brno kentini görme istediğim zihnimde hep saklıydı. Sonunda bu isteği kardeşim Emre ve değerli Macar dostum Szabolcs ile beraber gerçekleştirmek mümkün oldu ve Prag’a kıyasla kalabalık turist gruplarının olmadığı şehrin ve çevresinin bize sunduklarının birkaç gün boyunca tadını çıkardık.

Çekya’nın en büyük ikinci şehri olan, Avrupa Birliği sınırları içerisinde de en büyük yüz şehir arasında bulunan Brno ülkenin Güneydoğu’sunda ve Moravya bölgesi sınırları içerisinde yer alıyor. Çekya, tarihî olarak Bohemya ve Moravya isimli iki bölgeden oluşmaktadır. 1940’lı yılların sonunda özerk statüsü kaldırılan Moravya’nın başkenti olmasının yanı sıra Brno, ülkenin kendine has ruhu olan orijinal bir Çek şehri olarak ilk adım attığımız andan itibaren hemen dikkat çekiyor. Bu bölgede sohbet ettiğimiz pek çok Moravyalı, bölgeleri dışında kalan yerlerden pek keyif almıyorlar ve başkent Prag’ı da ruhsuz bulduklarını hep bir ağızdan söylüyorlar. Tarım, kozmetik ve makine mühendisliği gibi iş kolları şehrin ekonomisine yön veriyor. Aynı zamanda saygın bir üniversiteye ev sahipliği yapıyor oluşundan ötürü de kendi yerleşik nüfusundan çok daha fazla sayıda hatırı sayılır gencin de burada yaşamasını beraberinde getiriyor. Şehrin mutfak kültürü, doğrudan ülkenin komşularıyla olan tarihsel etkileşimini hissettiriyor. Yerel meyhanelerde sunulan peynir tabakları ve peynir kullanılarak yapılan kızartmalar halk arasında çok tercih ediliyor. Bunun sebebi de özellikle demir perde döneminde et bulmakta yaşanan güçlükler karşısında bir alternatif yaratılması olarak gösteriliyor. Çekya bira üretimi ve bira kültürü konusunda dünyanın önde gelen ülkelerinden biri ve Brno kenti de itibarlı pek çok ulusal markaya ev sahipliği yapıyor.

Tüm sıradan turistler gibi biz de gezimize tarihî kent merkezinden başladık. Buradaki meydan, 18. yüzyıldan günümüze kadar sabahın erken saatlerinden akşam geç saatlere kadar sebze, meyve ve çiçek pazarının kesintisiz olarak kurulduğu bir yer. Meydanın ortasında, 1695 senesinde yapılan Barok tarzdaki Parnas Çeşmesi göze çarpıyor. Çeşmenin üzerinde Herkül'ün yeraltı dünyasının kapısının köpeği olan üç başlı Kerberos’u zapt ederken temsil eden figür, eski imparatorlukları temsil eden üç adet kadın figürü ve en üstte de kıta Avrupa’sını simgeleyen muzaffer kadın figürü yakından izlerken bizleri büyülüyor.

 

Hemen ileride ana kulesi ile beraber eski belediye binası gözümüze çarpıyor. Önünde küçük bir turist kafilesi var ve rehberin İngilizce anlatım yaptığını fark edince hemen kulak kabartıyoruz ve bunun bir hikayesi olduğunu öğreniyoruz. Rehber, tam o esnada belediye binasının ana kulesinin neden hafif kavisli olduğunu açıklıyor. 16. yüzyılda, şehrin ileri gelenleri binayı değiştirmeye ve mümkün olduğunca zarif bir şekilde dekore etmeye karar veriyorlar. Bunun için ünlü bir mimar davet ediliyor. Yetkililer, binayı şehrin en görkemli yapısı haline getirirse ona yüklü miktarda altın sözü veriyorlar, ancak restorasyonun tamamlanmasına yakın sözlerini tutmayacakları anlaşılıyor. Teslimatı henüz bitmemişken intikam almak için kasıtlı olarak kuleyi büküyor ve kusursuz olmamasını sağlıyor. Biz de açıklama üzerine kuleye dikkatlice bakınca bu eğimi hemen algılayabiliyoruz.

Brno Şehri ile bağlantılı birkaç efsane varmış; en iyi bilinenlerden biri Brno Ejderhası Efsanesiymiş. Brno halkını korkutan korkunç bir yaratık olduğu söyleniyor. Daha önce hiç böyle bir canavar görmemiş olan insanlar bu yüzden ona ejderha diyorlar ve bir gün mutlaka karşılaşacakları korkusuyla yaşıyorlar. Bir seferinde cesur bir adam, ejderhayı kireçle doldurulmuş bir hayvan leşiyle kandırarak öldürmeye karar veriyor ve amacına ulaşıyor. Aslında dev bir timsah olan bu sözde ejderhanın çok iyi korunmuş gövdesi şimdi eski belediye binası'nın girişinde sergileniyor. Timsah ve ejderha temaları Brno'da yaygın. Çek dilinde timsah kelimesinin karşılığı olan "krokodýl" isminde çok popüler bir baget yemeği var ve bizdeki döner gibi neredeyse her büfede satılıyor. Şehrin en popüler radyo istasyonunun adı da Radio Krokodýl. Brno ve başkent Prag'ı birbirine bağlayan şehirlerarası trene dilimizde Brno Ejderhası anlamına gelen Brněnský Drak deniliyor.

Bir diğer efsane de hemen Ejderha’nın yanında duvarda sergilenen ağaçtan yapılmış bir at arabası tekerleğine ait. Hikâyeye göre, yerel halktan bir adam bir bahse giriyor. Aynı gün içinde şehrin oldukça dışında koca bir ağacı devireceğini, ondan bir tekerlek yapacağını ve çarkı Brno şehrine kadar döndürerek getirebileceğini söylüyor. Bahsin başarısı imkânsız kabul edildiğinden adam elinde bu ahşap tekerlekle çıkageldiğinde halk kendisinin şeytandan yardım aldığına inanmış, herkes ondan uzak durmuş ve yoksulluk içinde ölmüş.

Mutlaka görülmesi gereken yerlerin biri de yine yukarıda anlattıklarıma yürüme mesafesinde olan Aziz Peter ve Paul Katedrali'dir. Katedral, 11. yüzyıldan kalma bir şapelin yerine 14. ve 15. yüzyıllarda inşa edilmiş. 84 metre yüksekliğinde iki adet Neo-Gotik tarzdaki etkileyici kulesi olan mimari bugünkü haliyle 1909'da tamamlanabilmiş. Katedral, şehirdeki Petrov tepesinde yer aldığından her yerden bir şekilde görülebilmektedir. Burada öğrendiğimiz ilginç bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum: Katedralin çanları geleneksel olarak öğlen 12 yerine bir saat önce 11'de çalınıyor. Efsaneye göre bunun nedeni 17.yüzyıldaki Otuz Yıl Savaşları’na uzanıyor. İşgalci İsveçliler Brno'yu kuşatma altına alırken kendilerine çok güvendiklerinden Ağustos'un 15'inde öğlene kadar şehri ele geçirmeyi başaramazlarsa saldırılarını iptal edeceklerine söz vermişler. Kuşatma devam ederken bazı zeki vatandaşlar 15 Ağustos geldiğinde bir saat erkenden çanları çalmaya karar vermişler ve kuşatmayı kırıp İsveçlileri eli boş bırakmak için kandırmışlar. O günden beri şehrin kurtuluşunu hatırlamak için çanlar hep 11’de çalınmaya devam etmiş.

Tabii bu güzel şehri tepeden seyretmek şart olduğundan enerjimizi toplayarak kaleye gitmeyi de ihmal etmedik. Aslen 13. yüzyılda kurulan bir kraliyet kalesi olan Špilberk Kalesi, en geniş haline 17. Yüzyılda ulaşmış. Bugün şehrin başlıca anıtlarından birisi olan kalenin bir bölümü zamanında oldukça korkulan bir hapishaneymiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında, savaş esirlerine kale duvarları içinde faşistler tarafından işkence yapılmış. Savaş sonrasında kale, Şehir Müzesi'ne dönüştürülmüş. Kalenin yanında iki adet Gotik şapel var. Kaleye çıkmak için genişçe bir parkın içinden geçilmesi gerekiyor. Špilberk Parkı, benzersiz bir bahçe mimarisi ile Çekya’nın ulusal kültürel manzarası olarak kabul ediliyor ve güçlü bir marka değeri. Kaleye çıkarken harcadığımız efor bu güzel parkta mümkün olduğu kadar çok vakit geçirmiş olmanın güzelliği ile kendini unutturuyor ve neredeyse tüm şehri 360 derece dolaşarak izleyebildiğimiz surların üzerinde kendimizi manzaranın güzelliğine bırakıyoruz.

 

Seyahatimizin bir parçası olarak şehrin dışındaki bölgeleri ve Moravya kırsallarını da gezmeyi planladığımızdan bu noktada araba kiralamayı düşünüyoruz. Ne güzel bir tesadüf ki Çekya’da olduğum için sadece bir merhaba demek amacıyla telefon açtığım, uzun yıllar önce bir konserde tanıştığım Çek arkadaşım Jiří’nin (Yirji olarak okunur, George isminin Çekçe’deki karşılığıdır) Brno’ya taşındığını öğreniyorum. Kendisi o sıralar müsait olduğunu ve bize memnuniyetle eşlik edip arabasıyla gezdirebileceğini söylüyor. Kendisi ile buluşmak için şehir merkezinden 10 numaralı tramvay ile yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ve mini şehir turunun ardından Bystrc durağına geliyoruz. Burası, Svratka nehri üzerinde kurulan bir baraja bağlı olarak oluşmuş bir baraj gölünün ilk durağı. Üzerinde yolcu taşımacılığı ve turistik gezintiler yapılabilen tekneler var ve bu tekneler karşılıklı olarak toplam on bir durağa uğrayarak gün içerisinde yolcu taşıyorlar. Bulunduğumuz noktada çeşitli açık hava mekanlarının yanı sıra birahaneler var. Göl manzarası eşliğinde arkadaşımla hasret giderdikten sonra arabasıyla bizi Brno kırsallarına doğru götürüyor. Uğradığımız ilk durak olan Veveří Kalesi, yine tekne ile göl üzerinden de ulaşılabilen bir noktada. Kalenin hemen dışında Moravya’nın erken gotik döneminden kalma bir kilise mevcut. Önce buraya uğrayarak fotoğraflıyoruz.

800 yaşının üzerinde olan ve başlangıçta dük ve kraliyet kalesi olarak hizmet veren Veveří Kalesi tarihi şehir merkezinin yaklaşık 14 kilometre kadar kuzeybatısında bulunuyor. İnşaatına 12. yüzyılın başlarında başlanmış olan kale, Svratka nehrinin keskin bir şekilde döndüğü dar ve yüksek bir uçurumun üzerinde yer alıyor. Şehrin kuşatması sırasında savunma kalesi olarak görev yapmış, defalarca istilacıların saldırılarını püskürtmüş. Kalenin modern anlamda restorasyonuna 20. yüzyılın başında yeniden başlanmış ve bugün Veveří, şehrin en popüler yerlerinden biri durumunda. Kalede kaldığımız yaklaşık iki saat boyunca genelde çocuklu ailelerin gelip vakit geçirdiklerine şahit olduk. 1994 yılında, Veveří Kalesi tekrar halkın ziyaretine açılmış, ancak 1999'da aniden kapatılarak bakımsız bir duruma düşmüş. Kaleyi ticari kullanım amacıyla kiralamak için yapılan birkaç başarısız girişimin ardından, Eylül 1999'da Kültür Bakanlığı'nın yetkisi altındaki Eğitim Bakanlığı yönetimine geçmiş ve Brno'daki Ulusal Miras Enstitüsü idaresindeki tarihi binalar portföyüne katılmış. Kültür Bakanlığı'nın mimari mirasını koruma programı kapsamında devlet bütçesinden olağanüstü destekler sayesinde bir dizi kayda değer yenilemeler yapılmış. Bunlar arasında sarayın üzerindeki çatının büyük ölçekli yeniden inşası ve freskleri ile beraber büyük yemek salonunun restorasyonu olduğu bilgisini edindik. Arazi dahilindeki tüm binaların, mobilyaların, avluların ve parkların tam restorasyonu uzun yıllar süreceğe benziyor. 2002'den beri, kale rehberli saray turları da dahil olmak üzere halka tekrar açılmış. Tam bizim gittiğimiz saatte rehberli tur başlamıştı, fakat bize giriş ücretine dahil birer broşür verdiler ve rehbersiz olarak da gezebileceğimizi söylediler. Kalenin içinde uzun yıllardır bağcılık yapan bir ailenin işlettiği küçük bir şarap mahzeni de vardı. Bu mahzende tadım yapma ve beğendimiz şaraptan satın alma fırsatı olduğunu öğrendik. Bira üretimi ile ünlü bir ülkede aslında şarapçılığın da ne kadar gelişmiş ve başarılı olduğunu yerinde tecrübe etme fırsatımız oldu. Bu da o yörenin halkı için Moravya coğrafyasını özel kılan sebeplerden birisi olsa gerek.

 

Bir başka gün Brno merkezden yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından tarihteki en önemli savaşlardan birinin yapıldığı bir araziye gittik. Üç İmparatorun Muharebesi olarak da bilinen 1805 senesindeki Austerlitz Muharebesi’nden bahsediyorum. Sizi tarihi bilgilerle bunaltmak istemiyorum ama bu noktaya olan gezimizin bizim için önemini paylaşabilmek adına ana hatlarıyla söz etmenin de uygun olacağını düşünüyorum. 2 Aralık 1805 tarihinde gerçekleşen muharebe, Napolyon Savaşları'nın en önemli ve belirleyici çarpışmalarından birisiydi. Napolyon tarafından elde edilen en büyük zafer olarak kabul edilen bu Muharebede, Fransa'nın Grande Armée isimli büyük ordusu, Rus Çarı I. Alexander ve Kutsal Roma İmparatoru II. Franz (Habsburglar) tarafından yönetilen daha kalabalık bir müttefik ordusunu yendi. Savaş, o zaman Avusturya İmparatorluğu sınırlarındaki Austerlitz (günümüzdeki adı Slavkov u Brna) kasabası yakınlarında yüksek bir tepede meydana geldiğinden bu isimle anılıyor. Savaş Meydanı, Brno'nun yaklaşık 13 kilometre ve başkent Prag'ın yaklaşık 200 km güney doğusunda yer almaktadır. Savaş tarihçileri tarafından Napolyon’un zaferi taktiksel bir deha olarak kabul edilmektedir. Müttefiklerin 89.000 kişilik ordusundan kaybı yaklaşık 36.000 kadarken 66.000 kişilik Fransız ordusu bunun yaklaşık 9.000'ini kaybetti. Ünlü Rus yazar Leo Tolstoy, Savaş ve Barış adlı unutulmaz eserinin bir bölümünde hem ağır yaralanan Andrei Bolkonsky'ye hem de Nikolai Rostov'a atıfta bulunarak bu savaşı dramatize etmiştir. Bizler de bir zamanlar Napolyon’un durduğu noktada tepeden bu araziye bakarken savaşı zihinlerimizde canlandırıyoruz.

Buradan arabayla çok kısa bir mesafe daha yol aldıktan sonra savaşta hayatını kaybeden tüm askerlerin anısına dikilmiş bir piramit anıt’a ulaşıyoruz. Prace Tepesi'ndeki bu anıtın yapımı 1910-1912 seneleri arasında tamamlanmış. Dört köşesinde savaştaki tarafları temsil eden birer meçhul asker heykeli var ve her askerin altında Rusça, Almanca, Fransızca ve Çekçe olarak kayıplara atfen yazılmış bir metin var. Anıtın hemen altında sadece rehber eşliğinde gezilmesine müsaade edilen bir müze var. Ziyaretimiz esnasında sadece bizler olduğumuz için bir bakıma özel rehberlik hizmeti almış gibi olduk ve Çek rehberimiz bizlerle muharebeye adanmış sergi ve anıtın mimari özellikleri hakkında etraflıca bilgi paylaştı.  Nadiren de olsa civarda yapılan kazılarda bulunan kemikler anıtın altındaki müzenin içinde oluşturulmuş sembolik mezara defnediliyormuş. Mezarın üzeri şeffaf cam olarak tasarlanmış. Naaşlar görülemiyor ama sembolik olarak bir adet iskeleti görünebilir şekilde defnetmişler. Her sene aralık ayının ilk haftasında civarda temsili savaş canlandırması oluyormuş. Bu etkinlik ile hem bölge turizmine katkı sağlanması hedefleniyormuş hem de dünyanın dört bir yanından tarihçilerin bir araya gelmesiyle akademik çalışmalara destek olunuyormuş.

Moravya’daki seyahatimizin son durağı ise Orta Çağ’dan kalma tarihî kent meydanı ile en güzel Çek şehirlerinden biri olarak kabul edilen Olomouc (tarihî Almanca ismiyle Olmütz) idi. Adını ilk kez doksanlı yılların başında bir futbol takımımızın bu şehrin takımı ile yaptığı Avrupa Kupası maçında duyduğum bu tarihî kente bu kadar yaklaşmışken görmeden dönmek olmazdı. Brno merkezden yaklaşık 1,5 saat süren bir otobüs yolculuğu ile ulaştığımız şehir bizleri Pazar gününün sakinliği ve boş sokaklarıyla karşıladı. Morava Nehri üzerinde bulunan şehir, Otuz Yıl Savaşları sırasında İsveç ordusu tarafından yağmalanmadan önce Moravya'nın tarihi bir başkentiydi. 15. yüzyılda yapılan astrolojik saat ve belediye binası, 1107 senesinde inşasına başlanmış olan Aziz Wenceslas Katedrali ve 1716-1754 yılları arasında yapımı tamamlanmış, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Gotik tarzdaki Veba Sütunu şehirde muhakkak görülmesi gereken yerler arasındadır. Burada Veba Sütunu ya da diğer bilinen ismiyle Kutsal Teslis Sütunu hakkında ilginç bir bilgiye yer vermek istiyorum: Yapımında kent halkı gönüllü olarak çalışıyor ve açılışından sadece dört yıl sonra Olomouc bir Prusya ordusu tarafından kuşatıldığında sütun, Prusya toplarının atışı sonucu birkaç kez vuruluyor. Olomouc şehrinin sakinleri de Prusyalı generale anıta ateş etmemesi için yalvarmak amacıyla bir kortej düzenliyorlar. Yeniden restorasyon sonrası, anıtın üzerine sembolik bir top güllesi yerleştirilerek bu olayın unutulmaması sağlanıyor. Şehirde dağınık halde bulunan ama hepsini görmek için ziyaretçilere minik bir şehir turu yaptıran tümü antik mitolojinin figürlerine adanmış altı adet Barok çeşme mevcut: Sezar, Merkür, Herkül, Neptün, Jüpiter ve Triton. 17. ve 18. yüzyıllarda inşa edilen bu çeşmeler, dekoratif güzelliklerinin yanısıra halkın su ihtiyacını karşılamak için inşa edilmişler.

 

Bir başka yazıda yeniden görüşmek üzere, sağlıklı günler dilerim. 

Yazı Ve Fotoğraf
Ahmet Saral