MEZOPOTAMYA’NIN KALBİ MASAL DİYARI MARDİN

“İki Irmak Arasındaki Bölge”  anlamına gelir Mezopotamya; Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında bulunan toprakların adıdır. Tarih boyunca birçok medeniyetin günümüze kadar gelen ortak kültürünün harmanlandığı yerdir. Aşağı Mezopotamya ve Yukarı Mezopotamya olmak üzere iki farklı kültürel ve ekolojik bölgenin adıdır.

Yukarı Mezopotamya’nın parıldayan mücevheridir Mardin; Artuklular, Sümerler, Akadlar, Akkoyunlular, Süryaniler, Romalılar gibi uygarlıklardan oluşan ortak kültürün izlerini taşır. Mimarisinde, yaşam tarzında, kültüründe ve coğrafyasında geçmişine sadakatini koruyarak karakterini bozmayan şehirdir Mardin; Güneydoğu Anadolu Bölgemizin rengidir.

Farklı etnik köken ve dinden gelen insanların olağanüstü bir harmoni içinde yaşadığı, kültürel zenginliği ile tüm dünyaya örnek bir şehir Mardin. Dillerin ve dinlerin çeşitliliği, ruhunu yansıtır Mardin’in. Bu kadar çok çeşitliliğe rağmen huzur içinde yaşamanın sembolüdür; medeniyetler şehridir. Sonsuzluğa yelken açmış Mezopotamya Ovası’nı kucaklar; kalesi, manastırları, kiliseleri, medreseleri, camileri ve antik kenti ile. Yıllar boyunca Süryani manastırlarının, camilerin ve kiliselerin yan yana yer alması ile kültürel mozaiğin yanında hoşgörünün ve  kardeşliğin simgesi olmuştur bu masal şehirde.

Sosyal dokusunda çok özel bir topluluk, varlığını sürdürür Mardin’de; Süryaniler. Parlak rengidirler Mardin’in; zenginliğidir ülkemizin. Tarihi ve kültürel dokusunu diğer şehirlerden farklı olarak korumasını da Süryanilere borçludur Mardin. Etimolojik açıdan incelendiğinde, Mardin adının kökeni de Süryanicede “kaleler” anlamına gelen “Merdin” den gelmekte.

Merkez ilçe Artuklu olmak üzere Midyat, Kızıltepe, Derik, Mazıdağı, Nusaybin, Ömerli, Dargeçit, Savur, Yeşilli, hepsi ayrı güzellikte olan ilçeleridir Mardin’in.

Mardin’i ziyaret etmek, medeniyetlerin izlerini kadrajıma almak, insanlarıyla sohbet etmek üzere “Mardin Projemi” gerçekleştirmek ve Mardin’in tanıtımına katkı sağlamak için sabırsızlanıyordum. Mardin’e geldiğimde, Mardin’in ruhunu tanımak, tarihini solumak için ilk olarak Mardin’in kalbi “Eski Mardin” e giderek fotoğraf çekimlerime başladım büyük bir heyecanla. İlk adım attığım andan itibaren dikkat çeken ve tüm heybetiyle şehir ile bütünleşmiş kent siluetine hakim konumda yer alan “Mardin Kalesi” nin etkileyici görüntüsü ile büyülenmiş halde, zamanın durduğunu hissettim.

Yeryüzü ile gökyüzü arasında bir salıncak gibidir Mardin Kalesi; Mardin’in simgesidir. Gündüz kartal yuvasını andıran, gece olduğunda ise başında tacıyla yıldızlarla dans eden bir prensestir. Aşağıdan kaleye doğru bakıldığında Atatürk’ün ışıklı portresi ile taçlanan tepesi, eteğindeki evlerin ışıklarıyla bir balerinin sergilediği sanata dönüşür; bir masal dünyasına sürükler sizi.

Kalenin eteğine kurulmuş ve ilk bakışta üst üste yığılmış hissi uyandıran, nahit taşından yapılmış toprak renkli taş evler, etkileyici mimarisiyle Orta Çağ yolculuğuna çıkmanızı sağlar; geçmişle bugün arasında kültürel bir mirastır.

Dantel gibi işlenmiş görkemli taş evlerinin yanında, Arnavut kaldırımlı caddeleri, kalenin eteklerine doğru uzanan labirent gibi dar sokakları, medreseleri, kiliseleri, camileri, çarşıları, zarafet ile işlenmiş yaşamın bir göstergesidir. Bir tarafta tarih, diğer tarafta müzik seslerinin yükseldiği eğlence mekanları ile sıradanlığı reddetmiş karakterde Eski Mardin. Geçmişi ruhunun derinliklerinde besler ve ziyaretçilerine sunar. Sokaklarında dolaşırken zaman tünelinden geçtiğinizi hissedersiniz.

Sırtını kaleye güvenle yaslayan Eski Mardin’in merkezi, tepenin eteklerinde karşılar sizi; geçmişin izlerini sunar “Mardin Müzesi” ile. Geleneksel bir Mardin evinin özgün mimarisinin tüm karakteristik özelliklerini taşırken, sarayı andıran yapısıyla da bir peri masalı gibidir. Doğu kısmında Meryem Ana Kilisesi yer alırken, içerisindeki beş salonu, yıllarca yörede yaşamış kültürlere ait arkeolojik miraslar, altın, gümüş eserlerin bulunduğu Sürekli Definesi ve sosyal yaşam ile ilgili muhteşem yapıtlar ile Mardin’in tarihini gözler önüne serer.

Tarihi evlerin dizildiği sokaklar sizi geçmişe götürürken karşınıza bir anda bir cami, medrese veya bir kilise çıkar. Bunlardan biridir; doğu ve batı uçlarındaki dilimli iki kubbesi ve anıtsal silueti ile bir kültür cazibesi “Zinciriye Medresesi.” Mardin Kalesi’nin eteğindeki tablo görüntüsüyle Mezopotamya Ovası’nı kucaklar. Fotoğraf stüdyosudur gelinlerin, damatların; manzarasıyla, mimarisiyle.

Avlusunda bulunan havuzdaki suyun akışıyla, doğumdan mahşere kadar insan hayatı ve sonrası sembolize edilir “Kasımiye Medresesi” nde.

Artuklu mimarisinin zengin taş işçiliğinin bir yansımasıdır “Hatuniye Medresesi.”

Daracık sokaklardan geçip geniş bir avluya giriştir “Ulu Camii.” Silindirik gövdeli geometrik şekilli işlemeli minaresiyle kadrajları süsler; Mezopotamya Ovası’nın ışığıdır. Duvarına işlenen ve şehirde vergilerin kaldırıldığını bildiren kararların yazılı olduğu “vergi muafiyet kitabesi” ilgi çekicidir. Bir sanat abidesi olan minaresi damla motifleri ile dikkat çeker. Üst kısmındaki sekiz kapıyı temsil eden motiflerden yedi kapı cennet kapısı, sekizinci kapı ise Mardin kapısıdır ki “Mardin’e gelen cennete gelmiş sayılır” düşüncesini yansıtır.

Mimarinin zarafetini simgeleyen bir kapıdan girilir, ruhumuza fısıldayan “Latifiye Camii” ne. Bahçesinde bir hayat havuzu bulunur ki hayatın, doğumdan sonra su gibi akıp gittiğini adım adım anlatır.

Etnik toplulukların ve dinlerin bir kesişme noktası olan Mardin’de, Mardin kültürünün önemli bir parçası olan manastırlar, gerek mimarisiyle gerekse tarihiyle derin izler taşırlar. Mardin Projem kapsamında, en çok görmek ve fotoğraflamak isteğim yer oldu “Deyrulzafaran Manastırı;” diğer adıyla, “Mor Hananyo Manastırı.” Dağ yamacında, Mezopotamya Ovası’nı kuşbakışı gören bir noktada, tüm ihtişamıyla etkileyicidir. Aynı zamanda Mardin ve Diyarbakır Metropoliti Filuksinos Saliba Özmen’in ikametgahı olmasıyla da önem kazanmaktadır. Kendisinin misafiri olmak, sohbet etmek; Süryani çayı ve kahvesi içmek ve çörek yemek, fotoğraf çekimlerimle de taçlanınca, tadına doyamayacağım anlat yaşattı bana.

Üç kattan meydana gelen Deyrulzafaran Manastırı, kubbeleri, taş nakışları, ahşap el işlemeleri ve mimarisi ile Süryani Kilisesi’nin en önemli dini merkezlerinden biridir. Tarih öncesi güneşe tapan Süryaniler, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra tapınak, manastıra dönüştürülmüştür. Manastırın bölümlerini, Mor Hananyo Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi, Azizler Evi ve Güneş Tapınağı oluşturmakta. Günlük ibadetlerin gerçekleştiği yer Mor Hananyo Kilisesi. IV. Petrus, İngiltere’ye yaptığı bir ziyaret sırasında satın aldığı matbaayı, 1876 yılında manastıra getirtmiş. Bölgenin ilk matbaasının ana parçası Meryem Ana Kilisesi’nde sergilenir. İki adet vaftiz kurnası ve eskiden kullanılan bir araç bulunan bu bölüm, ahşap işlemeli kapısıyla ilgi çekicidir. Beni en çok etkileyen bölüm Azizler Evi oldu. Burada bulunan yedi mezardan dördü metropolitlere ve üçü patriklere aittir. Vefat edenler taştan bir sandalyede doğuya bakacak şekilde oturtulmakta bu kutsal yerde. Manastırın en eski bölümü Güneş Tapınağı; tavanı oluşturan büyük taşlar, kum, kireç gibi malzemeler kullanılmadan birbirine kenetlenmiş şekilde yerleştirilmiş bir geometri harikası.

Yeşilli ilçesinin eşsiz sembolik yapısıdır “Mor Gabriel Manastırı.” Ana kilise olarak kullanılan yer Büyük Kilise’dir. İlginç bir mimariye sahip olan Theodora Kubbesi, Meryem Ana Kilisesi ve Azizler Evi manastırın bölümleridir.

Gümüş işleme ve telkâri sanatı ile ilk akla gelen  “Midyat,” Mardin’in en popüler ilçesi olmasıyla birlikte, aslında ikinci Eski Mardin’dir. Dar sokakları süsleyen geniş avlulu tarihi konakları ile otantik bir atmosfer sergiler sanat platosu Midyat. Manastırlara ve kiliselere ev sahipliği yapar. Midyat’a gittiğimde ilk uğrak yerim oldu Devlet Konukevi. Midyat’a açılan manzarası, taş işlemeleri, dikdörtgen mimarisi ile Midyat’ın değerlisidir. İlçenin siluetini etkileyen Meryem Ana Manastırı, Mor Barsavmo Kilisesi, Mor Gevargis Kilisesi gezilecek yerlerden sadece bir kaçıdır Midyat’da.

Biraz mola vermek, serinlemek için doğa harikası Beyazsu ziyaretçilerini kendine hayran bırakır. Yeşillikler içinde, serin ve berrak akan suyunun üzerinde yerleştirilmiş şark köşesi şeklindeki taht adı verilen sedirlerde çay yudumlayarak sohbet etmek paha biçilmez. Ayaklarınızı serin suyun akışına bırakırken, suyun alttan geçişini hissetmek, içtiğiniz çaya ayrı bir lezzet katar.

Mardin’in en büyük ve kalabalık ilçesidir Kızıltepe. Güneş battığında, tepenin yamaçlarından bakıldığında, evlerinin ışıkları ateş böcekleri gibi ışıldar Kızıltepe’nin. Kızıltepe, Ulu Camii’ne ve  Dunaysır Köprüsü’ne ev sahipliği yapar. Öğretmenlerin ve eğitim camiasının sosyal, kültürel ve konaklama ihtiyacını karşılayan güzide kurumdur Kızıltepe Öğretmenevi ve Aso Müdürlüğü. Akşam olunca kurumun bahçesinde bulunan çardakların altında içilen kahveler, çaylar eşliğinde edilen sohbetler kalıcı dostluklara dönüşür burada.

Kızıltepe Belediyesi’nin “Çocuklar Gülsün Diye” Projesi kapsamında çilek bahçesinde tanıştığım Kadın ve Aile Hizmetleri Müdür Vekili Biyolog Gönül Dinler’in sunumuyla başlayan çilek bahçesinin serüveni, sohbetlerimiz ve gezimiz ile ömür boyu sürecek bir dostluğa dönüştü.

Kızıltepe’nin, sınırları içine aldığı “Ğurs Vadisi,” yemyeşil doğasıyla bütünleşen yıllara meydan okuyan konakları ile tarihin sayfalarından çıkmış tablo gibidir. Ziyaret, Sancar, Kocalar, Karaman, Ali Paşa, Yüceli, Tuzla, Soğanlı, Ayaz, Uluköy, Erdem ve Yedikardeş, oniki mahallesidir Ğurs Vadisi’nin.

Yeşilin, suyun ve taşın mükemmel harmoni ile dans etiği cennettir Ali Paşa Mahallesi. Projeme dahil ettiğim bu mahalleyi gezmek, kadrajıma dahil etmek için sabırsızlanıyordum ki Gönül Hanım’ın organizasyonuyla, mahalle muhtarı Mehmet Sait Ekinci ve eşi Emel Hanım’ın misafirperverliğinde, nefis lezzetlerin yer aldığı kahvaltı sofrasında başlayan sohbetimizden sonra, gün boyunca muhtarımızın rehberliğinde hep birlikte gezip, fotoğraf çekmek muhteşem oldu benim için. Doğa harikası Dengiz Şelalesi, taş mimarisiyle tarih yazan Ali Paşa Konağı, mahallenin zenginliğidir. Zergan Deresi’nin doğduğu üç yerden biri olan, balıkların adeta dokunulmazlığını ilan ettiği ve böylece kutsal sayıldığı Pınarbaşı’ndaki Balıklı Göl, doğayla birleşerek masalsı bir görüntü sunmakta ziyaretçilerine. Tarihsel dokusu ve doğası korunarak, mimari miraslarına sahip çıkılmalı ve kontrollü bir şekilde turizme açılmalıdır Ali Paşa Köyü.

Geçmişin izlerini günümüze taşır “Dara Antik Kenti.” Tarih boyunca çok sayıda imparatorluğun hakimiyetine girmiş, askeri garnizon kent olarak da kullanılmıştır. Kaya Nekropol alanında ana kayaya oyularak düzenlenen Büyük Galeri Mezar, yüzlerce insana ait kemikleri saklamakta. İçeriye girdiğinizde mimarisinin yarattığı mistik bir ortam; biraz ürkütücü ve ilginç. Halk arasında zindan olarak yorumlanan fakat su sarnıcı olduğu düşünülen yapıya dik merdivenler yardımıyla indiğimde karşılaştığım manzara büyüleyici bir mühendislik harikası.

Mardin tarihini solumamı, bu güzellikleri içime sindirmemi gerçekleştiren, Mardin Projem kapsamında desteğini ve dostluklarını esirgemeyen ve iyi ki tanıdım dediğim; başta Kızıltepe Kaymakamı ve Belediye Başkan Vekili Fatih Cıdıroğlu’na, Midyat İlçe Emniyet Müdürü Orhan Koç’a, Mardin Trabzonspor Taraftar Derneği Başkanı İbrahim Aydın’a, Kızıltepe Öğretmenevi ve ASO Müdürü Mehmet Hadi Gökdemir’e, Deyrulzafaran Manastırı’nda Mardin ve Diyarbakır Metropoliti Filuksinos Saliba Özmen’e, Kızıltepe Belediyesi Kadın ve Aile Hizmetleri Müdür Vekili Biyolog Gönül Dinler’e, İnsan Kaynakları ve Personel İşleri aynı zamanda Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdür Vekili Sevil Öcal’a, Ğurs Köylerinden Ali Paşa Mahallesi Muhtarı Mehmet Sait Ekinci ve eşi Emel Hanım’a ve beni yalnız bırakmayan Sevda Sönmez ve Nurettin Karakuş’a sonsuz teşekkür ederim.

Taşın estetik mimariye dönüştüğü ve asırlar boyunca masallar yazdığı sokaklarında zaman tüneli içinde kaybolmak, tarihi ve çok kültürlülüğü ruhunuza sindirmek, mistik atmosferini solumak için kardeşçe birlikteliğin çağdaş yaşamda vücut bulduğu, hoşgörünün ve iyiliğin beşiği Mardin’i en kısa zamanda ziyaret etmeniz temennisiyle.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazı Ve Fotoğraf
PROF. DR. ZERRİN ŞENTÜRK