![](uploads/reklam/750x100.gif)
Dünya mirasının Burdur ilimizdeki yeryüzü elçisi saklı cennet
Akdeniz Bölgesi'nin “Göller Cenneti” kısmında yer alır Burdur
ilimiz. Neolitik çağlarda başlayan tarih yolculuğundan kalan tarihi yerleşim yapıları,
şehrin gelenekleri, yiyecek kültürü, zengin doğası ile bütünleşmiştir Burdur'da.
Burdur'un dünyaca ünlü bir gölünü
misafir eder Yeşilova ilçesi; “Salda Gölü”nü.
185 metreye varan derinliği ile dünyanın en derin göllerinden
biridir Salda Gölü. Akarsu çıkışı bulunmadığı için kapalı bir havzada yer alma
özelliği, tatlı suyunda balık yaşaması, etrafının ormanla çevrili ve tektonik
hareketler sonucunda oluşmuş bir krater gölü olması bir farklılıktır Salda Gölü
için. Denizden 1194 metre yükseklikte, Toros dağlarının arasında yer alan Salda
Gölü'nün yüzölçümü 45 kilometrekaredir. Salda Gölü’nün ünlü olması sadece bu
özelliklerinden kaynaklanmıyor elbette. Arkaik dönemde meydana gelen ve prokaryotik
canlılar sınıfından Cyanobacteria’ların katmanlar halinde birikerek oluşturduğu
jeolojik yapılar olan stromatolitlerin oluşumuna imkan veren jeobiyokimyasal bir
ekolojik sürece ev sahipliği yapması diğer göllerden ayırır Salda Gölü’nü.
Günümüzde, Salda Gölü'nde meydana gelen stromatolitler ile
Mars Gezegeni’ndeki karbonat içerikli kayaçlar arasındaki benzerlikler
incelenmektedir. Bu bağlamda, Mars'da yaşamın varlığı ile ilgili araştırmaların
yapılması için Salda Gölü önem taşımaktadır. Bugüne kadar yapılan
araştırmalarda, dünya üzerinde Mars’ın yüzey özelliklerini taşıyan iki yer
bulunduğunu, birisinin Kanada'nın kuzey bölgesinde, diğerinin de Salda Gölü'nde
olduğu belirlenmiştir.
Salda Gölü’ndeki mikroskobik canlılar tarafından güncel
halini almış mikrobiyalitler, canlı kalıntısı olan kayaçlardır. Bunların
aşınması ile oluşan hidromagnezit birikintiler, Mars'da bulunan kurumuş Jezero
Krateri’ndeki karbonat mineralleri ile benzerdir. Bundan dolayı, NASA'ya ait Perseverance
aracının en önemli görevi, Mars yüzeyinde yaşam izlerini aramak için Jezero
Krater Gölü’nün, Salda Gölü ile jeolojik yapı ve mineralojik bileşimler yönünden benzer özellikler taşıdığını
düşünerek araştırma yapmaktır.
Arabadan inip Salda Gölü'ne doğru yürümeye başladığımda bu
denli büyüleyici bir manzara ile karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Suyunun rengi,
temizliği, canlılığı ile kocaman bir açık hava akvaryumunu andırıyordu; tüm
ihtişamıyla bu doğa harikası. “Tripodumu hazırlayıp fotoğraf çekimlerime
başlamalıyım vakit geçirmeden” diye düşündüm.
İnsanların kalabalık oluşu cazip gelmese de yoluma devam etmeliydim bir
an önce.
İçerisindeki magnezyum nedeniyle görülmemiş beyazlıktaki
kumsalında, artık beyazın mavi ile kesiştiği yerde, mavinin her tonuna doğru seyahatim
başlamıştı Salda Gölü'nde.
Ben hariç diğer insanlar yüzmek ve piknik yapmak amacıyla
Salda Gölü’ne gelmişlerdi. Çıplak ayakla
bile basmaya kıyamadığım beyaz kumsalda, küçük çukurlar açılmış ve bazı insanlar
çamur banyosu yaparken bir kısmı da gölde yüzmek için koşuşturuyorlardı.
Mücevher niteliğindeki kumdan oluşan kumsal, kimyasal özellikleri nedeniyle
şifa dağıtıyordu. Fakat kumsalın bu şekilde yıpratılması beni üzmüştü; doğaya
zarar verdiklerini düşündüm o anda.
Fotoğraf çekmeye devam ederken kadrajımı, biraz uzakta
bulunan bir tepecik ziyaret etti. “Bu tepeye tırmansam gölü yukarıdan çekerim.
Acaba tırmanabilir miyim?” diye düşündüm. Tırmanmak kolay olmasa da bunu
başarmalıydım. Tepenin eteğine geldiğimde cesaretimi toplamak ve tepenin
neresinden çıkacağıma karar vermek için etrafında dolaştım. Elimde tripodum ve fotoğraf
makinem, sırtımda çantam ile birlikte, taşlar ve sert bitkilerin yer aldığı bu
tepeye tırmanmak, düşme endişesiyle beni ürkütse de kararımdan vazgeçmedim. Yukarıya
doğru yol alırken, gölün etrafındaki insanlar minicik görünmeye başladılar. Zor
olsa da biraz yol aldıktan sonra küçük düz bir alan buldum, tripodumu kurdum ve
Salda Gölü’nü tepeden izlemek ve kadrajıma yerleştirmek mutluluğunu yaşadım.
Tepeden inmek istemesem de dönüş zamanı gelmişti. Çıktığım tepeden aşağıya
inmek daha da dikkat gerektiriyordu. Tekrar çıkmak üzere ayrıldım tepeden;
artık bembeyaz kumsalda Salda Gölü’nün kıyısındaydım ve suya temas ederek
yürürken suyun beni çektiğini ve kumun ayağımın altından kaydığını hissedince tedirgin oldum.
Gölü besleyen akarsuların denizle bağlantısı olmaması
nedeniyle, eşsiz su yapısına ve canlı çeşitliliğine sahiptir Salda Gölü. Endemik
bitkileri, florası ve faunası ile uluslararası özel bir yerdir. Tektonik bir
krater gölü olduğundan, kumsalının beyaz oluşunun sırrı da barındırdığı
magnezyumdandır ve turkuaz rengini ise
stromatolitlerden alır.
Kumsal boyunca yürüyüp tehlikesiz bir yer bulduğumda, gölün
suyuyla iletişim kurmak harika bir deneyim oldu benim için. Kumsalda göl
boyunca çıplak ayakla yürümek huzur verici Salda Gölü'nde. Mavi, yeşil ve
beyazın ahenk içinde bir arada bulunduğu bu doğa güzelliğinde, güneşin ışık
oyunları ile harika manzaralar yakalamak dünyanın en büyük zevki.
Akşam olmuştu ve istemesem de otelime geri dönmenin
mecburiyeti ile yola koyuldum; bir sonraki gün tekrar gelmek sözünü vererek Salda
Gölü'ne.
Ertesi gün planladığım gibi Salda Gölü'nün diğer bölümüne,
“Beyaz Adalar Bölgesi” ne gittim. Burası
dokunulmamış doğası ve tüm doğallığıyla sessizliğin, temizliğin abidesiydi
adeta. Gölün ortasında bulunan toplam yedi adet adadan, üç adet minik ada
dikkat çekiciydi. Yaz aylarında sular çekildiğinde diğer adacıklar da ortaya
çıkmaktadır. Kendiliğinden oluşan bu adalardan dolayı Maldivlerin doğa güzelliğine
benzediğinden, Salda Gölü'nün bu bölgesi, “Türkiye'nin Maldivleri” veya kısaca
“Saldivler” ismiyle anılmaktadır.
Bembeyaz kumsal ve turkuaz renkli su ile bütünleşen adalar, göz
kamaştırıcı bir manzara sunar ziyaretçilerine. Saldivler, endemik çeşitliliğin
ve Salda Gölü’ne rengini veren kimyasal yapıların doğduğu merkezdir. Bembeyaz
kumsalında uzanıp, sessizliği içine çekerek, mavi ile yeşilin karışımı tadında
turkuaz renginin dinlendirici etkisi ile renk cümbüşünde kaybolacağınız bir
saklı cennettir; sadece Burdur’un ve Türkiye’nin değil, Dünya’nın da değeridir
Salda Gölü; Saldivler.
Saldivler’de fotoğraf çekimlerimi tamamladıktan sonra Salda
Gölü’nün ilk kısmındaki tepeye, giderken
tekrar geleceğim diye söz verdiğim üzere ikinci kez tekrar çıktım; korkusuzca
ve sahip olduğum tecrübemle.
Mars gezegeninin yüzeyindeki jeolojik özellikleri
taşıdığından ve mineral yapısı ile benzerlik gösterdiğinden dolayı, “Türkiye’nin
Mars’ı” olarak da isimlendirilir Salda Gölü.
Turkuaz renginin açıktan koyuya doğru değişen harmonisini izlerken,
suya atlamamak için zor tutar insan kendini Salda Gölü’nde.
Bilimsel ve görsel değere sahip ve ekosistemi günümüze kadar
bozulmamış olan Salda Gölü gibi bir dünya mirasının titizlikle korunması,
sadece Türkiye için değil, tüm dünya ve insanlık için gelecek nesillere
aktarılması açısından toplumsal sorumluluğumuzdur.
Etkileyici pudra yumuşaklığında ki bembeyaz uzun kumsalında
dinlenmek, eşsiz manzarasında fotoğraf çekmek, insana huzur veren cam gibi
berrak turkuaz renkli suyu ile bu muhteşem mavi cennet sizleri bekler; incinmeden,
zarar görmeden.
Kirlenmeden, el
değmeden kalması ümidiyle…
Yazı Ve Fotoğraf
PROF. DR. ZERRİN ŞENTÜRK