MAVİ BEYAZ VE YEŞİLİN TANGO SAHNESİ: SALDA GÖLÜ

Dünya mirasının Burdur ilimizdeki yeryüzü elçisi saklı cennet

Akdeniz Bölgesi'nin “Göller Cenneti” kısmında yer alır Burdur ilimiz. Neolitik çağlarda başlayan tarih yolculuğundan kalan tarihi yerleşim yapıları, şehrin gelenekleri, yiyecek kültürü, zengin doğası ile bütünleşmiştir Burdur'da.  Burdur'un dünyaca ünlü bir gölünü misafir eder Yeşilova ilçesi; “Salda Gölü”nü.

185 metreye varan derinliği ile dünyanın en derin göllerinden biridir Salda Gölü. Akarsu çıkışı bulunmadığı için kapalı bir havzada yer alma özelliği, tatlı suyunda balık yaşaması, etrafının ormanla çevrili ve tektonik hareketler sonucunda oluşmuş bir krater gölü olması bir farklılıktır Salda Gölü için. Denizden 1194 metre yükseklikte, Toros dağlarının arasında yer alan Salda Gölü'nün yüzölçümü 45 kilometrekaredir. Salda Gölü’nün ünlü olması sadece bu özelliklerinden kaynaklanmıyor elbette. Arkaik dönemde meydana gelen ve prokaryotik canlılar sınıfından Cyanobacteria’ların katmanlar halinde birikerek oluşturduğu jeolojik yapılar olan stromatolitlerin oluşumuna imkan veren jeobiyokimyasal bir ekolojik sürece ev sahipliği yapması diğer göllerden ayırır Salda Gölü’nü.

Günümüzde, Salda Gölü'nde meydana gelen stromatolitler ile Mars Gezegeni’ndeki karbonat içerikli kayaçlar arasındaki benzerlikler incelenmektedir. Bu bağlamda, Mars'da yaşamın varlığı ile ilgili araştırmaların yapılması için Salda Gölü önem taşımaktadır. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda, dünya üzerinde Mars’ın yüzey özelliklerini taşıyan iki yer bulunduğunu, birisinin Kanada'nın kuzey bölgesinde, diğerinin de Salda Gölü'nde olduğu belirlenmiştir.

Salda Gölü’ndeki mikroskobik canlılar tarafından güncel halini almış mikrobiyalitler, canlı kalıntısı olan kayaçlardır. Bunların aşınması ile oluşan hidromagnezit birikintiler, Mars'da bulunan kurumuş Jezero Krateri’ndeki karbonat mineralleri ile benzerdir. Bundan dolayı, NASA'ya ait Perseverance aracının en önemli görevi, Mars yüzeyinde yaşam izlerini aramak için Jezero Krater Gölü’nün, Salda Gölü ile jeolojik yapı ve mineralojik  bileşimler yönünden benzer özellikler taşıdığını düşünerek araştırma yapmaktır.

Arabadan inip Salda Gölü'ne doğru yürümeye başladığımda bu denli büyüleyici bir manzara ile  karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Suyunun rengi, temizliği, canlılığı ile kocaman bir açık hava akvaryumunu andırıyordu; tüm ihtişamıyla bu doğa harikası. “Tripodumu hazırlayıp fotoğraf çekimlerime başlamalıyım vakit geçirmeden” diye düşündüm.  İnsanların kalabalık oluşu cazip gelmese de yoluma devam etmeliydim bir an önce.

İçerisindeki magnezyum nedeniyle görülmemiş beyazlıktaki kumsalında, artık beyazın mavi ile kesiştiği yerde, mavinin her tonuna doğru seyahatim başlamıştı Salda Gölü'nde.

Ben hariç diğer insanlar yüzmek ve piknik yapmak amacıyla Salda Gölü’ne gelmişlerdi.  Çıplak ayakla bile basmaya kıyamadığım beyaz kumsalda, küçük çukurlar açılmış ve bazı insanlar çamur banyosu yaparken bir kısmı da gölde yüzmek için koşuşturuyorlardı. Mücevher niteliğindeki kumdan oluşan kumsal, kimyasal özellikleri nedeniyle şifa dağıtıyordu. Fakat kumsalın bu şekilde yıpratılması beni üzmüştü; doğaya zarar verdiklerini düşündüm o anda.

Fotoğraf çekmeye devam ederken kadrajımı, biraz uzakta bulunan bir tepecik ziyaret etti. “Bu tepeye tırmansam gölü yukarıdan çekerim. Acaba tırmanabilir miyim?” diye düşündüm. Tırmanmak kolay olmasa da bunu başarmalıydım. Tepenin eteğine geldiğimde cesaretimi toplamak ve tepenin neresinden çıkacağıma karar vermek için etrafında dolaştım. Elimde tripodum ve fotoğraf makinem, sırtımda çantam ile birlikte, taşlar ve sert bitkilerin yer aldığı bu tepeye tırmanmak, düşme endişesiyle beni ürkütse de kararımdan vazgeçmedim. Yukarıya doğru yol alırken, gölün etrafındaki insanlar minicik görünmeye başladılar. Zor olsa da biraz yol aldıktan sonra küçük düz bir alan buldum, tripodumu kurdum ve Salda Gölü’nü tepeden izlemek ve kadrajıma yerleştirmek mutluluğunu yaşadım. Tepeden inmek istemesem de dönüş zamanı gelmişti. Çıktığım tepeden aşağıya inmek daha da dikkat gerektiriyordu. Tekrar çıkmak üzere ayrıldım tepeden; artık bembeyaz kumsalda Salda Gölü’nün kıyısındaydım ve suya temas ederek yürürken suyun beni çektiğini ve kumun ayağımın altından kaydığını hissedince  tedirgin oldum.

Gölü besleyen akarsuların denizle bağlantısı olmaması nedeniyle, eşsiz su yapısına ve canlı çeşitliliğine sahiptir Salda Gölü. Endemik bitkileri, florası ve faunası ile uluslararası özel bir yerdir. Tektonik bir krater gölü olduğundan, kumsalının beyaz oluşunun sırrı da barındırdığı magnezyumdandır ve  turkuaz rengini ise stromatolitlerden alır.

Kumsal boyunca yürüyüp tehlikesiz bir yer bulduğumda, gölün suyuyla iletişim kurmak harika bir deneyim oldu benim için. Kumsalda göl boyunca çıplak ayakla yürümek huzur verici Salda Gölü'nde. Mavi, yeşil ve beyazın ahenk içinde bir arada bulunduğu bu doğa güzelliğinde, güneşin ışık oyunları ile harika manzaralar yakalamak dünyanın en büyük zevki.

Akşam olmuştu ve istemesem de otelime geri dönmenin mecburiyeti ile yola koyuldum; bir sonraki gün tekrar gelmek sözünü vererek Salda Gölü'ne.

Ertesi gün planladığım gibi Salda Gölü'nün diğer bölümüne, “Beyaz Adalar Bölgesi” ne gittim. Burası  dokunulmamış doğası ve tüm doğallığıyla sessizliğin, temizliğin abidesiydi adeta. Gölün ortasında bulunan toplam yedi adet adadan, üç adet minik ada dikkat çekiciydi. Yaz aylarında sular çekildiğinde diğer adacıklar da ortaya çıkmaktadır. Kendiliğinden oluşan bu adalardan dolayı Maldivlerin doğa güzelliğine benzediğinden, Salda Gölü'nün bu bölgesi, “Türkiye'nin Maldivleri” veya kısaca “Saldivler” ismiyle anılmaktadır.

Bembeyaz kumsal ve turkuaz renkli su ile bütünleşen adalar, göz kamaştırıcı bir manzara sunar ziyaretçilerine. Saldivler, endemik çeşitliliğin ve Salda Gölü’ne rengini veren kimyasal yapıların doğduğu merkezdir. Bembeyaz kumsalında uzanıp, sessizliği içine çekerek, mavi ile yeşilin karışımı tadında turkuaz renginin dinlendirici etkisi ile renk cümbüşünde kaybolacağınız bir saklı cennettir; sadece Burdur’un ve Türkiye’nin değil, Dünya’nın da değeridir Salda Gölü; Saldivler.

Saldivler’de fotoğraf çekimlerimi tamamladıktan sonra Salda Gölü’nün ilk kısmındaki  tepeye, giderken tekrar geleceğim diye söz verdiğim üzere ikinci kez tekrar çıktım; korkusuzca ve sahip olduğum tecrübemle.

Mars gezegeninin yüzeyindeki jeolojik özellikleri taşıdığından ve mineral yapısı ile benzerlik gösterdiğinden dolayı, “Türkiye’nin Mars’ı” olarak da isimlendirilir Salda Gölü.

Turkuaz renginin açıktan koyuya doğru değişen harmonisini izlerken, suya atlamamak için zor tutar insan kendini Salda Gölü’nde.

Bilimsel ve görsel değere sahip ve ekosistemi günümüze kadar bozulmamış olan Salda Gölü gibi bir dünya mirasının titizlikle korunması, sadece Türkiye için değil, tüm dünya ve insanlık için gelecek nesillere aktarılması açısından toplumsal sorumluluğumuzdur.

Etkileyici pudra yumuşaklığında ki bembeyaz uzun kumsalında dinlenmek, eşsiz manzarasında fotoğraf çekmek, insana huzur veren cam gibi berrak turkuaz renkli suyu ile bu muhteşem mavi cennet sizleri bekler; incinmeden, zarar görmeden.

 Kirlenmeden, el değmeden kalması ümidiyle…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazı Ve Fotoğraf
PROF. DR. ZERRİN ŞENTÜRK