
Etnik kökenli insanları, dillerin ve dinlerin çeşitliliği ile
huzur içinde yaşamanın sembolüdür Mardin; Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin
mücevheridir. Mardin’in parlak rengi, ülkemizin zenginliği olan Süryanilerin
dinsel değerleriyle biçimlenmiş manastırların incisidir “Deyrulzafaran
Manastırı.” Mimarisinin büyüleyici ve görkemli görüntüsü ile Süryanilerin
varlığının, Süryani kültürünün zaman içinde değişiminin ispatıdır.
İlk olarak Mayıs 2023 tarihinde ziyaret etmiştim
Deyrulzafaran Manastırı’nı. Mardin Projem kapsamında manastırı fotoğraflamak ve
“Mardin” konulu yazımda yer vermek beni mutlu etmişti. Gezmeye doyamadığım bu
uygarlık abidesinde, tarihini ve sosyal yaşantısını iliklerimde hissetmek, her
bir karesini detaylı olarak kadrajıma yerleştirmek ve “Deyrulzafaran Manastırı Projemi”
gerçekleştirmek üzere Eylül 2023 tarihinde tekrar ziyaret etmek rüya gibiydi. Ülke
içinden gelen ziyaretçilerin yanında, yurt dışından gelen Süryani misafirlerin
akınına uğramıştı. Manastırın huzur dolu avlusunda misafirperverliğin doruk
noktasını yaşatmıştı ziyaretçilerine Metropolit Saliba Özmen.
Kapısından girip, her iki tarafı ağaçlarla çevrili bir
bahçeden ilerlediğinizde ulaştığınız bu masalsı mekân, güneşle dans eden
Mezopotamya Ovası’nı kucaklayan heybetiyle yükselir karşınızda. Üst tarafında
eski manastırların kalıntılarının bulunduğu şirin bir tepe yamacında tılsımlı
bir şekilde kendini gösterir. Sanatsal ve mimari çekiciliği ile motivasyonunuzu
zirveye taşır Deyrulzafaran Manastırı.
Görkemli iç kapısından ilerleyip merdivenleri adımlarken,
inanç diyarında huzura kavuşmanın heyecanı kaplar içinizi. Dış avludan içeriye
adım atmak ise bir Mardin masalı içinde kaybolmaya eşdeğerdir.
Bu masal diyarında tüm güzellikleri
ruhumda hissederek, Mardin ve Diyarbakır Metropoliti Filuksinos Saliba Özmen’in
misafiri olmak, Mardin konulu yazımın yer aldığı Köşe Bucak Dünya Dergisi’ni kendisine
hediye etmek ve bu anı, sonsuza taşımak için fotoğraf karesine sığdırmak,
mutluluk vericiydi. Süryani çayı ve kahvesi eşliğinde bir süre sohbet ettikten
sonra canlı tarihin bir yansıması olan mekânı keşfetme heyecanıyla fotoğraf
çekmeye başladım.
İnşa edildiği tarihten itibaren, ilk halinin doğallığına uyum
gösterilerek yapılan ek binalar ile bugünkü halini almasına rağmen, mimarisi ve
mistik havası, manastırın tek seferde inşa edildiği izlenimi uyandırmakta. 640
yıl boyunca Süryani Kilisesi’nin Patriklik Merkezi olarak tarihin sayfalarında
yer aldığından, sadece Mardin ve Mezopotamya halkı için değil, dünyanın dört
bir yanından gelen Süryaniler ve yerli turistler için büyük bir önemi haizdir Deyrulzafaran
Manastırı.
Tarihte, Şemsilere ait güneş tapınağı ve daha sonra Romalılar
tarafından kale olarak kullanılan yapı, Romalıların çekilmesinden sonra Mor
Şleymun tarafından manastıra dönüştürülmüştür. Bundan dolayı manastır, ilk
zamanlar “Mor Şleymun Manastırı” ve 7. yüzyılda ise Mor Hananyo, manastırda ve
çevresinde yenileme çalışmaları yaptırdığından, “Mor Hananyo Manastırı” olarak
isimlendirilmiştir. Günümüzde kullanılan “Deyrulzafaran Manastırı” ismini, 15.
yüzyılda manastır etrafında yetiştirilen safran bitkisinden almıştır.
Üç kattan meydana gelen ve kubbeleri, çan kulesi, taş ve ahşap
işlemeleri ve simgesel yapı özelliği ile olağanüstü bir mimari sergileyen
Deyrulzafaran Manastırı’nın temel bölümleri, Mor Hananyo Kilisesi, Meryem Ana
Kilisesi, Azizler Evi ve Güneş Tapınağı’dır.
Ayinlerin ve günlük ibadetlerin yapıldığı yerdir “Mor Hananyo
Kilisesi.” Burada her gün sabah, öğle ve akşam ibadet edilmekte, Çarşamba, Cuma
ve Pazar günleri ana apsis bölümünde ayin yapılmaktadır. Apsisin her iki
yanında karşılıklı iki adet patriklik makam kürsüsü yer alır ki, soldaki kürsü
ceviz ağacından yapılmış ve 400 yaşında, sağdaki kürsü ise 500 yıllık olup
fildişi ve sedef işlemeleriyle birer sanat eseridir. Apsis dışındaki iki küçük
kürsü ise koro mensuplarına aittir. Bu kürsüler üzerine ilahi kitaplar koyulur
ve ilahiler okunur. Orta ana apsisteki ayin eşyalarının durduğu alan tahrip
olduğundan, ayakta kalan iki sütun, üzerindeki Süryanice yazıtlar ile dikkat
çekmektedir.
Kilisenin sağ tarafındaki duvarda Mor Hananyo’nun freski
hayranlık uyandırır. 1200 yıllık olan fresk, Hindistan’dan getirilmiş ve kök
boyalarla işlenmiştir. Giriş kapısının üzerinde yer alan ve 1910 yılında
manastıra hediye edilen Mor Yakup’un resmi bir sanat eseri niteliğindedir.
Kilisenin içini çevreleyen, orijinalliğini günümüzde de
koruyan kemer şeklindeki taş işlemeler, Hristiyanlıkta önemli sembolleri tasvir
eder. Üst kısımlarda bulunan balkonlar, günümüzde kullanılmamasına rağmen,
eskiden cemaat kiliseye sığmadığı zamanlarda kullanılmaktaydı.
Yılda bir kez Mor Meryem’in göğe yükselerek, beden ve ruhen
cennete alındığı kutsal bir gün olan 15 Ağustos’ta ve vaftiz törenlerinde
kullanılır “Meryem Ana Kilisesi.” Girişte sağ tarafta bulunan ve sürekli kapalı
olan kapının arka tarafındaki bölümde gerçekleşir ayin. Kilisede, ceviz
ağacından yapılmış, üzeri işlemelerle dolu 600 yıllık kapılar ilgi odağı
olduğundan, önünde fotoğraf çektirmek kaçınılmaz olmakta. İki vaftiz kurnasından
biri günümüzde kullanılmaktadır. Artık kullanılmayan ve kilisenin sembolü olan
diğer vaftiz kurnası, 1500 yıllık ve tek taştan yontularak yapılmış olup, Nuh
Tufanı’ndan kurtulan 8 kişiyi tasvir eden sekizgen yapıdadır.
Kilise, 1876 tarihinde Patrik IV. Petrus tarafından
İngiltere’den getirilen Latin harfli ilk matbaaya ev sahipliği yapar. O dönemde
bölgedeki basımlar bu matbaa ile yapılmaktaydı. Ayrıca Türkiye’de Latin
harfleriyle basılmış Türkçe ilk gazete olan Mardin Gazetesi bu matbaa ile
basılmıştır. Son olarak da ayık bir dergi olan Öz Hikmet Dergisi basılmış, 1969
yılında dergi kapatılınca, matbaanın ana basım parçası olan bu kısmı, Mardin’deki
basım yeri olan Kırklar Kilisesi’nden, sergilenmek üzere buraya getirilmiştir.
Kilisenin arka odasında eski araçlar yer almakta. Yürüyen taht
anlamını taşıyan tahtırevanlar, ön kısım ve arka kısımda birer at ile Patrik ve
Metropolitleri taşıyan araçlardı.
İnşa edildiği dönemlerde şifahane merkezi olarak
kullanılmıştır “Azizler Evi.” 500 yaşında olan ve işlemeleri ile hayranlık
uyandıran kapısından girildiğinde, duvarın üst tarafındaki taşların sol üst
köşesinde, iki yılanın bir küpün içerisine zehirlerini akıttığını tasvir eden
bir figür ve köşelerde kobra başları ilgi çekmekte. 1293 yılında patriklik
merkezi buraya taşınınca, burası patrik ve metropolitler için mezarlık odası
olarak kullanılmaya başlandı. Yedi adet nişten, ortada, sağ ve sol tarafta
bulunan üç tanesi patriklere ve diğer dördü metropolitlere aittir. Din adamları
ebediyete intikal ettikten sonra özel ayin kıyafetiyle yüzü doğuya bakacak
şekilde, taştan bir kürsünün üzerine oturtulur. Son patrik 1894 yılında
defnedilmiş ve sonrasında patriklik merkezi 1932 yılında buradan taşınmıştır.
Son metropolit 1969 yılında buraya defnedildikten sonra 2003 yılına kadar
manastırda metropolit bulunmadı. 2003 yılında Patrik tarafından Deyrulzafaran
Manastırı’na atanan Filuksinos Saliba Özmen, halen manastırın metropolitidir.
Dar bir merdivenle inilen, manastırın en eski bölümüdür
“Güneş Tapınağı.” Hristiyanlığı benimsemeden önce Süryaniler; o dönemdeki ismi
ile Aramiler, ay ve güneşe tapıyorlardı. Günümüzde tek pencereli niş şeklindeki
taşla örülüp kapatılmış bölüm, o dönemde tamamıyla açıktı ve güneşin ilk
ışıklarıyla güneşe ibadet başlar, gece ise aya tapılırdı. Sağ taraftaki kemerli
niş, adak adamak için kullanılan bir sunak. Tapınağın tavanına bakıldığında,
geometri harikası bir mimari dikkat çekiyor. Çimento, kum, harç gibi hiçbir
yapıştırıcı malzeme kullanılmadan inşa edilen tavanı yapmak için önce
etrafındaki duvarlar örülmüş, içerisi toprak doldurulmuş ve toprak iyice
sıkıştırıldıktan sonra sağdaki taşlar sağa ve soldaki taşlar sola doğru paralel
ve yatık bir şekilde, ortadaki taşlar ise V şeklinde, her iki tarafı birbirine
kilitleyecek şekilde dizilmiş ve taşlar oturduktan sonra içerideki toprak
dışarıya çıkarılmıştır. Taşlar yukarıya doğru 1.5 metre boyunda ve boyutlarına
göre 1 ve 2 ton ağırlığında. Tapınaktaki zemin doldurulmuş ve daha sonra
yapılan bir çalışmada zeminin 2 metre daha derinde olduğu anlaşılmıştır. Tavanla
orijinal zemin arası yükseklik yaklaşık 4 metredir.
Tarihi ve kültürel açıdan zengin temel bölümleri dışında
aktif olarak kullanılan yaşam alanları, avlular, surlar ve bahçeleri ile
manastır, inancın ve dünyaya bakışın mimariye yansımasıdır. Tarihin, sanatın ve
güncel yaşamın bir harmonisini sunar avlusu; yeryüzü ile gökyüzünü kavuşturan
büyülü bir dünyadır. İç avluda bulunan kuyu ayrı bir güzelliktedir.
Manastırın en üst katı ve terasına çıkıldığında ise
manastırın bölümlerini, çan kulesini, kubbelerini, zeytin ağaçlarından oluşan
bahçelerini ve tepedeki eski manastırları yüksekten seyretmek çok etkileyici.
Çan kulesinin alt kısmında, işlenmiş hayvan figürleri, insanları sembolize eder
ki manastıra geldiğinizde yaşam bulursunuz anlamı taşımakta.
Sanatı ve özgün tarihi geçmişine doğanın sunduğu güzellikler de
eklenince olağanüstü bir şaheser olma özelliğini günümüzde de korumakta Deyrulzafaran
Manastırı. Metropolit’in ikametgâhı olması nedeniyle de ayrı bir önem kazanmakta.
Din adamları, öğrencileri, onların yaşama biçimleri ve muhteşem atmosferi ile sembol
olacak nitelikte bir mekân.
Manastırda tüm güzellikleri içime sindirerek Deyrulzafaran
Manastırı Projemi gerçekleştirmem için desteğini ve dostluğunu esirgemeyen
Mardin ve Diyarbakır Metropoliti Filuksinos Saliba Özmen’e sonsuz teşekkür
ederim.
Kültür mozaiğinin ortasında, teknolojinin estetikle
bütünleştiği kültürel havasıyla zaman sarmalına kapılarak fotoğraf çekmek, güneşin kalplere ışınlarını yolladığı bu
cennet diyarda huzuru yakalamak, muhteşemliğinde kaybolmak için inancını ve
dünya görüşünü, zarafetle sanatın birleşimi mimarisindeki sembolizme
yansıtarak, sosyal ve kültürel dokuya hareket kazandıran Deyrulzafaran Manastırı rotanız
olsun.
Yazı Ve Fotoğraf
PROF. DR. ZERRİN ŞENTÜRK