Kervanın Hikayesi

Ey oğul, dinle! Mızrap vurur ve tel kopar bir akşam. Yola düşme vakti gelmiştir gayri. Yeniden kurulur dünya. Her sabah bir menzil düşü ile yola koyulur kervan ve her akşam bir başka menzilde konaklar. İlk adımla başlayan uzun ve ebedi bir yolculuk. Menzili yolun bizatihi kendisi. Dünyayı gurbet bilenlerin ve bir handan geçer gibi dünyadan geçip sonsuza yürüyenlerin hikâyesi.

Masalcının dediği gibi her sabah yeniden kurulan bir dünyanın kadim seyyahları Doğu’nun zenginliğini ve medeniyetini batıya taşımak üzere yola çıkarlar. Nehirler aşar, köprülerden geçer, vadi boylarında konaklar ama her akşam yeni bir menzile, bir hana ulaşırlardı.

Ateş başında Doğu’nun en güzel masalları dile gelirken, bir ince, bir derin ve mavi sızı alevlere karışıverirmiş. Depşelem’den söz açar masalcı, Nuşirevan’ın adaletini anlatır. Bir yandan Kelile ve Dimne dile gelir bir yandan Leyla ile Mecnun. Ne çok masal biriktirmiştir masalcı. Menzil uzar, hiç bitmez yollar ama masalcı anlatmaya devam eder. Gün akşamlı, ömür ölümlüdür. Düşen kalkar, giden varır. Ömrü yolda geçenler için yolların memleket olmasından öte ne olabilir ki?

Sonsuza akan nehirlerin kıyılarında türküler dinlemiş ihtiyar söğüt. Ondan işittim, kervanın hikâyesini. Hakikate erenlerin, Selçuklunun mavi ışığının, kösün, bayrağın ve kitabın ezelden ebede yolculuğudur kervan.

Yolu ömür bilen, misafiri aziz sayan kadim bir coğrafyanın hikâyesidir kervan. En çok da hatırasını yâd ettiğimiz, adı unutulan ama eserleri ile yaşamaya devam eden o muhteşem mimarların, ustaların anlatılası hikâyesidir.

Bir zamanlar Anadolu’da adaletin, ilmin, saltanatı yaşanırken zeytinin, incirin ve bir ikindi vaktinin hatırı için kervana yol verirmiş ulu sultanlar. Taşa ruhunu işleyen usta, sultanının şanını yüceltme derdiyle taşa sırrını söyler.  Taş taş üstüne konur ve yükselir duvarlar. Usta sevdasını fısıldar taşa, mermere ve ahşaba. Usta sözünü söyler ve devri kapanır.

Ey oğul, dinle! Bozkırın efendisi işte o ustadır. Sultanının adını yücelten ama kendi adı asla anılmayan o usta. O ustanın hatırını ebedi kılan, o ustanın eserine duyulan vefadır.

Tarihe vefa, işte o ustaya duyulan vefadır. Bir buğday başağına, kırkikindi yağmuruna ve elbette bozkıra yani hüznün ve bozkırın ebedi yurdu Anadolu’ya vefadır.

Tarihe vefa, kervanlara yol veren ulu sultanlara vefadır. Bu toprağı vatan yapan o muhteşem insanlara vefadır.

Unutma, oğul, bu toprak bir günde vatan olmadı. Her karışında kan ve gözyaşı vardır. Aşk vardır, tahammül vardır. Bizi biz yapan değerler vardır. Gün dönmüş, devran değişmiş olsa da, eski zamanlar artık bir ince sızı ile yâd ediliyor olsa da, bize düşen ahde vefadır.

Devir bizim devrimizdir, bize düşen o ustanın düşen taşını yerine koymak, onunla aynı düşü görmektir. Aynı gökyüzü altında yaşamış olanların alın yazısıdır bu.

Tarihe vefa bir buğday başağına, incire ve zeytine vefadır. İkindi vaktinin Sahibine duyulan minnet ve şükranın neticesidir.

Masalcının belki de son hikâyesi bu coğrafyada anlatılmaya devam edecek.

İhtiyar söğüdün şahitliğiyle…

At ölür, deve ölür, kervancı ölür, masalcı ölür; gün gelir han viran olur lakin kervan yürümeye devam eder.

Kervan ebediyen yürümeli. Bir mavi ışığın, bir ince sızının, ihtiyar masalcının, saltanat görmüş şehirlerin, unutulmuş sultanların hatırası için.

Kervan ebediyete yürümeli…

Yazı Ve Fotoğraf
İbrahim Dıvarcı - Ahmet Kuş