Karaköy

Son yarım saattir elimde kalem, kaç zamandır ortalarda olamamamın verdiği bir tutulmuşlukla“Nerden başlasam?” diye düşünüyorum, “Bir yerden başlamam gerek!” diyorum ve merhabalar Köşe Bucak okumayı, gezmeyi sevenler.

Uzun zamandır yazamadım evet ama telafi edeceğim, son birkaç aydır büyük çıtalar üzerinden atlamakla uğraşıyorum, hayat maratonu;)Aylardır insan kalabalığına karışamayan biri olaraktan bir gün herşeyi göze alarak kaçıverdim.

Şöyle bir Eminönü’nden başlayalım, aç karnına gezilmez bir balık-ekmek indirelim midelere. Ardından Karaköy turumuza başlamak için, denizden taze taze çıkıp balıkçıların oltalarında sallanan balık kokusunu çeke çeke ilerleyelim Galata köprüsünde. Bu arada kısacık bir bilgi verelim:  Galata Köprüsü 1845 yılında, Sultan Abdulmecid zamanında, annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan tarafından yaptırılmış. En çok bilinen adı Cisr-i Cedid olan köprü, tarih boyunca pek çok farklı isimle anılmış, Valide Köprüsü, Yeni Köprü, Büyük Köprü, Yeni Cami Köprüsü, Güvercinli Köprü bunlardan bazıları; günümüzde ise yalnızca Galata Köprüsü olarak bilinmektedir.

  Gezimizi uzun tutmak isterdim ama sonra çok yazdın dergiye sığmıyorsun diyorlar;) Önce şu Karaköy ismi nerden geliyor ona bakalım; her gün binlerce kişinin alışveriş ve çalışmak için geldiği Karaköy, İstanbul’un en kalabalık ve tarihi yerlerinden biri. Karaköy'ün adının buraya ilk yerleşen Karaim Yahudilerinden geldiği düşünülüyor. Karay veya Karaimler de denilen bu topluluk, Hazar Türk İmparatorluğu’nun bir parçası. İmparatorluğun yıkılmasından sonra halkın bir bölümü Bizans döneminde İstanbul’a göçüp Hasköy ve Karaköy‘e yerleşmiş. Karaköy‘ün eski adı olan Karayköy’de işte buradan türetilmiş. Karaköy adı ile ilgili ikinci bir teori de, 8. yy.da burayı fethetmek için gelen Müslüman Emevilerin buarada geçirdikleri 7 yıl boyunca çok kahır ve acı çektikleri için bölgenin bu ismi aldığı yönünde.Karaköy’de, Cenevizliler, Emeviler, Bizanslılar ve Osmanlılar yüzyıllarca hüküm sürmüşler. Sokakların arasında yürürken, her an başka bir tarihî yapıya rastlayabiliyorsunuz.

 Karaköy Meydanı’nın ortasından metro geçmektedir. Karaköy’de en ilgi çekici binalar Karaköy Palace Binası, bir diğeri ise Tershane Cadde’sinin ana meydana kavuştuğu köşedeki süslü bina olan Nordstern Han’dır. Sivri kemerler ve bezemeli pencereleri ile dikkatinizi çeker. T.C. Ziraat Bankası binasını görmenizi öneririm. Köprünün başındaki binanın ön cephesinde iki heykel dikkati çeker. Bir rivayete göre Erkek olanı sanayii, Kadın olanı ticareti temsil ettiğini ifade ediyormuş. Başka bir rivayete göre Tevrat’ta erkeğin Hiram Usta, kadının ise Dul kadın olduğu ileri sürülüyor. Karaköy kıyısında bulunan tarihî iskele fırtına da çökmüş bunun yerine şu anki iskele yapılmış. Sahil de bulunan Uğurlu Han, Sağlık Binası birinci ulusal Mimarlık akımının öncü binalarındandır. Böyle arada ufak bilgiler vermek istiyorum çünkü gerçek Karaköy tarihi, bu binalar ile başlıyor. Biraz daha ilerliyoruz ve karşınızda; Deniz Yolları Binası  (Türk Denizcilik İşletmeleri Binası) zemin katında Tarih ve Sanat Müzesi bulunmaktadır. Müzede model gemiler ve eski gemilerden çıkartılan eserlerin yanı sıra Diyarbakırlı Tahsin Bey ve İbrahim Çallı’nın tabloları var. Kilyos’taki cankurtaranları gösteren çizimleri ve cesaretlerinden ötürü Sultan Mehmed V. Reşad’ın onları ödüllendirmek için yayınladığı fermanı görebilirsiniz. 1920’de Amerika’ya sefer yapan ilk Türk Yolcu gemisi olan Gülcemal’den bazı hatıra da burada sergilenmektedir. Denizcilik tarihini severler es geçmeyin derim! Evet devam ediyoruz;  Karaköy bölgesinde kahvaltı yapmak isterseniz size önereceğim yer olan, Deniz YollarıBinası’nın hemen karşında yer alan Namlı Gurme’nin önünden geçiyoruz,arkasından Namlı Gurme’nin yanında bulunan Karaköy Güllüoğlu’nuda geçerek yolumuza devam ediyoruz. (Karaköy Güllüoğlu’nda dönüşte size baklava ısmarlayacağım ve ufak bir tarihine, o zaman tatlı yiyerek tatlı konuşarak değineceğim).

 Ve yağmur başlar, bu aralar İstanbul pek sulugöz pek bir fırtınalı. Kılıç Ali Paşa Camii’nin hemen yanındaki Nar Dükkan’a bir uğrayalım. Yıllardır Rumelihisarı’nda harikalar yaratan Nar Cafe’nin kurucusu, yeni mekânı Nar Dükkan'ı Karaköy'de açtı. Küçük bir mekânın içine sığdırdığı büyük lezzetleri ve güleryüzlü hizmetiyle Nar Dükkân Karaköy’ün ruhunu tamamlıyor. Ahşap masaları, tuğla duvarları, masaları lezzetlendiren meyve tabaklarıyla Nar Dükkâna ister beş çayına gidin ister kahvaltıya ister bizim gibi bir fincan kahve ve leziz tiramisu için. Yağmur dindikten sonra buradan çıkıp tekrar Kemeraltı Caddesinden sağa dönerek yürüdüğünüzde ileride sizi Kılıç Ali Paşa Camiibekliyor. Kılıç Ali, aslen İtalyan olan Osmanlı amiralidir. Gençliğinde esir düştükten sonra Müslüman olup korsanlığa başlamıştır. Bir süre sonra Turgut Reis’in adamı olarak Osmanlı hizmetine girmiştir. İnebahtı’da kazandığı başarıdan sonra kaptan paşalığa yükseltilmiştir. Adı da Kılıç Ali olarak değişmiştir.  Bir söylentiye göre; Kılıç Ali kendine cami yaptıracak yer arıyormuş ve rakipleri ona zorluk çıkarıyormuş. “Sen Kaptan-ı Derya’sın, bütün denizler senin, karada ne istiyorsun?” demişler. O da bu bölgeyi denizden doldurarak camisini yaptırmış. Mimar Sinan’a 1580 yılında Tophane Meydanı’nda inşa ettirilen külliye; cami, türbe, sebil, medrese ve hamamdan meydana gelmektedir. Kılıç Ali Paşa Cami, Ayasofya’nın küçük bir tekrarıdır. Kubbenin iki yanındaki yarım kubbeler ve öbür iki yandaki kemerler ile binayı destekleyen duvarlar vardır. Ayasofya modeli olmasına Mimar Sinan mı kara verdi yoksa Kılıç Ali’nin isteği mi bilinmiyor. Yanında Tophane Çeşmesi, Nusretiye Camii ve İstanbul Modern var. Cami’nin karşısında Tophane-i Amire var. Şu an Mimar Sinan Üniversitesi tarafından kullanılıyor. Öğrendiğim kadarı ile eskiden toplar burada yapılıyormuş.

Necati Bey ve Tophane İskelesi caddeleri arasındaki üçgen alanda bulunan Tophane Çeşmesi, I. Mahmud tarafından 1732’de yaptırılmış. Bu sadece bir çeşme değil, içinde yer aldığı kentsel alanı biçimlendiren ve güzelleştiren heykelsi bir anıt. İstanbul’daki meydan çeşmelerinin en güzellerinden biri. Kare planlı ve dört yüzlü olan bu çeşme, barok bir kurgu denemesi olarak şekillenmiş. Binanın tepesini bir taç gibi çepeçevre kuşatan ahşap saçağı, sivri kemerli nişleri, vazo içinde çiçek demeti motifleri, natüralist bezemeleri ve yüzlerce detay çalışmasıyla bu çeşme muhteşem bir eser olarak orada öylece duruyor.

   Hemen buradan renkli ve birbirinden farklı konseptlere sahip olan kafelerle dolu cıvıl cıvıl ara sokaklara giriyoruz. Burada sizi eğlenceli bir mekân bekliyor. 2014 yazı gibi açılan Karakoy Junk. Junk, bolca seyahat ve keşiften beslenen bir tutkunun ürünü. Sadece eski eşyalar değil, müzeler, bitpazarları, müzayedeler, antikacılar, hurdacılar, galeriler, evler, sokaklardan beslenen bir koleksiyona sahip, seyahat ve keşiflerle beslenen “Hoop! Nereye düştük?” dedirten cinsten deli dolu, tutku dolu bir dükkân burası.

Voyvoda Karakolu; İstanbul’da Mecidiye Karakolları adı verilen, kolluk kuvvetlerinin modernleşmesi yolunda atılan adımların en önemli işaretlerinden biri olan yapı, Rıhtım Caddesi üzerinde yer alıyor. Abdülmecid zamanında yaptırılmış olan bina hâlâ karakol olarak kullanılıyor. Tanzimat Dönemi’nden kalma Osmanlı armaları bu karakolda özenle korunuyor.

Karaköy’de gezilecek yerler arasında dünyanın en eski ikinci metrosu olan Karaköy Tünel’de yerini almaktadır. Söylemeyi unutuyordum azkalsın:)  Londra’dan sonra dünyanın en eski ikinci metrosu olan tünel, Karaköy’ü İstiklal Caddesi’nin başlangıcına bağlamaktadır. Gün içinde yaklaşık olarak 5 dakikada bir karşılıklı olarak hareket eden vagonlar 573 metre olan mesafeyi 90 saniyede geçmektedirler. Özellikle Karaköy’den yokuş yukarı İstiklal Caddesi’ne yürümek istemeyenler tünel seçeneğini tercih edebilirler. Böylece bu tarihî ulaşım aracını görmüş ve denemiş olurlar.

  Evet, gezimizin sonundaonca attığımız adımlar heba olmasın diye bu tatlı durağının çağrısına karşı koymaya çalışmayacağız, tabii kiKaraköy Güllüoğlu’nda baklava yemeden geçmek olmaz. Türkiye’nin başka bir yerinde şubesi yok. Karaköy Güllüoğlu’nun sınırları aşan ünlü lezzetinin hikâyesinden kısaca bahsedecek olursak; bu tatlı serüveni 1800’lü yıllarda Gaziantep’te başladı. Gaziantep’te yaygınlaşan tatlıcılık zanaatıyla ilgilenen Güllü Şelebi, işin ustalığını öğrenmek için baklavacılıkta en ileride olan Halep ve Şam’a gitmiş. Buralarda 6 ay kaldıktan sonra geri dönerek ilk baklava imalathanesini açmış. Güllü Çelebi’nin vefatından sonra oğlu Hacı Mahmud Güllü, baba mesleğini sürdürmüş ve el yapımı baklava üretimine devam etmiş. Mahmud Güllü’nün dört oğlunun da mesleğe devam etmesiyle ailede baklavacılık bir gelenek hâline gelmiş. 1930’larda tahta kutularla civar illere gönderilen kuru baklavalar Güllü Aliesi’nin ününü Gaziantep sınırları dışına taşımış. Baklavaların büyük bir talep görmesinden cesaretlenen Mahmud Güllü’nün torunu Mustafa Güllü de bu lezzeti İstanbul’la paylaşmaya karar vermiş. Mustafa Güllü’nün 1949 yılında Karaköy’de açtığı dükkân, aynı zamanda İstanbul’un da “ilk fırınlı baklava” dükkânıdır. Sonraki yıllarda baklavacılık İstanbul’da yaygınlaşmış ve birçok baklavacı açılmıştır. Bunların bir kısmı Güllü Ailesi’nin diğer fertlerine bir kısmı da Mustafa Güllü’nün yetiştirdiği ustalara aittir.

Anadolu yakasına geçecek olanlar, vapurda benim yerime de bir ince belli dumanı üstünde akşam çayı içerseniz sevinirim. Gelecek sayımızda Arnavutköy’ün yokuşlarını tırmanacağız, bayanlar topuklu ayakkabı giymeyin;) köşebucak gezmeye devam etmeniz dileğiyle…

 

 

 

 

 

 

Yazı Ve Fotoğraf
Derya Uzun Davulcu