KÜLTÜREL VE TARİHİ ZENGİNLİĞİN ÜLKESİ İRAN

8 Temmuz 2022 Kurban Bayramı arifesinde Iğdır’daki otelimizde sabah kahvaltıdan sonra tur minibüslerimizle İran’a geçmek üzere gümrük kapısına doğru yola koyulduk. Sınır kapısına yaklaştıkça içimizdeki heyecanımız artıyordu. Ağrının Doğubayazıt ilçesindeki Gürbulak sınır Kapısındaki çekişmeli geçişten sonra İran bazargan sınır kapısına kadar olan 1 km lik yoldan sonra artık İran topraklarındaydık. Tebriz’e kadar Türk topraklarındaymış hissi veren yolculuğumuzda grubumuzdaki çok sayıdaki tarihçi sayesinde tarih sohbetlerini İran çayı eşliğinde yaptık. Yaklaşık 6 saat sonra. Akşamın tatlı esintisi içerisinde güneş batarken ülkenin kuzeybatısındaki çok büyük ve tarihi bir şehir olan Tebriz e girdik.

TEBRİZ

Nüfusun çoğunluğunu Azeri Türkleri oluşturduğu için İran’daki Türkler açısından önemli bir şehir olan Tebriz, İpek yolu üzerinde bulunduğundan ötürü birçok medeniyet ve kültürün merkezi olmuştur. Özellikle İlhanlılar zamanında devletin başkenti olması nedeniyle imparatorluk başşehridir aynı zamanda. Akşam şehrin biraz dışında olan şah tarafından yapılmış şah gölü nü gezmeye gittik. El gölü olarak da anılan, ortasındaki büyük bir göl çevresinde yemek yerlerinin, yürüyüş yollarının olduğu cıvıl cıvıl oldukça kalabalık bir yer. Gölün etrafında gezerken sokak sanatçılarının söylediği Türk müziği eşliğinde eğlenirken ilk günden ön yargılarımızı da eritmiş olduk. Komşu bir ülke hakkında bu kadar az bilgi sahibi ve önyargılı olmamız gerçekten çok üzücü. Misafirperverlikleri, cana yakınlıkları  ailecek piknik kültürünün çok yaygın olması, restoranların aileler ile dolu olması ilk gözümüze çarpanlar arasında. Devletin kuralı olarak kadınların başlarının yarısını örtecek kadar şifonla kapatmasının yeterli olduğunu gördük. Bunun yanında makyajlı ve estetikli kadın sayısının oldukça fazla olması dikkat çekiciydi. Şah gölünden gece otelimize dönmek için araç ararken bir taksici Türk olduğumuzu görüp bizi götürmek üzere arabasına davet etti. Türkiye’yi çok sevdiğini ama parasızlıktan gidemediğini tekrar geldiğimizde gezdirebileceğini söyledi. Uzattığımız taksi parasını almadı. Türkiye’den istediği bir şey olup olmadığını sorduğumuzda Atatürk’ün posterini istemesi, anahtarlığında Türkiye yazılı olması bizi duygulandırdı.  Tebriz’in en görkemli yapısı UNESCO’nun 2010 yılında dünya kültür mirasına dâhil ettiği Tebriz çarşısıdır. Tebriz valisi, Abbasîlerin tarihten silinmesinden sonra ticari önemini kaybeden Bağdat şehri yerine ticari merkezin yeni gözdesi yapmak üzere Tebriz kapalı çarşısını yaptırır. 1 km uzunluğundaki Çarşıda her zanaat ve meslek grubunun kendine özgü bölümü vardır. Dokuz farklı çarşıdan oluşup, her biri bahçeli bir meydana açılmaktadır. Bu pazar şehri, acı çay tarafından ikiye bölünmüş olup bu iki bölüm günümüzde taş köprü ile birbirine bağlanmaktadır. Emir pazarı adıyla bilinen halı pazarı, kapalı çarşının en görkemli ve İran’ın halı ticaretinin yapıldığı yerdir.

Gök mescidi (Blue Mosque)

Karakoyunlular döneminde sultan Cihan Şah, UNESCO’nun kültür mirasına dâhil ettiği göy mescidini yaptırır. Bu mescide tavanlarındaki mavi mozaiklerden dolayı Blue Mosque da denmektedir. Yapıldığı dönemde kubbesi dünyanın en büyük tuğla kubbesidir. Caminin çinilerinin mavisinin sırrı ise henüz çözülememiştir.

Tebriz’in en çok beğendiğim yönü ise hiç dilenci görmememiz olmuştur. Zaten dilencisiz şehir olarak da ün yapmıştır. Bunun nedeni Pazar esnafı bir vakıf kurarak yoksul insanların geçimini sağlayıp dilenciliği önlemiştir. Ayrıca her yerde sadaka kutuları konmuş devlet buradan alıp ihtiyacı olanlara dağıtmaktadır.

 

Tam bir şiir ülkesi olan Tebriz’de 400 kadar şairin gömüldüğü anıt mezar, depremle yıkınca müzeye çevrilmiş. Ünlü şair şehriyar için de ayrı bir türbe bulunuyor.   Tebrizliler için kutsal olduğundan bu mekân tam bir yaşam alanı olarak kullanılmaktadır. Çoluk çocuk yaşlı genç entelektüel seviyesi çok farklı insanların ziyaret ettiği şairler mezarlığının bu kadar kalabalık olması takdire şayan.

 

 Turumuzun son gecesinde tekrar burada kalacağımızı bilmenin rahatlığı ile Tebriz’den ayrılıyoruz. Sonra sırayla İran’ın gözbebekleri olan İsfahan ve Şiraz’a gittik. İsfahan a giderken yol üzerinde bulunan ve orta çağda İlhanlı devletine başkentlik yapan sultaniye kasabasında İlhanlı hükümdarı olcaytu’nun kümbeti ziyaret edildi

Isfahan

 ‘Safeviler devri İsfahan, Rönesans İtalya’sını taklit etse de arkasındaki 2000 yıllık geleneği terk etmedikleri için muhteşem İsfahan ı görmeden hayat ve ölüm anlaşılmaz demiştir İlber Ortaylı hocamız.

 Büyük Selçuklu ve Safeviler gibi çok önemli iki türk devletinin başkentliğini yapmış olan İran’ın 3.büyük şehri İsfahanda konaklayacağımız harika otelimiz Abbas otele gitmeden gece görüntüsünü izlemek için Siosepol köprüsüne uğradık. Zayende nehri üzerinde bulunan 6 tarihi köprünün en etkileyici olanı. Si-e-se Farsça 33 demek,33sutün üzerine inşa edildiğinden bu adı almış.                    Şah 1. Abbas’ın Generallerinden Allah verdi han tarafından inşa edilmiş 33 kemeri bulunan Köprünün alt kemerlerinde çayhanelerde nehre karşı dinlenirken çayınızı içebiliyorsunuz. Araç trafiğine kapalı olan bu köprünün gün batımından sonra yanan ışıklarla oluşan muhteşem bir görüntüsünden zor ayrılıp otelimize gidiyoruz ve başka bir güzellikle karşılaşıyoruz. Abbas otel.400 yıl önce safevi kralı sultan hüseyni tarafından yapılmış kervansaray daha sonra otele çevrilmiş. Muhteşem iç avlusu, lobisi, bahçesi ile ısfahanın tarihi havasını sonuna kadar hissettik.

Sadece mimarisiyle değil sanat ve edebiyat merkezi olması nedeniyle de büyüleyici bir şehir Isfahan. Güneşin batmasıyla birlikte sokaklar canlılık kazanmaya başlıyor ve kadın erkek gece geç saatlere kadar dışarıdalar. En kalabalık yer de imam nakşı cihan meydanı. İmam camisinden şeyh Lütfullah camisine, Ali kapı sarayından qayserieh kapısı ile büyük pazara kadar tüm İsfahan’ın en güzel yapılarıyla çevrili meydan 512 m uzunluğunda 163 metre genişliğinde olup, Çin dekinden sonra dünyanın ikinci büyük meydanı. En çarpıcı özelliği ise tamamlandığı 1629 tarihinden beri hiç değişmeden günümüze gelebilmiş olması.  Meydanın en güzel zamanı günbatımı ile akşam arası aydınlatılmış hali. Safevi dönemi mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Şah buraya çok para harcamış ama bitmesine aylar kala öldüğü için görememiştir.

 Şah mescidi başta olmak üzere ısfahan camilerinin özelliği dışlarının da içleri kadar renkli olması. Mescit i imam, gökkuşağı renklerindeki mozaikleri, hat sanatı, turkuaz mozaikleri tahta balkonlu minareleri ve iç akustiği ile muhteşem bir eser. Ana salon tek bir kubbe ile örtülmüş görünse de akustiği sağlamak için iç içe geçmiş 38m ve 50 m yükseklikteki iki kubbeden oluşmuş. İçinde 49 farklı tonda eko oluşturabildiğini ancak insan kulağının bunlardan yalnızca 12 ne duyarlı olduğunu öğrendiğimizde hayranlığımız artıyor. Düşük nem sayesinde o muhteşem renkler canlılığını koruyarak günümüze kadar gelebilmiştir. Caminin süslemelerinde kullanılan bolluk ve bereketi simgeleyen geleneksel İran motifleri ise görülmeye değer doğrusu.

Meydandaki Şeyh Lütfullah Camisi ise şahın kayınpederi olan ülkenin dini lideri şeyh Lütfullah için yapılmış olup, nakşı cihan meydanını çevreleyen 4 önemli yapıdan ilk inşa edileniymiş. Burası sadece saray ahalisine ait.

Ali kapı sarayı (bab ı Ali: yüce kapı), ilk olarak basit bir bina olarak yapılıp 1. ve 2. Şah Abbas tarafından yeni katlar ve balkon eklenerek büyütülmüş, şahların giriş yaptıkları kapı olarak kullanılmıştır. Saray meydanın batısında, şeyh Lütfullah caminin karşısında olup,48 metre yüksekliğinde, her katta bekleme salonlarının olduğu altı katlı bir binadır. Sarayın en üstteki altıncı katında ise şahın asil ziyaretçileri ve yabancı büyükelçileri eğlendirmek için kullandığı müzik odası bulunmaktadır. Şah polo maçlarını, kutlamaları ve at yarışlarını, tüm meydana hâkim konumda olan sarayının 18 sütunlu dekoratif terasından izlemektedir.

Konum olarak İran’ın ortasında bulunan ısfahan tarihsel ve kültürel zenginliğe sahip olmanın yanında bu zenginliği çok güzel koruduğundan pers tarihini en çok hissedebileceğiniz bir şehir.

Bir başka görülmeye değer yapı ise Çehel sütun sarayı. Çehel Farsça kırk anlamında. Giriş kısmını süsleyen 20 ince sütunun, girişin önündeki havuza yansıması sonucu ahşap sütunların sayısının 40’a çıkması üzerine bu ismi almıştır. Saray şah 1. Abbas tarafından eğlence ve kabul törenlerinde kullanılmak üzere yaptırılmıştır. UNESCO dünya mirasları listesinde yer alan 23 bahçeden 9.sırada yer alan çehel sütun sarayı muhteşem güzellikteki botanik bahçelerinin dışında sarayın içindeki büyük ölçekli duvar resimleri ile de insanı içine çekiyor. Duvarlardaki hikâye anlatan resimlerle adeta tarih dersi dinler gibi oluyoruz. Bu resimlerin üçünde savaş üçünde ise ziyafet sahneleri anlatılmış. Savaş resimlerinin biri de çaldıran savaşını konu etmiş. Zaten İslam dünyasında İran kadar çok duvar resmi kullanan başka bir ülke yokmuş.

 

Şiraz

Turumuzun 4.günü yine ilim ve kültür merkezlerinden biri olan Şiraz’a geldik. Yorgunluğumuza rağmen turda bize rehberlik eden Azeri sanatçı Asghar Safipour beyin sayesinde arkadaşının düğününe davet edildik. Bu düğün Şiraz a 125 km uzaklıktaki Firuzabad daki   kaşkay Türklerinin düğünüydü. Kaşkaylar ülkenin orta kesimindeki çöllerde yaşayan ve halen bir kısmı göçebe olan Türk boyudur. Göçebe oldukları için diğer Türkler kadar Farsçadan etkilenmemişlerdir Göç yolları yazın Şiraz yaylaları, kışın Basra körfezinin ovaları arasındaki 1000 km lik alandır. Göç yolları üzerinde doğal bitki ve böceklerden elde ettikleri kök boyalar ile özgün halılar dokurlar. İlginç bir bilgi olarak da Nissan 2006 da çıkardığı modeline, göçebe ruhlu olacağını düşünerek kaşkay kabilesine atfen qashqai adını vermiş. Kaşkay türkleri ,Azerbaycanlılardan sonra İran’daki en kalabalık Türk grubu. Düğün sahipleri bizi büyük bir ilgiyle karşıladılar. Bizse, çocuğundan yaşlısına kadar rengârenk kat kat düğün elbiseleri içindeki kaşkay kadınlarının arasında tarihe yolculuk yapmış gibiydik. Türkçe şarkılar eşliğinde dans eden Kaşkay Türklerine karışıp dans etmek unutamayacağımız anlar yaşattı bize. Düğünlerinde Konya tandır kebabına benzer etli pilav ve meyve ikram ettiler. İran’da pilavlarda safran ve zereşk ağırlıkla kullanıldığı için bu düğünde yediğimiz safransız pilavlı etle, karnımızı güzelce doyurduk.

İran edebiyatının ünlü şairleri hafız ve Sadi Şirazi burada yaşadığı için şairler şehri olarak anılan Şiraz’a geldik. Bir zamanların üzüm bağları ve şarap tadımı için Avrupa’dan tur yapılan kent 1979 da İslam devrimi ile son bulmuş şarap imalathaneleri kapatılmıştır. İlk olarak

Hafız Şirazi’nin mezarını ziyaret ettik. Asıl adı Şemsettin Muhammed’dir. Fars edebiyatının en büyük gazel şairi ve dünya şairlerinin en büyüklerinden biridir. Kuranı ezberlediği için hafız ismini almıştır. Hafız Şiraz’ın mezarının başında iken öğretmenleriyle gelen ilkokul çağındaki çocukların hafızın şiirlerini ezbere okumaları çok etkileyici idi. Hemen arkasından da Sadi Şiraz’ın türbesini ziyaret ettik. Sadi Şirazi ise fars şairi ve İslam âlimi. Abdülkadir Geylani hazretlerinin halifesinin talebesidir. Moğol ve haçlılarla yapılan savaşlara katılmıştır.

PERSOPOLİS

Şiraz şehrini 55 km uzaklıktaki ilk dünya imparatorluğunu kuran perslerin başkenti olan Persopolisi gezerek tarihin derinliklerine güzel bir yolculuk yaptık.1. Pers kralı Darius tarafından kurulmuş. Yapımı 150 yıl süren Persopolis, tören alanı olarak kullanılmaktadır. Unesco dünya mirasında bulunmaktadır.125bin metrekare alana kurulmuş tören alanında 10bin kişi ağırlanabiliyordu. Sütün kaideler üzerinde perslerin inançlarını yansıtan heykeller görülmeye değer. Kral sarayları yapay bir tepe üzerinde bulunuyor. Bu tepeye ise iki geniş merdivenle çıkılıyor. Merdivenlerin yan duvarlarında kabartma heykeller oldukça etkileyici. Persopolis büyük İskender’in persleri yenerek şehri yakmasından sonra terkedilmiştir.

Daha sonra Yezd yolu üzerinde kadim İranın başkenti olan Persopolis ve Ahameniş imparatorluğunun kurucusu olan kuruş a ait olduğuna inanılan anıt mezarın bulunduğu Pasagrad ı ziyaret ettik.

Çölün gelini olarak adlandırılan Yezd, bozmadan, yok etmeden korunan mimarisiyle bizi en çok etkileyen şehir oldu. Lut ve tuz çöllerinin birleşme noktasında olduğu için şehrin coğrafi konumu Moğol ordularına karşı doğal bir kale görevi görmüş olup, yıkımlardan etkilenmeden özgünlüğünü koruyarak günümüze kadar gelmiştir. Kumdan kalelerin içinde yürüme hissi veren kerpiç evlerin arasındaki dar sokaklarında gece bilerek isteyerek kaybolduk. Çölün sıcağından korunmak için yapılan yüksek duvarlar, dar sokaklar ile labirentin içinde otelimizi bulmak için dolaşırken adeta tarihin içinde kaybolduk. Ve otelimizi bulduğumuzda, avlusuna yansıyan dolunay eşliğinde çayımızı içerken huzuru da adeta iliklerimize kadar çektik. Anlatılmaz ancak yaşanırdı. Çünkü kelimeler yetersiz gelir o güzelliği anlatmaya.

Yezd zerdüştlük inancının da merkezi konumunda bir şehir. Sabah ilk olarak Zerdüşt Ayeşgedesine gittik. Buradaki ateş 1500 yıldır aralıksız yakılıyor. Ateşi körüklemek için giren bir Zerdüştler üzerine, beyaz giyerler, ağızlarıma beyaz ağızlık takarlar. Nedeni insan bedeni pistir ve ateşi kirletmemeli. Ateşe tapmıyorlar ancak ateş onlar için kutsal. Işığı ve aydınlığı getirdiği, iyiyi ve kötüyü ayırmaya yardım ettiği, günah ve suçlardan arındırdığı için değerli. Ateşin temizleyici olduğuna inanırlar. Taptıkları ise AHURA MAZDA. Ahura Allah mazda da yüce demek. Zerdüştlük MÖ 7.yüzyılda yaşamış olduğu düşünülen Zerdüşt’ün kurduğu dünyanın en eski inanç ve ibadet sistemi. Ölünce gömmezler çünkü insan bedeni kirlidir, toprağı da kirletir. Ölüm ritüellerinde ölüyü yüksek tepeye çıkarırlar, derin çukurun kenarına koyarlar. Buraya sadece din görevlisi çıkıyor ve ölüyü kuşlara yem olarak bırakıyor. Kuş tarafından yenmeye başlayıncaya kadar başında bekliyor. Ölünün yakınları ise aşağıda konaklama yerlerinde din görevlisinden haber bekliyorlar.  İlk olarak sağ gözünden yenmeye başlanırsa cennete, sol gözden başlanırsa cehenneme gideceğine inanılıyor. Cennetlik ya da cehennemlik olacağını din görevlisi yakınlarına bildiriyor. Belli bir süre sonra çıkılıp kuşlar tarafından tamamen bitince kemikleri o çukura arılıyor. Bu ritüel 1959’a kadar böyle devam ediyor.1959’dan sonra Zerdüştlerin cesetlerini buraya bırakmaları kokudan dolayı yasaklandı şimdi gömüyorlar ama kirli bedeninin toprağa karışmasını engellemek için çelik kasa içine koyarak gömüyorlar.

Rüzgârlı şehir olarak da bilinen Yezd ayrıca rüzgâr kulelerinin de şehri. Bu kulelere Badgir de deniyor. Badgirler, bacalar arasından giren rüzgârı evin altındaki su ile buluşturup çölün sıcağında bir anlamda doğal klima görevi görüyor. Evin altından gelen su taşıma yolları ise dağlardan gelen suyu yerin eğimine göre ayarlayıp şehirlere ulaştırıyor. Hayal gücünüzün sınırlarını zorlayan yaşamış uygarlıkları görmüş olmak çok etkileyici. Hem mimari hem de mühendislik anlamında çok başarılı.

Yezd Mistik ve tarihi havasından dolayı zor ayrıldığım bir şehir oldu.

Kashan

İRAN öyle bir ülke ki bir şehirden ayrıldığınızda bir parçanızın orada kaldığını düşünürken başka şehirde başka güzelliklerle buluşuyorsunuz. Bunu bildiğimizden dolayı gezi boyunca heyecanımız ilk günkü gibiydi. İsfahan’ın Kashan şehrini gördüğümüzde bu düşüncemizde ne kadar haklı olduğumuzu anlamış olduk. Gül diyarı olarak bilinen Kaşan ünlü şair Sohrap Sepehri nin memleketidir. Güneş batmak üzereyken alışveriş yapmak istediğimiz dükkandaki yerli bir çocuğun sizi tepeye çıkarayım da Kashan da gün batımını tepeden seyredin demesi üzerine alışverişi bırakarak koşarak sokaklardan geçip çıktığımız tepeden gördüğümüz şehir, bizi yine büyüledi. Zaman kısıtlılığı nedeniyle aklımızın kaldığı o dükkâna tekrar uğrayamasak da buna değdi.

Ertesi günü 19.yüzyıl İran mimarisinin geleneksel örneklerini sunan burucerdi evini gezdik. Bir yeri hafızalara kazıyan hikâyesidir. Hikâyesini bildiğimiz türkü olsun, mimari olsun bizi daha çok etkiler. Gezdiğimiz burucerdi evinin bize yaşattığı görsel şölenin dışında hikayesi de hafızalarımızda tatlı bir anekdot olarak kaldı. Rivayete göre Mehdi, şehrin ileri gelen tüccarlarından olan Cafer tabatabainin kızına gönlünü kaptırıyor. Ancak kızı vermek istemeyen tabatabai ailesi, kızını kendi evi gibi güzel bir evde yaşama şartıyla evlendirebileceğini söylüyor. Bu şartı kabul eden damat, inşaata başlatsa da uzun sürede bitmeyeceğinden dolayı düğünden sonra, eşinin ailesinin yanında tabatabainin evinde 7 yıl kalıyorlar. Evin bir kısmı bitince kendi evlerine geçiyorlar. Evin tamamıyla bitmesi ise 18 yılı alıyor. Eve brucerdi denmesinin nedeni damadın babası olan semaver tüccarı olan Hasan Netenzinin işi gereği sık sık Brucerd şehrine gitmesi ve burucerdi lakabıyla anılması. Günümüzde müze olan bu evi yapan mimar Ali Meryem aynı zamanda tabatabai evinin de mimarı. Brucerdi evi iç ve dış mekân olmak üzere 620 metre kare alana sahip. Avlusunda havuzlar çeşmeler olan ev, çöl şartlarına göre tasarlanmış harika bir mimari ve mühendislik örneğini sergiliyor. Evin duvarlarını alçı, cam, mozaik ve ayna işçiliği süslüyor. En küçük kirişinde bile minyatür sanatının en güzel örneklerini görmek mümkün.

Daha sonra şahın emir kebir adıyla bilinen sadrazamı öldürttüğü yer olarak bilinen Fin bahçesi gezildi. Çölün ortasında yeşillikler içinde, çiçekli, eşsiz güzellikteki Fin bahçesinde ilkokul öğrencilerinin mezuniyet gösterilerine denk geldik. Koro halinde söyledikleri marşı dinlemek çok keyifli idi. Fin bahçesi İran’ın günümüze kalan en eski bahçesi. Bahçenin ortasındaki köşkün içinde bulunan havuza 12 ayrı gözeden su akıyor. Bahçedeki su havuzları kendine has özellikte ve farklı konseptte tasarlanmış. Ortadaki köşk, küçük hamam, kraliyet hamamı ve ulusal müze ile Fin bahçesinden serinlemiş olarak ayrılıyoruz.

KUM (QUM)

Mollalar kenti (Ayetullah kenti) olarak bilinen şehirde İRAN İSLAM devriminin temelleri atılmıştır. Medreselerinde mollaların eğitim gördüğü kente, ışıltılı geniş otoyollardan geçilerek giriliyor. Burada diğer şehirlere göre çok daha fazla kuyumcu, döviz büroları, alışveriş merkezleri bulunmaktadır. 7.imam Musa-el kazımın kızı Fatıma el masumenin, ağabeyi sekizinci imam Ali er rıza’nın yanına giderken ölmesi ve burada toprağa verilmesi sebebiyle kum şehri Şiiler için önemli bir ziyaret yeridir. Fatime el masumenin türbesi ,3 adet kubbe ve 6 adet minareden oluşan 410 bin metrekarelik genişçe bir alanı kapsamaktadır. Mimarisi altın kubbesi ve çinileri göz kamaştırıcı.3 büyük avlusu ve ibadet edilen 3 büyük dua alanı vardır. Dünyanın birçok yerinden binlerce Şii türbeyi görmek ve iyilik sağlık başarı istemek, dua etmek için gelmektedir. Bu nedenle kum şehri inanç turizminin önemli bir merkezi konumundadır. Erkekler ve kadınlar türbeye ayrı kapılardan giriyorlar.  Arama kontrolünden geçtikten sonra kadınlar için ayrı bir bölümde olan çador bürosundan çadorlar giyinip türbeye girilebiliyor. Minik çiçekli çadorlardan gezginci olunduğu hemen anlaşılıyor. Çünkü Kum’daki İranlı kadınlar daima siyah çador giyiyor.

Şiiler peygamberimiz(a.s.m.) den sonra Hz. Ali ve sırasıyla iki oğlu ve torunlarının Allah’ın emri ve Resulullah’ın tayini ile meşru imam (halife)olduğuna inanırlar. İmam olarak sadece 12 imamı kabul ettiklerinden dolayı isna aşeriyye (onikiciler)denir. İmamlara inanmayı, imanın şartlarından birisi olarak kabul ettiklerinden dolayı imamiye hem itikat hem de ibadette imam Cafer sadık ın görüşlerine dayandıkları için caferiyye adı verilmiştir.

ERDEBİL

Şah İsmail’in türbesinin bulunduğu kuzey İran’daki Azeri şehri. Hazar denizine uzaklığı yaklaşık 64km, Tebrize ise 216 km. Aşure ve Şii ritüellerinin en yoğun yaşandığı şehirmiş.

Şeyh safiiyüddin ishak erdebillinin türbesi, İran’ın eşsiz tarihi binalarındandır. Binaya görkemli bir kapıdan, güllerin olduğu bir bahçeye giriliyor. Bahçeden geçip ahşap kapıdan girilince dört bir yanı mavi seramik duvarlarla çevrili geniş bir avlu adeta büyülüyor. Üç kubbenin olması ve mozaik çiniler yapının ihtişamlığını artırmış. Burada şah İsmail’in ve dedesi şeyh safiyüddinin mezarı bulunmakta. Şah İsmail, savefi soyundan gelen bir Türk. Erdebil’de dünyaya gelmiş annesi Akkoyunlu hükümdarı uzun Hasan’ın kızı Alem şah halime begüm sultan, babası şeyh haydar.1514 yılında Osmanlı padişahı yavuz sultan selimle yaptığı Çaldıran savaşını kaybetmesi sonunu getirdi.37 yaşında Azerbaycan da vefat ediyor.

Şah İsmail’in kabrinin yanından girilen küçük kapıdan büyük bir salona giriliyor. Bu salonda duvarlar kubbeler irili ufaklı nişlerden oluşuyor. Bu nişlerde

Çin İmparatorluğundan şah İsmail’e gönderilen 1200 seramik sergilenmekteymiş. Zaman içinde bunların çoğu kırılmış.  Kalan çok az çini ise raflardan indirilip vitrinlerde sergileniyor.

Türbeyi gezdikten sonra sadece burada yapılan bir tür irmik helvası olan kara helvanın tadına baktık ve Tebriz’de bir gece konaklayıp Türkiye ye dönmek üzere yola çıktık.

Tarihi, edebiyatı ve mimarisiyle tüm dünyayı etkilemiş olan masalsı şehir İran’dan kalbimizi bırakarak ayrıldık.

 

 

Yazı Ve Fotoğraf
Yazı:Dr.M.Ziyaeddin Ercan Fotoğraflar:Dr.Feyza ercan