KÜBA

Farklı kültürlere olan ilgim ve renklerin dünyasına olan tutkum nedeniyle elbette Küba’yı görmem gerekiyordu. Aylar öncesinden rezervasyonumuz tamamlandığında günler Küba’yı, oradaki yaşamı, gezi programındaki yerleri araştırmakla geçti daha doğrusu geçmek bilmedi. Uçuştan bir gece önce heyecan dorukta, içinde bilmem kaç rengarenk giysiden oluşan bavulum hazır şekilde kenarda ve ruhum çoktan Küba’ya hazır şekilde uyudum.

Nihayet uçuş günümüz geldiğinde çok erken saatlerde Atatürk Havalimanı Dış Hatlar da gezi grubumuz ile buluştuk. Air France Havayolları ile Paris aktarmalı Havana uçuşuna geçtik. Paris havalimanında yaklaşık 5 saat kadar bekledikten sonra 15 saat kadar havada  kaldık. Grubumuzda enerji o kadar yüksekti ve herkes o kadar heyecanlıydı ki kimse uykuya geçiş yapamadı. Bu uzun yolculuk çok eğlenceli geçti; sohbetler, kahkahalar, açık büfe haline getirdiğimiz uçağın mutfağı…Her şey çok güzeldi.

Küba gezimize başlamadan önce, Küba da kaldığımız otellerin ve öğlen yemeklerini yediğimiz yerlerin adı ile giderken aklınızda bulunması gereken kısa notları sayfanın en altına dipnot olarak aldım.

1.GÜN

Çok uzun süren uçak yolculuğumuzun ardından havalimanına yakın otelimize yerleşip akşam yemeğimizi yiyerek ama yorgunluktan ne yediğimizi anlamadan dinlenmeye çekildik. Oteli sadece gecelemek için kullanıp sabah erkenden adanın doğusuna inmek üzere ilk uçağa binip otelden ayrılacağız.

Gezimize adanın doğusundan başlayarak batıya doğru ilerleyecek ve doğu-batı arasındaki farklılıkları açık şekilde göreceğiz.

HOLGUIN

Otelimizde kahvaltı yaptıktan sonra ilk uçak ile Holguin’e uçuyoruz. 1.5 saatlik uçuşun ardından Küba Milli Marşı’na da adını veren Bayamo şehrine gidiyoruz. Ortada büyük bir meydan ve bir park, her yerden kulağınıza gelen güzel Latin müzikleri, gülümseyen ve rengarenk kıyafetlerle yürüyen insanlar, sıcak hava, Küba ve ben.

Daha ne olsun. Ağzım kulaklarımda bu renkli şehri dolaşıp yemeğimizi yedikten sonra Holguin’e geri dönüyoruz.

Gezimiz boyunca her daim göreceğimiz üzere kadınlar ve özellikle yaşlılar elinde büyük şemsiyeler taşıyor. İlk başta bu sıcak havada neden şemsiye taşıdıklarına anlam veremesek de güneşin kavurucu sıcaklığını hissettikçe ve 1-2 gün sonra da aniden tropikal yağmurlara yakalanınca çok net anladık.Yemek saati gelince midemden çok kulağıma seslenen bir restoranta gittik. Ses güzel, figürler güzel, müzik desen hadi ne oturuyorsun kalk türünden.Yemek sonrası sokak aralarında dolaşırken enteresan görüntülere de rastlıyoruz. 

Akşam otelimizi de görünce keyfimiz ve kahyasına diyecek yoktu.

SANTİAGO DE CUBA

Sabah kahvaltı saatinde grubumuzla birlikte daha dinç bir şekilde bir araya geliyoruz. Ülkede her şey kısıtlı ve az olduğundan sabah kahvaltılarında verilen domates ve salatalık dilimlerine hayretle bakar bulduk kendimizi. O kadar ince dilimlenmişlerdi ki salatalık dilimin altından diğer dilimi çok net şekilde görebiliyorduk.

Yol güzergâhımız üzerinden birkaç kare.

Yolculuk sırasında dikkatimi ilk çeken ülkenin doğu kesimlerinde kullanılan ve zaman zaman karşılaştığımız, ülkemizdeki cezaevi arabalarına benzeyen kafesli araçlarla yolculuk etmeleri oldu. Tıklım tıkışık, basık, sıcak, doğal olarak o ortamda insanların ifadesiz yüzleri…

Kahvaltı sonrası 1.5 saatlik otobüs yolcuğunun ardından Kristof  Kolomb’a ”cennet varsa burasıdır” dedirten, 1959 yılında Castro’nun  zaferi ilan ettiği, eski başkent ve 2. Büyük şehir olan Santiago De Cuba’ya geçiyoruz. Bu şehir diğerlerine göre daha bir renkli ve canlı gibi geldi.

Küba’daki ilk devrim hareketi, Fidel Castro ve yol arkadaşlarının 26 Temmuz 1953 günü, adanın en büyük askeri  karargâhı sayılan Moncada Kışlası’na saldırmasıyla başlamış ancak bu saldırı başarıya ulaşamamış. Yine de bu  saldırı Amerika’nın boyunduruğu altındaki yönetimdeki Batista’ya karşı özgürlük bilincinin uyanmasında etkili olmuş. Fidedel Castro bu girişim sonucu 16 yıl hapis cezasına çarptırılmış ancak bu hareketi ciddiye almayan Batista yönetimi, Fidel ve  yol arkadaşlarını 21 ay sonra serbest bırakmış.

Küba da en çok etkilendiğim yerlerden birisi de Cementerio Santa Ifıgeni. Bu yer için mezarlık demek pek içime sinmiyor çünkü  sanat eserlerinin bulunduğu açık hava müzesi gibi. Salgın hastalıklardan ölenlerin, özgürlük mücadelelerinde hayatlarını kaybedenlerin, Buena Vista Social Club’ın üyelerinden Compay Segundo’nun ve Küba’nın ulusal kahramanı ve şairi Jose Marti’nin de mezarı burada.

Gün yavaş yavaş biterken en son uçsuz bucaksız deniz manzarasına sahip El Morro Kalesi’ne gidiyoruz. Kalenin kapısı ve asma mekanizması, günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşmış.

1997’de UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş bu kalenin burçlarına çıktığımızda Karayip kıyılarının muhteşem görüntüsü ile karşılaşacağımızı bilmiyorduk.

CAMAGÜEY
Küba’nın yüz ölçümü bakımından en büyük ama nüfus bakımından 4. en kalabalık şehri olan CAMAGÜEY’e doğru yola çıkıyoruz. Camagüey geçmişte önce kıyıda kurulmuş ancak sonrasında korsan istilaları nedeniyle iç taraflara doğru taşınmış bir şehir. Eski Şehir bölgesi ile Unesco koruma listesinde. Renk renk, tek katlı evlerle çevrili bir meydan, her yerde olduğu gibi bu şehirde de kulağımıza sürekli bir tını şeklinde gelen Latin müzikleri…Her şehirde ayrı bir güzellik, ayrı bir hava var.

Yemekten sonra Carmen Meydanı’na geliyoruz. Nuestra Senora del Carmen Manastırı’nın da bulunduğu bu meydanı, tunçtan yapılmış heykeller süslüyor.

Serinleyip bir şeyler içtikten sonra sokak aralarında dolaşıp Küba’nın insanlarını da fotoğraflayarak Agramonte Parkı’na gidiyoruz. Bu ara içecek olarak burada Tukola ve Crystal (Bira) çok fazla tüketiliyor. Kafein ihtiyacınız varsa Tukola’dan karşılayabiliyorsunuz.

Ve şehirden yaşama dair fotoğraflar.

SANTA CLARA
Sabah otelde aldığımız kahvaltı sonrasında Trinidad’tan 1 saat sürecek otobüs yolculuğu ile SANTA CLARA’ya geçiyoruz.

İlk olarak Ernesto Che Guevara Anıtı’na gidiyoruz. Che’nin anıtının hemen önündeki devasa meydan Plaza de la Revolucion Ernesto Guevara. Çok büyük bir meydan, devrime tanıklık etmiş yüzlerce noktadan biri. Küba’daki tüm meydanlar gibi temiz ve düzenli ki bu insana kendini iyi hissettiriyor .

Burada askeri üniforması içinde CHE nin bir heykeli bulunuyor. Heykel, yaklaşık 12 metre yüksekliğinde ve bronz. Heykelin altında ise, 1967 yılında, Bolivya’da çatışmada öldürülen Che ve arkadaşlarının mezarları var.

CHE Guevera, 17 Ekim 1997 tarihinde, askeri bir törenle buraya defnedilmiş. Mezarın bulunduğu yerde, fotoğraf çekmek kesinlikle yasak.

Sıra CHE’nin Anıt Mezarı’nı ziyaret etmeye geldi. Mezarı, küçük bir oda içinde en yakın arkadaşları ile birlikte duvar mezar şeklinde… Odaya girerken belli sayıda insan alınıyor, kısa süre kalıp çıkarılıyorsunuz. Odanın bir köşesinde devrimin sürekliliğini simgeleyen ve hiç sönmeye devrim ateşi yanıyor. Fotoğraf çekilmesi yasak olduğu için sadece gözlerimize hapsettiğimiz görüntüler ile oradan ayrılıyoruz. Mezar alanının yanındaki bölümde Che Guevera’ya ait eşyaların ve fotoğrafların olduğu Che Müzesi yer alıyor. Binanın dışında oldukça büyük bir mozolenin üzerinde de Che’nin heykeli bulunuyor.

 

Sırada Monumento a la Tome del Tren Blindado var. Küba tarihi açısından önem taşıyan ve Batista askerlerinin bir kısmının pusuya düşürüldüğü trenin vagonlarını ve içindeki çeşitli fotoğraflar ile döneme ait eşyaları görüyoruz.

Santa Clara’da öğle yemeğimiz sonrasında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan CIENFUEGOS’a hareket ediyoruz. 1 saatlik otobüs yolculuğu sonrasında varışımızla şehri gezerek Küba’nın keyfini çıkartıyoruz.

Santa Clara’nın Vidal Meydanı’nın dört bir yanında birçok tarihi bina yer alıyor. 1885 yılında yapılmış Caridad Tiyatrosu ilgi çeken binalardan bir tanesi.

 

2 saatlik yolculuk sonunda akşam saatleri yaklaşırken Karayip Denizi deyince akla ilk gelen şehir VARADERO’ya geçerek deniz kenarındaki her şey dahil otelimize varıyoruz. Günün yorgunluğunu, içeceklerimizin eşliğinde bembeyaz kumlarda sahilde dinlenerek atıyoruz.

 

 

VARADERO-CAYO BLANCO ADASI

VARADERO da tam pansiyon otelimizde keyifte yapabilirdik ama biz ekstra olarak düzenlenen CAYO BLANCO ADASI turuna katılıyoruz. İyi ki de gitmişiz, bir deniz ve kum bu kadar mı güzel olur!

Diğer adı Beyaz Ada olan bu adadaki mercan ve süngerler görselliği daha da muhteşem hala getiriyor. Bir de ada da yediğim istakozun tadı hala damağımda. Küba da bir çok yerde yedik ama buradaki ayrı bir lezzetliydi. Belki de bu güne kadar gördüğüm en muhteşem manzara yüzündendir.

Bir de ada da yediğim ıstakozun tadı hala damağımda. Küba da bir çok yerde yedik ama buradaki ayrı bir lezzetliydi. Belki de bu güne kadar gördüğüm en muhteşem manzara yüzündendir.

 HAVANA

Her gün yeni baştan ritmin, tarihin, kültürün ve müziğin içinde Küba’ya uyanmak. Bugün tüm gün Havana gezimiz var ve biz çok heyecanlıyız. Eski model arabaları, binaları, Fidel Castro’nun eskiden konuşmalar yaptığı ünlü Devrim Meydanı’nı, Devrim Müzesi’ni, Armas Meydanı’nı, gurur kaynağımız ATATÜRK’ün Büstü’nü, Prad ve sahil caddesini görerek akşam saatine kadar şehri turlayacağız.

 

Havana denilince akıllara gelen ilk yerlerden biri Devrim Meydanı. Meydanın bir köşesinde önünde Jose Marti heykeli bulunan dev bir dikilitaş bulunuyor. Çevresinde ise İçişleri Bakanlığı binasının üzerinde demirden Che silüeti yer alırken yine resmi binalardan bir diğerinin üstünde ise Camilo Cienfuegos’un silüeti var. 1 Mayıs kutlamaları bu büyük meydanda yapılıyor.

Havana’daki Devrim Müzesi’ni ziyaret etmeden olmaz. Bu bina devrim öncesi başkanlık sarayı iken devrim sonrası müze haline getirilerek halka açılmış. Kesinlikle vakit ayrılması gereken tarih kokan bir bina. Gezerken biraz hüzün, çokça haklı gurur, başarı ve tabi devrim ruhunu hissediyorsunuz.

 1956’da Fidel Castro önderliğindeki 82 kişi, 12 kişilik Granma yatı ile Meksika’dan Küba’ya gelerek Sierra Maestra dağlarına çıkmışlar. Granma yatı Küba Devrim Müzesi bahçesinde sergileniyor ancak fotoğrafını çekmek yasak. Alttaki fotoğrafta Devrim için ölenlerin anısına sonsuza kadar yaşayacak olan simgesel ateş ve arkada Granma yatının  küçük bir bölümü görünüyor. Küba Devrim Müzesi’nde Che Guevara ve Camilo Cienfuegos’un gerçek boyutlu balmumu heykelleri de var.

Müzeden sonra Museo del Ron Havana Club’a gidiyoruz. İçki kültürünüz varsa ve Rom’un nasıl yapıldığını merak ediyorsanız bu müzeye uğramalısınız. Müze rehberi eşliğinde, bölünmüş ve birbiriyle bağlantılı odalar halinde Rom’un nasıl yapıldığını dinleyebilirsiniz. Ayrıca binanın üst katında Afrikalı kölelerin adaya getirilirken kullandıkları aletleri de görebilirsiniz. Rehberimiz Kristof Kolomb’un keşfederek (Ekim 1492) İspanyol toprağı ilan ettiği Küba’da ilk kalıcı yerleşimin 1511′de kurulduğunu, İspanya’dan düzenli gemi seferlerinin başlaması sonucu Havana’nın ticari ve stratejik önemini artırdığını, bu arada hayvancılığın, tütün ve şekerkamışı üretiminin artmasından ve işgücü ihtiyacından dolayı Afrika’dan çok sayıda köle getirildiğini anlatıyor.

 

Ardından Armas Meydanı’na gidiyoruz. Yaşayan capcanlı, rengarenk bir yer burası. Kitaplar, CD’ler, kulağınıza her daim uzaktan da olsa ulaşan müzikler, belirli bir ücret karşılığı birlikte fotoğraf çektirebileceğimiz rengarenk insanlar.

 Küba da duygu seli yaşadığımız anlara geldik. 2008 yılında Metin Yurdanur’un eseri olarak Havana’ya dikilen ATA’mızın büstünü görmek çok ama çok onur verici idi. Grubumuzla birlikte hep bir ağızdan İstiklal Marşımızı okuduk. ATA’mızın değerinin binlerce km uzakta da bilinmesinden dolayı çok mutlu olduk. Ayrıca büstün meydana konulmasına izin verdiği için sevdiğim Küba’yı biraz daha sevdim.

Prado ve Sahil Caddesi’ni de dolaştıktan sonra otelimize döndük.

OLD HAVANA-ERNEST HEMİNGWAY-FLORİDİTA

Bugün Yazar Ernest Hemingway’in San Francisco de Paula kasabasındaki çiftlik müze evine gidiyoruz. İçi olduğu gibi korunduğu için sadece dışarıdan gezilebiliyor. Bugüne kadar içeriye sadece Sovyet lideri Gorbaçov’un girmesine izin verilmiş. Geniş pencerelerden, duvarlarda sanatçının Afrika’da vurduğu hayvanların dondurulmuş başları, kütüphanesinin bölümlerini, yazı masasını, daktilosunu, dinlenme odasını görüyoruz.

Evini gezdikten sonra Old Havana yani Eski Havana’ya dönüp Hemingway’in de sürekli uğradığı bir bar olan Floridita’da yemeğimizi yiyiyoruz. Küba’lıların papa adı ile andığı yazarın, barın sol köşesinde, sol kolunu bar tezgâhına yaslamış şekilde duran bronz heykeli bulunuyor. Mekân oldukça popüler ve turistler yoğunlukta.

Sıra geldi El Capitolio binasına…Burası A.B.D’ nin Washington D.C şehrindeki Kongre Binası’na çok benzeyen bir yapı. 1959 yılına kadar hükümetin yönetim merkezi olarak kullanılmış ama şu anda Küba Bilimler Akademisi ve Ulusal Bilim ve Teknoloji Kütüphanesi. Yüksek bir bina olduğundan şehrin birçok noktasından rahatlıkla görülebiliyor.

 Grubumuza serbest zaman verildiğinde Old Havana’nın ara sokaklara girip dolaşıyoruz ve alışveriş yapıyoruz.

KÜBA… Renklerin, müziğin, kültür çeşitliliğinin ve en önemlisi de devrimin ülkesi. Belki bir 10 yıl sonra tekrar gidip görmek ve yaşanan gelişmelere tanıklık etmek gerekir. Bakalım, gün neler getirir bilinmez.

İyi gezmeler.

Yazı Ve Fotoğraf
Semiha ÖZDEMİR