
Ülkemizde koyun kırkımı, iklim şartlarına bağlı
olarak Mayıs ayında başlayarak Temmuz ayına kadar devam etmektedir.
Benim büyüdüğüm köy olan Konya’nın Meram İlçesi’ne bağlı Botsa Köyü’nde
Mayıs ayında gerçekleştirilen kırkım, genelde imece usulü ile yapılmaktadır.
Dağda yayılan sürünün yünü, koyunu kışın sıcak
tutmaktadır. Yaz aylarının gelmesiyle birlikte, vücutlarını kaplayan o kalın
yün tabakasına hayvanın ihtiyacı kalmamaktadır. Üstelik, sıcaktan etkilenmemeleri,
uyuz gibi hastalıklara tutulmamaları gerekmektedir. Kırkma, temiz ve çok
verimli ürünler elde etme işine yaradığı gibi, bunaltıcı sıcaklarda hayvanların
rahat etmelerini de sağlamakta, et tutmalarına yardımcı olmaktadır.
Eskiden “Kırklık” (koyun kırkma makası) ile
yapılan kırkma işlemi, günümüzde koyun kırkma makineleri ile yapılmaktadır. Kırkma,
koyunculuk işinin bir önemli parçası durumundadır. Botsa Köyü’nde köylüler, koyunculukla
kendi ihtiyaçları olan süt ürünlerinden yağ, peynir vs. gibi yiyeceklerini
temin etmektedirler. Arta kalan yoğurt, peynir, tereyağı, Yayık ayran gibi
ürünlerini de satarak gelir elde etmektedirler. Bunun için de Haziran ayında
yaylaya çıkarak iki ay yayla serinliğinde kalmaktadırlar. Kırkma, Haziran
ayında yaylaya çıkacak olan köylülerin bir hazırlık işlemidir. Mayıs ayı
içerisinde koyunlarının kırkım işlemini tamamlayarak, kuyruk tarafına değişik
renkte boya sürmektedirler. Yaylada sürüler birleşerek otladığı için, kimin
sürüsü olduğu o kuyruk renginden belli olmaktadır. Yalnız koyun kırkmanın,
asırlar ötesinden gelen bir geleneği oluşmuştur. Sosyal dayanışma ve
yardımlaşmanın, hayvancılık alanından hoş bir örneğidir koyun kırkma işi.
Mayıs ayının gelmesiyle tatlı bir telaş başlamıştır.
Sürüsü olan köylüler, kendi aralarında gün tayin ederek, hangi gün kimin
kırkımının yapılacağını belli ederler. Mayıs içinde, biraraya gelerek, sırası
geldiğinde kırkımı yapılacak sürünün bulunduğu eve veya ağıla giderler. Hep beraber,
imece usulü ile kırkım başlar. Kırkımın da bir usulü vardır. Koyun, ön ve arkadan da birer bacağı tutulup
kaldırılarak yere yatırılır. Yerde yatan koyunun, arka iki bacağının arasına
sol ön bacağı getirilerek, bağcak denilen iple birbirine bağlanır. Yalnız sağ
bacağı serbest kalmaktadır. Bundan sonra, kırklık (makas) denilen aletle, yün
kırkma işine başlanır. Koyunun kuyruğu önceden kırkılmamışsa kuyruğundan
başlanarak, karnından boynuna doğru kırkılır. Daha sonra aynı işlem, hayvan
ters çevrilerek diğer tarafına da uygulanır. Kırkma işlemi bittikten sonra,
ayakları çözülerek koyun ayağa kaldırılır. Hastalıklardan korunması için hap
içirilir. Sırtına/kuyruğuna daha önceden belli edilen renkteki boya sürülerek
ayrı bir bölgeye salınır. Ardından, ağıldan kırkılacak bir koyun çıkarılarak bu
çalışma, sürü bitene kadar böylece devam eder.
Kırkım kuru, kaba bir
yün toplama işlemi değildir. Kırkma sırasında türküler, değişik maniler
söylenir, ev sahibi tarafından ikramlarda bulunulur.
Bu manilerden
bazıları şöyledir.
Koyunum kırkın da gel
Yününden kurtul da
gel
Allı yeşilli
sürünerek
Gelin gibi süslen de
gel
Manideki ifadeye
dikkat edilirse, bizim halkımızın gözünde koyun, sıradan bir hayvan değildir.
Adeta kendisi ile konuşulan, değer verilen bir varlıktır. “Kırkın da gel” den
kastedilen bellidir. Daha sonraki satırda o; “Yününden kurtul da gel” denerek
açıklanmıştır. Kuyruk veya beline sürülen boya, gelinin süslenmesi gibi
değerlendirilmiştir.
Kırkım işlemi
bittikten sonra, yün katlanarak yapağı şekline getirilip bir çuval veya harar’a
doldurulur.
Bundan sonra sıra
yünlerin yıkanmasına gelmektedir. Yıkama işi, yaz aylarının en sıcak günlerinde,
suyun bol olduğu derelerde yapılır. Yün, kadınlar tarafından yıkanır. Önce suya
yatırılan yapağılar, bir taşın üzerine konularak, tokaç denilen tahtadan aletle
dövülür. Tokaçlanan yünler, kirinden arındırılmış olmaktadır. Daha sonra
durulanan yünler, güneşe serilerek kurutulur. Kuruyan yünler, hararlara (iri çuval)
doldurularak, çeşitli alanlarda kullanılmak üzere belli bir yerde bekletilir.
Kırkılan bu yünler, öncelikle
ev halkının ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılmaktadır. Yatak, yorgan,
yastık bunlardandır. Ayrıca eğircek (yünü ipe dönüştüren alet) ile, yün ip yapılarak
ondan çorap, kazak, halı, kilim, keçe, çanta, kendir üretilir. Ayrıca yünler, ticari
amaçla da kullanılmaktadır. Kırkma bittikten sonra, yayla yolu gözükmüştür.
Yaylaya, Haziran
başlarında genellikle Haziranın 1’inde çıkılırarak Ağustosun 1’de dönülür. Köye
17 km. uzaklıktaki Gavur Gölü’nün iki tarafında bulunan Keşlik Yaylası ve Yüksek
Yayla’ya hareket başlar. Köylüler koyun, keçi, inek, gibi hayvanlarını davara
karıştırırlar. Toplu bir şekilde sürü, çobanlar tarafından önden götürülür. At ve
eşek gibi binek hayvanlarına yiyecek, içecekler yüklenmiştir. Herkes, kendine
yetecek kadar “Tandır Ekmeği” alıp erzakını da tamamladıktan sonra, günümüz Türküleri eşliğinde yola düşülür.
Buna köy halkı, “Yaylaya Çıkma” demektedir. 2 ay gibi bir süre, köyden uzak
yaylalarda kalınacaktır. Sonraki ihtiyaçlar, gidilen yerde karşılanacaktır.
İhtiyaçlarını yaylaya satıcıların gelip yün, peynir, yoğurt, kaymak vs. gibi
ürünler karşılığında alınan karpuz, domates, salatalık vs gibi ihtiyaçlar
karşılığı takas yolu ile yapılmaktadır. Yalnız köy tamamen boş bırakılmaz. Her
evde bir kişi kalarak, köydeki ekim ve arazi işlerine devam eder. Geride kalan
tüm canlılar; tavuk, hindi, kaz, koyun, keçi, inek gibi hayvanlar da yaylaya
götürülür. Bu 17 km.lik yol, aslında şenlik yolu gibidir. Günümüz türküler, şarkılar,
maniler, ezgiler, söylenerek katedilir.
Yayla yolu, yaz dönemini geçirip
dönülecek, geçim derdinin çözümü olacak maddi bir güzergâh değildir. Yayla
yolu; adeta, “sevda yoludur”. Koyunun kuzuya karıştığı gibi, gönül dünyasında
bir birine sevda besleyenlerin, aynı kaderi/aynı yolu paylaştığı, gelecekte
yuva kuracağı hayat arkadaşını gördüğü yoldur. Onun için maniler, ağızlarda
gönül dünyasının da sesi olur. Maniler, meramını doğrudan anlatamayanların
sesli mektubu gibidir. Sözlü kültürün yetiştirdiği erler ile hanımlar, hiçbir
gayri meşruluğa tenezzül etmeden o dilden anlamaktadırlar:
Yüksek Yayla ve
Keşlik Yaylası, Botsa’nın yazlık mekândır. Burada sadece temiz, serin hava
alınmayacak, aynı zamanda kışlık ihtiyaçları karşılamak üzere çalışılacaktır.
Çünkü güz mevsiminde yayla dönüş günleri geldiğinde, zorlu kış hayatını idame
etmek gerekmektedir.
Yaylaya varıldığında
ilk iş yerleşmedir. Yayla evleri, çamursuz, topraksız; taş taş üstüne konularak
kuru duvar halinde yapılmıştır. Toplam 10-15 metre civarında bir yüzeye
sahiptir. Evlerinin içerisinden dışarısı görünmekte, fakat dışarıdan içerisi
görünmemektedir. Üst tarafı hasır yada kamışla kaplanmış şekildedir. Hayvanlar
için de arka tarafında da yine taş taş üstüne yapılmış üstü açık bahçe duvarı
vardır. Elektrik olmadığından mum ışığı veya gaz lambası ile aydınlanma
sağlanmaktadır. Yayladaki insanlar, akşam yemekten sonra bir meydana toplanarak
ateş yakıp, etrafına toplanırlar. Bu hem yayla yüksek olduğu için üşümemek, hem
de bir yere toplanıp sohbet etmek içindir. Büyükler sohbet ederlerken, gençler
ve çocuklar da “mendil, gelin çıkarma, kül taşırma, sılgıç”, vs. gibi oyunlar
oynarlar. Gündüz ise, çocuklar kendi imkanları ile yaptıkları yere, bir kalın
kazık çakarak kazığın üzerine ortası delinmiş bir dal yerleştirirler. Dalın kolay,
az aşınarak dönmesi, iyi ses çıkarması için ortasına, kaymak sürülür. Böylece iki
ucuna binilerek oynanacak tahtaravalli veya salıncak gibi kendi imkanları ile yaptıkları
eğlence aracını kullanırlar. Çocuklar, sıkılmadan yayla hayatının tadını
çıkarmaktadırlar.
İki ay gibi bir süre
bittikten sonra dönüş telaşı başlamaktadır. Buna köylüler, “Yayladan İnme”
demektedir. Yayladan inecekleri gün, hep birlikte imece usulü ile çokça
Höşmerim yapılır. Höşmerim, kendileri yaylada iken köyde ekim işlerine bakan
aile fertlerine bir hediye gibidir. Dönüş yolu, gidiş gibi değildir. Yayla
havasını alıp, suyunu içenler bir çeşit spor testine tabi tutulurlar. En ilgi
çeken yarış, yaylaya çıkan yeni gelinlerin, atlara bindirilerek köye kadar
yarış yapmalarıdır. Buna köylüler, “At Boşandırma” demektedir. Birinci gelen
gelin, köy muhtarı ve köy heyeti tarafından değişik hediyeler ile
ödüllendirilir. Bu ödüller inek, koç kuzu, tarla, para vs. gibi şeylerden
oluşmaktadır. Ve anılarda “yılın gelini” unvanını alır. At Boşandırma,
Selçuklulardaki “atik-tetik” olma anlayışı, Dede Korkut’taki, ata binmeden ata
binen, ok atmadan ok atabilen eş arama anlayışının günümüzde yaşayan şekli
gibidir. Gelin, kocası olmadığı zamanlarda evini, yuvasını, namusunu korumak
durumundadır. Bunun için gerekirse bir at üzerinde koşacak, gerekirse kendini
savunmak durumunda kalacaktır. Pratik hayatta zevkli bir şölen havası içinde
yapılan yarışların gerisinde; aileyi, obayı, iffeti koruma kaygısının bulunduğu
şüphesiz bellidir.
Şölenler, yeme-içme
olmadan olmaz. Yayla dönüşü, imece usulü yapılan höşmerim, yaylaya çıkan
köylüler tarafından eşit şartlarda pay edilerek köyde bekleyen aile fertleri
ile birlikte köye geldikten sonra üzerine kaymak dökülerek hep beraber yenir. Fazlası,
Konya ve diğer illerde yaşayan akrabalara gönderilir. Höşmerim kaymak, un,
yağdan kuru olarak yapılır 15-20 gün yenilebilmektedir.
Yazı Ve Fotoğraf
İbrahim ÇAKIR