KARAVAN YÖSEMİTE PARKINA VARDI

Hani, bazen entel dantel konuşmalar yapıyorum, Türkiye İstanbul değil diye. Eee ne olmuş Amerika’da NY değil. Onun da Beatty’si Goldsmith’i var, “Yolumu şaşırdım da sınırın ötesine Meksika’ya mı gittim!” diyor insan. Görünürde kimseler yok. Acaba iniversek karavandan çifteleriyle sararlar mı tütün çiğneyen insanlar etrafımızı? O kadar korkutucu, o kadar hiçliğe yakın şeylerin bulunabileceği yerler buraları.


Minik bir dağ kasabası Lee Vining’in kamp yerinde, “Burada siyah California ayısı var, yiyecekleri arabada bırakmak yasak, mutlaka kamp yerindeki çelik dolaplara kilitleyin! Ayılar ölü bir geyiğin kokusunu 4-5 km öteden alabiliyor. Ayıyla karşılaşırsanız kollarınız kaldırıp büyük görünmeye çalışın, yürürken ses çıkararak ve tencere tavanız varsa çalın!’ yazıyor! ‘Ayıyla karşılaşırsanız sakın kaçmaya kalkışmayın çünkü onlar saatte otuz mil hızla koşuyorlar ve koşmak onların kovalama içgüdülerini canlandırıyor.”


Bazıları 250, ortalama 100 kg gelen bu ayıları en çok çeken çöp torbaları elbette. Çöp torbalarını amonyakla ya da çamaşır suyuyla, kokusundan arındırmayı öneriyorlar. Yiyecekleri ağaçlara asmak falan da kâr etmiyor. Bu akıllı ayılar onlara da uzanıp toplayıveriyorlar. Böyle çöp tenekelerine yaklaşıp sorun yaratan ayıları toplayıp başka bölgelere götürüyorlar ama ayılar, ya geri dönüyor ya yeni yerlerinde sorunlu tavırlar sergiliyor ya da dertlerinden ölüyor. Alaska’da bir araştırmacı, çöp bidonlarına saldıran ayıları bu tavırlarından caydırma yöntemleri üstünde çalışıyor. Çöp tenekesine kimyasal madde içeren, sıkıştırılmış yiyecekler koyuyor. Bunları yiyen ayıların midesi bulanıyor ve kusmaya başlıyorlar. Ama ayılar akıllı, çöp sepetlerine dadanmaya devam ediyorlar ama sıkıştırılmış yiyecekleri yemiyorlar.


Tabiat ana acımasız Yosemite’de. Bazı bölgelerinde yollar, Kasım’dan Mayıs’a kadar, bazen de Haziran sonuna kadar karla kaplı oluyormuş. Dünyanın en yüksek beşinci şelalesi olan Yosemite şelalesi 739 m yükseklikliğinde. Her sene 3,5 milyon turistin geldiği bu vadi 750.000 akre büyüklüğünde. Toplam 4100 km uzunluğunda nehir var parkta. 


‘Glacier’, buz devrinden kalma kaya formasyonlarını, granit dağları görmek mümkün burada. 10 milyon yıl önce Sierra Nevada dağları oluşurken derin ve keskin kanyonlar da oluşmuş. 1 milyon yıl önce biriken kar ve buz, dağların tepesinden nehir vadilerine doğru inmeye başlamış. Buz kalınlığı yer yer 1219 metreye yaklaşmış. Buzullar aşağıya doğru kayarken vadinin bugünkü U şeklini de belirlemiş. 


1916’da, daha Millî Park Servisleri yokken, Amerikan Ordusunu, Yellowstone, Yosemite, Sequoia ve General Grant parklarını korumakla görevlendirmişler. O günlerde Afro-Amerikalılar için yapılacak en akıllıca şey orduya girmekmiş. Irkçılığın ve linçin günlük hayatın bir parçası olduğu günlermiş. Orduda siyahlara elbette en düşük seviyede işleri vermişler. Mesela Yosemite’nin korunması. 1 milyon akrelik Yosemite’e topu topu yirmibeş asker. Buffalo askerler diye anılmış bu siyahi askerler. 


Ahwahnee Kızılderili dilinde Yosemite vadisine verilen ad. Ahwahnee Oteli, Türk ve Kızılderili kilimleri ve halılarıyla bezenmiş, granit ve kalın ağaç kirişlerin çekinmeden kullanıldığı Yosemite’nin bir numaralı oteli. Cumhurbaşkanlarını, kraliçeleri ağırlamış bir rustik otel burası ve bahçesinde her daim sincapları ağırlıyor. Tavanlar yüksek, ağaç masalar devasa, şömineler NY apartmanlarının mutfağı büyüklüğünde. Çiçek aranjmanları bile doğayla uyum içinde, vazo yerine ağaç kütüklerine konmuş. Otelin hiçbir yapı materyali Yosemite’den sağlanılmıyor zira Yosemite millî park. Tabii ki açılış için çok özel misafirleri davet ediyorlar. Misafirler gittikten sonra ise mürekkep hokkalarının, Kızılderili sepetlerinin ve yatak örtülerinin bir kısmının yerinde yeller esiyor. 


William Randolph Hearst’ün San Simeon’daki şatosu, 1930’larda Hollywood ve California sosyetesinin bir numaralı haftasonu parti eviymiş. Hearst, şato denmesine çok kızarmış aslında, o evinin ranch yani çiftlik evi olarak anılmasını istermiş. Özür dilerim William amca! 


Araba, tren, uçak, her ne ile gelecekseniz gelin, Hearst her şeyi sizin için ayarlatırmış. Geldikten sonra da, ister sütunları Yunanistan’ın antik bir şehirden getirilen, üç kere baştan yapılan 104 ft uzunluğundaki ısıtmalı Neptün havuzunda yüzün, ister kapalı 24 karat altınla bezenmiş havuzda yüzün, ister tenis oynayın, ister hayvanat bahçesini gezin, ister Bernard Shaw’ın akılcı alaylarına gülün, ister Clark Gable’a göz süzün, ister Şarlo’yla sohbet edin, isterseniz de neredeyse gerçek sinema büyüklüğündeki salonda henüz piyasaya sunulmamış filmleri seyredin.


Hearst, her sene Avrupa’ya yirmi kişilik bir arkadaş grubuyla gider, müzeleri, tarihî yerleri gezermiş. Gece klüplerine takılanlara ise çok kızarmış. “Bunlar New York’da da var, buralara kadar gelmelerine gerek yoktu,” dermiş. Bu arada aldığı antikanın haddi hesabı yokmuş. Antika deyip de geçmeyin, bir masa, bir resim değil bu adamın çılgınlığı. Bir şatonun tavanına ne buyrulur ya da bir kilisedeki rahiplerin oturma sıralarına. O tavana göre yaptırmış evinin salonunu, aldığı goblen halıya uygun örülmüş duvarları.  


Parti verilecek diye ek bir havuz yaptıran da o, duvarlardan birini kırdıran sonra yeniden ördüren de o! Sevgilisi aktris Marion Davies, İngiltere Kralı’nın onuruna verilen partiye gidince krala âşık olur diye korktuğundan Cartier’den bir bilezik, bir küpe seti hediye etmiş ki partiye gitmesin. Bugünlerde akşam turları eklenmiş şatoya. 1930’ların kıyafetlerinde o günleri canlandırıyorlar. 


Nobel ve Pulitzer ödüllü Steinbeck, Cannery Row ve Sweet Thursday kitaplarındaki karakterlerini Monterrey’den almış. Kızılderililer, İspanyollar, Meksikalılar, Çinliler, Portekizliler, İtalyanlar, Japonlar, İskandinavlar, Monterrey’in yerlileri. Sardalyeler burada kutulanıp dünyaya yollanırmış. Steinbeck’in  Cannery Row adlı kitabında yer alan “La Ida Cafe” 1958’den beri açık. Cannery Row’un Kraliçesi diye adlandırılan Kalisa Moore tarafından açılan bu kafe meraklıları için hâlâ yerli yerinde.  


Sonunda San Francisco’dayız ve karavanı teslim ediyoruz. Bir dahaki karavan yolculuğuna kadar hoşça kalın.

Yazı Ve Fotoğraf
Mehpare SÖZENER