
İran’a
ilk seyahatim idi. İstanbul Atatürk Havalimanından İran Havayolları ile Tahran’a
hareket etmek üzere kontuarda genç bir gezgin grubunun arkasında yerimi
almıştım. Grubun İran hakkında fazla bilgileri olmadığı için o yasak mı, bu yasak
mı diye konuşurken sakallı ve bermuda pantalonlu çocuk dönerek; siz daha önce
gittiniz mi? Üzerimdeki bermuda ile orada dolaşabilir miyim acaba? diye sordu.
Biraz uzun, sanırım sorun olmaz ama yine de hiç belli olmaz dedim. Sırt çantamı
bagaja verip uçağa geçtim. Yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra saat 13.00
gibi Tahran İmam Humeyni Havalimanına indik.
Yolculuk
edeceğim ülkeye gitmeden önce âdetim olduğu üzere mutlaka kısa bir araştırma yapmaya
çalışırım. Ülkenin kültürünü, yasalarını, gezilecek görülecek yerlerini ve
ülkemizin elçilik, konsolosluk ve kültürel (TİKA, Yunus Emre) kurumlarının
adres ve telefonlarını not alırım. Bunu da bütün gezginlere ve gezgin gruplarına
kesinlikle öneririm.
Birçok
kişinin yanı başımızdaki medeniyetler ülkesi İran’a kolaylıkla vizesiz bir seyahatin
mümkün olduğundan haberi bile yok, aslına bakarsanız egemen güçlerin kara
propagandasından hepimiz o kadar çok etkilenmişiz ki ben bile bu kültürü
yakından bilen biri olarak garip bir tedirginlik hissetmekten kendimi
alamıyorum. Oysa gözlemlerimde ve okumalarımda hiç olumsuz bir duruma
rastlamadığım gibi karayolu ile Van’dan girip bu ülkenin öbür ucuna kadar
güvenle ve çok ucuza seyahat edebiliyorsunuz.
Persler, Sasaniler, Selçuklular, Safeviler, Kaçarlar gibi devletlerin
dönemlerine tanıklık etmiş muhteşem şehir Kâşan’ın ismi; efsanevi Pers Hükümdarı
Kays’ın ikametgâhı manasındaki Kays-Âşiyân kelimesinden gelmektedir. Okumalarımdan
aldığım bir nota göre bazı kaynaklarda bu şehri Halife Harun Reşid’in karısı
Zubeyde’nin kurduğu ileri sürülmekte… Akşam olmadan deniz seviyesinden
yaklaşık bin metre yükseklikte çölün ortasındaki bu vaha şehre ulaşmak
niyetindeyim.
Kum’dan
Cemkeran Mescidi’ne oradan da taksi ile Heftaduten’e ulaşıp taksi dolmuşla Kâşan’a gitmek üzere yine arabanın ön koltuğuna
yerleşiyorum. Cafer isimli kaptanımız selam verip direksiyona oturuyor. Yorgun
ve bitkin bir ses tonuyla sohbet etmeye çalışıyor. Yaklaşık bir saatlik
yolculuktan sonra beni Kâşan’da yol kenarında indiriyor. Çünkü arkadaki diğer yolcular
İsfahan’a doğru devam edecekler. Artık karanlık çökmüş, yorgun adımlarla şehir
merkezine doğru yürürken bir durakta otobüs bekleyen genç bir çifte selam verip
tavsiye edecekleri uygun bir otel soruyorum. Birlikte otobüse biniyoruz. İsmi Cevat
olan beyefendi çok yardım sever. Çok değil iki durak sonra iniyoruz. Tarihin
dar sokaklarından geçerek bir otele ulaşıyoruz. Cevat Bey’in iletişim
bilgilerini aldıktan sonra vedalaşarak otele yerleştim.
Çıkıp
etrafa bir göz atmak ve bir şeyler yemek istiyorum. Lakin akşam sekizden sonra
belli yerler hariç neredeyse sanki hayat durmuş gibi geldi bana. Cadde
kenarında otantik bir kafe de süs havuzları kıyısına oturup “gul ab” gül suyu
içip bir şeyler atıştırıp dönüyorum. Kâşan
eski bir kervan yolu olduğundan yol, yolculuk ve konaklama geleneği olan bir
şehir. Uygun fiyatlara tarihi mekânlarda kalma şansına sahipsiniz. Tıpkı benim
gibi…
Kukla
Müzesi Hostel ismine bakıp aklınıza gelen çağrışımlara aldanmayın; görevli
Abbas beyle sohbete koyulup mekân hakkında bilgi alıyorum. Önemli bir kültürel
miras alanı içinde bir müze pansiyon, bir tutku projesi adeta, bunun yanında Kâşanlı
ünlü sufi Faiz Kâşâni’nin
soyundan eski Kaçar Dönemi din adamı ve şair Allame Cafer Faizi’nin eski evi
burası… Güzel bir avluya açılan geleneksel olarak dekore edilmiş yedi odadan
oluşan otantik bir yer. Hostel kavramının çağrıştırdığı bütün bilgilerden uzak,
geceyi adeta eski bir kervansarayda geçiriyorum. Sabahın ilk ışıklarıyla 07.00’de
geleneksel Kâşan kahvaltısıyla güne başlıyoruz. Gecenin erken tükendiği bu
şehirde gündüz erken başlıyor, sabah namazından sonra sesler çoğalıyor, hareket
başlıyor ilk ışıklarla tarihin içine yürüdüğünüz bu şehirde… Kahvaltıya
“Sobhaneh” diyorlar. Şeffaf cam bardaklarda kişinin isteğine göre servis edilen
İran çayı… Servis başlamadan önce bir yudum çay bardağa dökülür ve ardından
demliğe geri boşaltılıyor, bu işlem bardağı ısıtmak için yapılıyor. Naan denilen
çıtır gevrek ekmekler, biraz Tebriz peyniri biraz da meşhur havuç reçelinin
olduğu sade ve besleyici güzel bir kahvaltı ile güne başlıyorum.
Heyecanlı
adımlarla şehri keşfe başlıyorum. İlk göze çarpan eserlerden birisi şüphesiz Selçuklu
Hükümdarı, Sultan 1. Melik Şah tarafından 11. yüzyılda Kâşan’ın
merkezini çevreleyen kale duvarları oluyor. Gezime ilk olarak İran’ın ünlü
bahçelerinden biri kabul edilen çölün ortasındaki bu vahanın en önemli
simgelerinden biri olan Fin Bahçesiyle başlıyorum.
Bağ-ı Fin (Fin Bahçesi)
Safevilerin
yazlık bölgesi olan bu şehirde özellikle Fin Bahçesi (Bagh-e Fin), zaten
bahçeleriyle ünlü İran’daki en güzel bahçelerinden biridir. Sonbaharın ilk
günleri olmasına rağmen sıcak erken bastırıyor. Biraz da yokuş yürüyorsun
merkezden yukarı doğru ister istemez biraz dinlenmek icap ediyor lakin Fin Bahçesine
girmemle birlikte servi ağaçları, arkları, havuzuyla ve meyve bahçeleriyle bu
alan insanı çok rahatlatıyor. Şah Abbas için yapılmış. Şah Abbas öldüğünde İsfahan
yerine Kâşan’a
gömülmeyi arzu etmiş. Unesco Dünya Mirası Listesi’ne alınmış olan arklardan
akan su sesleriyle beş yüzyıllık sedir ağaçları serinliğinde yürüdüğüm bahçenin
turkuaz havuzları sizi başka bir zamana götürüyor. Mevsiminde gelen
ziyaretçiler portakal çiçeklerinin kokusuna hayran kalırlarmış burada… Tabi
burası da Kaçar Hanedanlığı’nın yıkıcı gücünden etkilendiğinden Fin Bağında
Safevi Dönemi’nden mermer zemin ve ağaç düzenlemesi dışında pek bir şey
kalmamış. Müze kısmında beni etkileyen en önemli bölümlerden birisi de İran
tarihinin en önemli reformcusu İngiliz ve Ruslara karşı önemli mücadeleler
vermiş Emir-i Kebir’in Nasıreddin Şah’ın adamları tarafından öldürüldüğü Fin Hamamı
olmuştur. Bu olayı İran tarihinde Kaçarların en büyük ihaneti diye
yorumlayanlar da olmuştur. Hamam kısmında bu tarihi olayın canlandırıldığı
heykel sergilemelerini görmek mümkündür.
Belki biraz Kâşan
tarihinden de bahsetmek gerekiyor. Burada özellikle Safevîler Dönemi’nde Kâşan
ilimden edebiyata, el sanatlarından mimariye ve ticarete kadar birçok alanda
parlak bir dönem yaşayıp İran’ın kültür başşehri olma özelliğine sahipmiş. Şehir
bütün dönemlerinde bir sanat, ilim, edebiyat merkezi olmuş.
Kâşî
Şehri dünya çapında tanıtan en ünlü sanat dalı ise artık
tamamen unutulmaya yüz tutan lakin kadim bir marka değerine sahip olan önemli
bir kültürel miras öğesi olan çiniciliktir. 12-14. yüzyıllar arasında zirveye
çıkan bu sanata ve ürünlerine “kâşî” deniliyor, genellikle fîrûze, gök mavisi,
yeşil ve nâdiren kırmızı, sarı renklerin hâkim olduğu duvar çinileriyle daha
çok yeşil renkteki çeşitli şekillerde kaplardan oluşan seramikler, kervanlarla
dünya pazarlarına taşınıyordu. Selçuklu binalarında görülen ünlü çinilerin
hemen tamamı Kâşan yapımı çinilerdir.
Kâşan
Çarşısı (Kashan Bazaar)
İsfahan, Tebriz
tarihi taş çarşıları başta olmak üzere İran’ın tüm çarşıları meşhurdur. Kâşan’ın tarihi çarşısı da bu sıralamada önemli bir yere
sahip şüphesiz. Çarşıya adımınızı attığınız anda tarihin içine girmiş gibisiniz.
Şehrin görkemli dönemlerine yolculuk ediyorsunuz. Işıklar rengârenk bir cümbüşü
ve canlılığı, geleneğin dinamizmini hissettiriyor. Antika eşyalardan geleneksel
sanat ürünlerine bu eski şehrin seramik, çini işleri, ipek ve yün halıları,
çeşitli el sanatlarından ipek yolunun ıtırlı baharatlarına kadar 800 yıllık bu
muhteşem atmosferi yaşamak gerek anlatmak kifayetsiz… Çarşının devamında yine medreseler,
camiler, kervansaraylar, hamamlar ve Kaşan’ın görkemli tarihi kâşaneleri sizi
yalnız bırakmıyor. Şehrin önemli şairleri büyük Ehlibeyt Şairi Muhteşem-i Kâşâni’yi, modern İran şiirinin büyük üstadı Kâşanlı Sohrab Sepheri’yi de hatırlamadan
geçmek mümkün mü?
Kâşan’ın Geleneksel Taş Konakları
Şehrin Selçuklu
surları içinde kalan tarihi kültürel miras alanında Kaçar Dönemi’nin zengin
tüccarlarına ait birbirinden güzel, ihtişamlı Kâşâneler (köşkler) mevcut. 18-19.
yüzyıldan kalma bu taş mimari yapıların birçoğu restore edilmiş yeni işlevler
kazandırılmış daha ziyade hotel, restoran tarzında turizme kazandırılmış. Bunların
en önemlilerinden biri olan Hotel-Restoran olarak işletilen Ameriha’da öğle
yemeğinde Kâşan mutfağı lezzetlerini denemeye karar veriyorum. Bu görkemli
mekân 18. yüzyılda Kâşan’da Valilik yapmış Şah’ın ordusunun ihtiyaçlarını
karşılayan ve bölgenin ticaret yollarının güvenliğini de sağlamış olan zengin
tüccar İbrahim Halil Ameri için yapılmış. Ameri Kâşanesi bitirildiği dönemde ülkenin en büyük
konağı olma özelliğini taşıyormuş. Amerinin büyük salonunda harika vitraylardan
süzen renkli güneş ışınlarının masamıza yansıyan huzmeleriyle Kâşan mutfağından sebze çorbası, taze
nan ve uzun şiş kebaplar, naneli ayran, gül ab ile mükellef bir öğle yemeğiyle
kendimi ödüllendirip geziye devam ediyorum. Şimdi bir bir Kâşan’ın
Kâşânelerini gezelim.
Tabatabai
Evi
Kâşan’ın en önemli Kâşânelerinden biri olan ünlü halı tüccarı Tabatabai’nin
evi. 1880’lerde inşa edilen evin en dikkat çekici özelliği mukarnaslar, iç içe
geçmiş girift taş rölyefleri, ince sıva işçiliği ve göz alıcı ayna ve vitray
detaylarıyla bizi bin bir gece masallarında Şehrazat’ı anımsatan bir saray
misali… Üç bölümden oluşan konak; aile efradının yaşadığı bölüm, davet ve şölen
için kullanılan kısım ve hizmetlilerin yaşadığı avlu kısmından oluşuyor. Avlu
etrafındaki zarif sütunlar, etkileyici mimari duvar kabartmaları, renkli
vitrayları ve harika akustiği ile büyüleyici bir güzelliğin mimarisini
oluşturmuş. Beş bin metrekarelik bir alana inşa edilmiş bu konak aynı zamanda
başka bir hikâyenin parçası olma özelliği taşıyor. Hikâyeye göre Tabatabai gibi
Kâşan şehrinde ünlü bir halı tüccarı olan Borujerdi, Tabatabai’nin kızıyla
evlenmek istemiş. Tabatabai bu evlilik için tek bir şart koşmuş. Kızının en az
kendisininki kadar güzel bir konakta yaşamasıymış. O günden 18 yıl sonra Borujerdi’nin
evi tamamlanmış ve en az gelinin babasının evi olan Tabatabai Evi kadar muhteşem
bir ev yapılmış. Bir anlamda nazire olarak yapılan Borujerdi Konağına gidelim
şimdi.
Borujerdi
Konağı
13. yüzyılda Kaçar Hanedanı Dönemi’nde inşa
edilmiş şehrin sembol eserlerinden birisi de hiç şüphesiz Borujerdi Evi ya da Konağıdır.
Şehrin simgeleri haline gelmiş Bad girfti denen simetrik rüzgâr bacaları ile bu
konak İran mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Mir Ahmet mahallesinde
bulunan ünlü halı tüccarı Borujerdi Evi’nin bütün sanatsal
işleri, alçı işleri ve duvar süslemeleri, nakkaşilik işlemleri İran'ın büyük ve
ünlü ressamı olan Kemal-ul Mülk'ün amcası Seni-ul Mülk tarafından
yapılmış. Muhteşem olan
bu yapının fotoğrafını çekerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamakla birlikte
zihnimde sürekli bir mukayese, bir muhakeme ile acaba hangisi daha güzel
düşünceleri…
Hammam-i
Sultan Mir Ahmet
Sultan Mir Ahmet Hamamı Kâşan kentinin en önemli ve en eski
tarihi eserlerinden biri kabul edilmektedir. Şehrin sembol eserlerinden biri
olan Borujerdi Evi’ne çok yakındır. Tarihi, Selçuklu Dönemi’ne dayanan bin
metrekareden fazla bir alana sahip muhteşem mimarisiyle ülkenin en güzel tarihi
hamam eserlerinden biridir. En kaliteli mermerlerden yapılmış olan hamam büyük
ve küçük hamam denilen iki kısımdan oluşmaktadır. İlk olarak Kaçarlar zamanında
restore edilmiş olan bu anıt yapının en önemli özelliklerinden
birisi duvarlarında 17 kat restorasyon amaçlı alçı bulunmasıdır. Bu da yapının
ne kadar eski olduğunu gösteriyor. Sonuncu restorasyonda hamamın alçı katları 17 kat tek
tek kaldırılıp soyularak süt, yumurta beyazı, soya unu, limondan yapılma en
alttaki, en orijinal alçıya ulaşılmış. İnsana adeta bir pasta tarifi gibi gelse
de bu karışımın çimentodan bile daha dayanıklı olduğu iddia ediliyor. Burada
yapmadan dönmeyin diyeceğim bir aktivite var ki oda bu tarihi hamamın kubbelerine
çıkıp şehrin zarifçe yükselen minarelerini, rüzgâr kulelerini (bad girifti) izleyebileceğiniz
bir Kâşan şehir
panoramasıdır, mutlaka deneyimlemelisiniz.
Bozorg (Büyük) Ağa Cami ve Medresesi
Bozorg Farsça
da büyük anlamına geliyor. Bu cami Büyük Ağa Cami ve aktif olarak halen medrese
olarak da işlevini sürdüren 19. yüzyıl mimari eseri olarak Kaşan’da en çok
ziyaret edilen mekânlardan biridir. Muhteşem eyvanlı bir mimariye sahip olan bu
yapı çinileriyle adeta sizi büyüler. Ülkenin ünlü mimarlarından Ustad Hacı
Sa’ban-Ali tarafından yapılmış aynı zamanda İran’nın Taç Mahal’i muamelesi
görmekte, hakikaten etkileyici bir yapı mutlaka görülmeli diye düşünenlerdenim.
Antik Sialk Höyüğü
Kâşan’daki son gezim merkeze 3.5-4 km yürüyerek
gidebildiğim Antik Sialk Höyüğü; İran’ın Persepolisten sonraki en önemli ve en
zengin arkeolojik kültürel miras alanı. Antik dönemlere ait yerleşim alanlarının
kalıntıları, 4. yüzyıla tarihlenmekte, buradaki buluntuların çoğu ait olduğu ülkeden
çalınarak dünya müzelerinde sergilenmekteymiş, alan rehberinin anlattığına göre;
çömlek kaplar, metal eşyalar, taş, kil ve kemikten yapılma ev aletleri Sialk Höyüğü’nden
çıkarılmış birçok tarihi eserin bugün Paris’teki Louvre, New York’daki
Metropolitan Müzesi’ne götürüldüğü; kalan kısmının da Tahran’daki İran Milli Müzesi’nde
sergilendiğini öğrendim. Rehberimiz halen kazıların devam ettiğini lakin en
önemli kalıntının Mezopotamya’da yer alan ünlü Zigurat tapınaklarıyla benzerlik
ifade eden Yedi bin beş yüzyıllık Elam Dönemi’ne tarihlenen zamanın ötesinde
eski bir medeniyetin sofistik kalıntısı Sialk Ziguratı’nı görmemi tavsiye etti.
Gece
otobüsle ya da taksi ile İsfahan’a geçmeyi planlıyorum. Lakin Kâşan’a ilk ayak bastığımda tanıştığım
genç çift; bilgisayar mühendisi Cevat beyi ve eşi Elham hanımı Kâşan’ın tarihi mekânlarından
biri olan Nabatrie Ghanadilpati pastanesine davet ediyorum. Beni kırmayıp
geliyorlar. Bu meşhur fırının Hindistan cevizli kurabiyeleri ve çayı eşliğinde
İstanbul’a ve Kâşan’a dair derin bir sohbete dalıyoruz. Ardından
kendilerine gösterdikleri mihman (misafir) severlik için teşekkür ediyorum. Gün
geceye ulaşmadan yola çıkmalıydım, sağ olsun Cevat bey bir taksici arkadaşını
arayıp çok uygun fiyata İsfahan yolculuğu ayarladılar ve akşam saat on gibi yeni
kaptanım Kamber ile yola çıkıyoruz.
Tarihi Kâşaneleri (köşkleri), Kâşi çinileri, gül bahçeleri, gül suyu,
Geleneksel Gülsuyu Festivali ile ünlü bu şehri hakkıyla gezmek, keşfetmek için
bir iki gün yetmez. Ben sonbaharın ilk günlerinde geldim ama siz mutlaka nisan,
mayıs yani bahar aylarını tercih edin. Çünkü o dönemde şehir ile özdeşleşmiş
olan gül bahçelerinde güller açmış, kokusunu tüm şehre yaymış oluyor.
Kâşan şehrindenim
Fena sayılmaz halim,
Bir lokma ekmeğim var, biraz aklım,
İğne ucu kadar da zevkim.
Annem var, ağaç yaprağından daha güzel,
Dostlar, akan sudan daha iyi Ve Allah, burada yakındadır…
(Suyun Ayak Sesi-Sohrab Sepehri)
Yazı Ve Fotoğraf
Salih DOĞAN