Gezginlerin Kolay Ulaşamadığı: Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti

Air Koryo’nun Rus yapımı üç bölümlü uçağına ayak basınca tüm dünyada gizemini koruyan kolay kolay ulaşılamayan ve aklımızda hep soru işareti olarak kalan bir coğrafyaya uçmanın heyecanı bizi sarıyor. Hostesleri özel seçmişler, hepsi birbirinden güzel, ikram da var.

Havaalanı doğrusu gayet modern, vizeler ayrı ve şık bir kâğıtta hazırlanmış. Üç form doldurup pasaport polisinden rahatça geçiyoruz. Bavulunuz cihazdan geçerken kitap veya dergi görürlerse açıyorlar. Mühim olan içinde liderlerinin resminin olmaması, bulurlarsa başınız dertte demektir. Cep telefonu ve diğer elektronik aletlerle, nakit paranızı verilen forma yazıyorsunuz. Rehberimiz ve sivil polis olduğuna inandığımız ikinci bir rehber ile otobüse biniyoruz.

Yol boyunca mısır, pirinç ve sebze ekilmiş; her taraf yemyeşil. Hava yağmurlu, hatta fırtına var. Yol boyunca rengârenk ışıldayan şemsiyeleri altında sıra hâlinde yürüyen insanlar görüyoruz.

Pyong Yang’da anıtlar ile binalar devasa boyutlarda ve çok etkileyici. Büyük önder Kim İl Sung’un Japonlara karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi anısına dikilen dev zafer tâkının önünde kısa bir mola veriyoruz. Geniş caddeler, 382 metre yüksekliğindeki televizyon kulesi, bulvarlar, havuzlu parklar, salkım söğütler, yan yana spor sahaları, çağdaş bir lunapark, su parkı ve modern binalar hemen dikkatimizi çekiyor. Kent bol parklarla beslenmiş ve rahat nefes alıyor. İlk bakışta insan “İşte tam yaşanacak yer” diyor Pyong Yang için.

Kenti besleyen Taedong Nehri, ayrı bir güzellik katıyor başkente. Sanki yeterince canlılık yok gibi. Kent ile içinde yaşayanlar tam uyuşmamış gibi. Hele enerji sıkıntısı yüzünden elektrikler kesilince geceleri başkentin üstüne tam bir sessizlik çöküyor. Yeni yapılmış o dev apartmanlar bazen boş gibi görünüyor. Kavşaklardaki beyaz kıyafetli ciddi bayan trafik polisleri, sert hareketlerle boş sokaklara rağmen görevlerini aksatmadan sürdürüyorlar.

Buradaki dükkânlarda sadece dolar ve avro ile alışveriş yapılıyor. Ama en fazla Çin parası Won kullanılıyor. Ne de olsa Çinliler her yerde. Bu coğrafyada yalnız başınıza gezinmek, fotoğraf çekmek, halkla sohbet etmek gibi bir lüksünüz yok. Bu kuralları çiğnemeye teşebbüs ederseniz, nazikçe ihtar ediyorlar. Bir defasında iki rehberimiz de tuvalete gitmişti ve ben 15 dakika ortadan kayboldum. Masaya dönünce nerede olduğumu sordular. “Hiç.” dedim, “Civardaki konutları ziyaret ettim ve ev sahipleriyle sohbete doyamadım.” Yüzlerindeki dehşet ifadesini görmeliydiniz. Ama ikinci gelişimde bazı kurallar gevşetilmiş. Bir defa bir AVM’de iki saat serbest bırakıyorlar, metroya biniliyor ve parkta dolaşılıyor. Ertesi sabah yolculuk Puan Mun Jon’a doğruydu. Burası 38. paralelde bulunan bir köy ve Kore’yi ikiye bölüyor.

 

Kore Tarihine Bir Bakış

 

              Kore, bütün tarihi boyunca Çinliler, Japonlar ve Moğollarla savaşmış. Çinliler Kore Yarımadası’nı MÖ 108 yılında işgal etmiş. Daha sonraki yıllarda birkaç kez Moğol istilâsı yaşamışlar. XIX. yüzyıl sonlarında Japonlar bu yeşil ülkeye girmişler. Özellikle 1904-1905 Rus-Japon savaşından sonra kuvvetlenen Japon İmparatorluğu, 1910 yılında Kore’yi resmen kendi topraklarına katar. 35 yıl sonra bu işgal 1945 yılında sona erer. Bu süre içinde Japonlar bir milyon Koreli’yi öldürüp bir o kadarını da özellikle madenlerde çalıştırmak üzere kendi ülkelerine götürürler. Bugün Japonya’da nerede ise bir milyon Koreli yaşıyormuş.

II. Dünya Savaşı galipleri Kore’yi 38. paralel boyunca ikiye ayırıp bu ülkenin yeni sahipleri olurlar. Kuzeyde Sovyetler Birliği, güneyde ise ABD egemenliği başlar. Sovyet silahları ve Çin askerleri ile desteklenen Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin “komünist” korkutucu sözcüğü altında kuvvetlenmesi, kendi sömürge politikası için ürkütücü bulan ABD’nin müdahalesiyle, Türkiye de dâhil olmak üzere 14 ülke asker göndererek 1950 yılında bu güzelim yarımadada savaşı tüm şiddetiyle başlatırlar

 

Evet, Sınırdayız

 

İşte şimdi Puan Mun Jon’dayız. Her iki ülke de ikişer kilometrelik tampon bölge oluşturmuş. Dikenli teller arasından ilerleyip bu tampon bölgeden geçiyoruz. Sınırın iki yanında göğe yükselen iki uzun bayrak direği dikkati çekiyor. İki taraf bir yarış içinde, bayrak direklerini sürekli yükseltiyorlar. Sonuçta her ikisi de neredeyse Eyfel’in boyuna ulaşmış.

Güney Kore’nin başkenti Seul’e sadece 45 kilometre uzaklıktayız. Üçü pembe olan 6 adet prefabrik yapı var. Bu barakaların yarısı kuzey, diğer yarısı da güney topraklarında. Zaman zaman bir araya gelen iki ülke heyetleri burada ortak sorunları tartışıyorlarmış. ABD tarafında Amerikan askerleri yerine, kulübenin içinde kuzeye karşı savaşan 14 ülkenin bayrağı bulunuyor; ama aralarında Türk bayrağını göremiyoruz. Meğer Türk hükümeti kendi bayrağını çekmiş. Dünya barışı için güzel bir adım, iyi bir jest…

Sabah Dinginliğinin Mutlu Ülkesi: Kore

 

Acaba DPKR’de hayat nasıl? Yakıt sıkıntısı yüzünden geniş yollarda fazla araç yok, çok sayıda askerî konvoy ve sık sık kontrol noktaları dikkatimizi çekiyor. Tarım arazisinin % 90’ı kooperatiflerce işletiliyormuş. Geri kalan % 10’u ise devlete ait çiftlikler. Ama ülkenin % 84’ünün dağlık olduğunu da hemen ekleyeyim. Kooperatifler kazançlarının % 30’unu devlete veriyor. Devlete ait kooperatiflerde ise çalışanlara belli bir maaş ödeniyor.  

Kore Hanedanlığı’nın ilk kurucusu Wang-Gong’un mezarını ziyaret etmek üzere Kaesung Kenti’ne gidiyoruz. Kaesung, Kore Krallığı’nın ilk başkenti ve şimdiki başkent Pyong Yang’a 160 kilometre mesafede. Ortalama 3 saat sürüyor. Kralın mezarına yeşil çimler üzerinde yer alan basamakları tırmanarak çıkıyoruz.

1000 yıllarında Kore yarımadasında üç krallık varmış. Wang Gong bu krallardan birincisini savaşta mağlup etmiş. İkincisi kendiliğinden teslim olmuş ve böylece ilk kez tüm yarımada tek bir Kore bayrağı altında birleşmiş.

Wang Gong’un kral mezarı yakınında bulunan küçük bir müzede, o döneme ait tablolar, porselenler, paralar, ipek kumaş örnekleri, metal kalıpla basılan kitap örnekleri ve değişik tarım ve ev araçları sergileniyor. Kralın mezarının etrafına iri aslan ve muhafız heykelleri dikilmiş. Japon işgalciler bu mezarı dinamitle patlatıp içindekileri Japonya’ya götürmüş.

 

Gienseng Mucizesi

 

Kore’ye giderseniz, adım başı “Gienseng” ile karşılaşacaksınız. ‘O da ne?’ derseniz anlatmaya çalışayım. Sarı renkte kollu, bacaklı sarı bir kök. Tarlaların gölge kısımlarında yetişir ve ancak yedi yılda gelişimini tamamlar. Her şeye iyi geldiği iddia ediliyor. Yorgunluk, seks gücü, romatizma ve daha neler neler. Özellikle bilgisayarla çalışanlara tavsiye ediliyor. Zaman içinde bu kökler artık Kanada, Japonya, Çin ve Sibirya’da da yetiştirilmeye başlanmış. Ancak, esas ana vatanı elbette Kore. Tozunu, çayını, kremini,  şurubunu, pestilini ve hapını satıyorlar. Bir de ünlü Gienseng tavuğu var. İçi pirinç, zencefil, hurma ve tabi bir de Gienseng kökü ile doldurulmuş tavuk tam sekiz saat kaynatılıyormuş. İşte bu zavallı tavuk için tam 20 dolar ödedik; ama bana sorarsanız hiç değmez. Merak ettik ve tattık. (O zamanlar vejetaryen değildim.)

 

Büyük Önder Kim İl Sung, Oğlu Kim Jong İl

 

Evet, bu iki isim Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde âdeta kutsallaşmış. Ülkenin her köşesinde önder Kim İl Sung veya oğlunun ya da her ikisinin fotoğrafı veya heykeliyle karşılaşıyorsunuz. Sadece Kim İl Sung’un ülkenin dört bir köşesinde 60 bin heykeli olduğu söyleniyor. Her Kuzey Koreli’nin göğsünde birer yüce lider Kim İl Sung kırmızı renkli rozeti. Çok istedik, bu rozeti kesinlikle yabancılara veremiyorlar.  

 

Çiçek Şehri Pyong Yang’da Bir Tur

 

Önce ulu öndere 60. yıl doğum günü hediyesi olarak inşa edilen dev halk eğitim merkezini ve kütüphaneyi (Grand Peoples’ Study House) geziyoruz. Onlarca okuma odası, lisan laboratuvarı, milyonlarca kitap ve müzik odaları…

Başkan Kim İl Sung’un 1972 yılında tamamlanan Mansu Tepesi’ndeki 35 metrelik dev bronz heykeli önünde sıra ile eğiliyoruz.

Başkana 70. yıl doğum günü hediyesi olarak inşa edilen 170 metrelik Chuce Anıtı’nın tepesine asansör ile çıkmak mümkün. Bu muhteşem anıtın ucundaki meşale gece de yanıyor. Ön cephesine ise değişik ülkelerdeki Chuce çalışma gruplarının yolladığı mermer yazıtlar konmuş. Daha sonra bizi ve diğer grupları akrobat gösterisi seyretmek üzere “Sirk Binası”na (Peoples’ Army Circus) götürüyorlar. Gösteri tam profesyonelce hazırlanmış. Zaten bu sirk dünyanın değişik yörelerinde gösteriler yapmış ve büyük beğeni kazanmış.

Çocuk Sarayı bizi büyüledi. Burada okul sonrası, çocuklara bale, müzik, edebiyat, bilgisayar ve spor eğitimi veriliyor. Her girdiğimiz odada alkışla karşılanıyoruz. Ardından her sınıf bize kısa bir gösteri yapıyor. Daha sonra bizleri büyük tiyatro salonuna aldılar. Bir buçuk saat süren nefis bir gösteri sundular. Sevgili oda arkadaşım, sanatçı ve eczacı Attilâ Atasoy bu merkeze hayran kaldı.

DPKR’de her şey çok farklı, çok değişik geldi bizlere. Herkesin kolayca ulaşamayacağı bir coğrafyayı, bir Türk grubu olarak 1990 yılında ilk kez ziyaret etmiştik. Yıllar sonra tekrar gezgin olarak geldim. Herkesin bu güzel coğrafyayı görebilmesi dileğiyle…

 

Yazı Ve Fotoğraf
Prof.Dr.Orhan Kural