─ Mehfar (Mehpare olan adımı bu şekilde telaffuz edebiliyor), hani bir pilavınız
var, içinde kahverengi şeyler var, ondan yemek istiyorum.
─ Şehriyeli pilav mı?
─ Hah! Evet, ondan, bir de köfte ve közlenmiş biber...
“Benim tüccar olan atalarım
Konya’dan Kıbrıs’a oradan da Selânik’e göçmüş. İstanbul’a ilk geldiğim günden
beri burda yaşamanın hayalini kuruyorum. Dedemin Kıbrıs’ta madenleri varmış.
Selanik’e gelince Kuzey Yunanistan’daki ilk taksi durağını kurmuş. Bugün o ilk
durak YMCA’ya bağışlanmış durumda.”
Haziranın başında görüşüyorum
Yunanistan’daki krizden dolayı adını paylaşmak istemeyen Yunanlı işadamı ve
kuzeniyle. Hayatının çoğu zamanını Yunanistan’da, kimi zamanını da İstanbul’da
geçiriyor. Uçak biletini daha önce aldığı için Yunanistan’ın kaderini
belirleyecek oylama zamanında İstanbul’da oluyor. Oylama günü bir eli
internette, bir kulağı telefonda... Efkâr dağıtmak için ekliyor gülerek sık sık
“Haydi bre serseri!..” Stresini paylaşıyorum
komşumun derinden o “Çocuğu yurtdışında okuyan var, böbrek hastası olan var,
ATM’den günlük para çekme limiti 60 euro vermişler, yeter mi!” derken. Kendi
paran da olsa daha fazlasını kullanamıyorsun.
İstiklâl Caddesi’ne
çıkıyoruz narlı ve fıstıklı lokum almaya; bakıyorum, ağlıyor durduk yere:
─ Ne oldu? diyorum, şaşkın…
─ Sokakta uyuyan çocukları görmedin mi? diyor, bu duyarlı antika
koleksiyoneri işadamı!
Antika merakı nasıl mı
geçmiş? Elbette ailesinden. “Hep eski şeylerin içinde büyüdüm, onları sevmeyi
ve değer vermeyi öğrendim.” diyor. İlk antikası olan Japon Buda heykelini cep
harçlığı ile 15 yaşında almış.
Koleksiyonu çok geniş ama
en ilgimi çeken 18. yüzyıl eseri olan James Bond türü silahlar oluyor. Hani şu
şemsiye ya da baston gibi gözüküp aslında silah olan şeyler. Kimi ailesinden
kalmış, kimini de Fransa ve Londra’dan almış. Şemsiyeleri aristokrat hanımlar,
bastonları ise beyler kendilerini korumak için kullanmışlar. Hepsi istek
üzerine yapıldığından bir benzerleri yok! Şemsiyelerin ise ilginç bir adı var:
“Anneanne Şemsiyesi”.
Yunanistan’daki evini
gezme şansım olduğunda, bir piano görüyorum. Daha doğrusu gördüğümü sanıyorum.
Oysa bu bir piyano değil gramofonmuş ve radyosu ilk radyo şirketi Falcon
tarafından yapılmış hem de. İlk çevrilen “Muhteşem Gatsby” filminde Gatsby
ölmeden hemen önce gözüken gramafonun bir benzeri bu.
Evdeki diğer ilginç bir
obje Pearl Harbour saldırısında düşen bir Amerikan uçağının Alman yapımı Kem
marka dürbünü.
“Evdeki en orijinal parça
nedir?” diye sorduğumda ise, en eski olma özelliği taşımasından dolayı, mamut
dişinden yapılmış bir heykel olduğunu, söylüyor. Bunun yanında D.H. Chiparas ve
Joseph Lorenzl imzalı bronz ve fildişi heykeller, Ali Paşa’nın orjinal imzalı
gravürü ve genç bir prensin gravürü, WMF imzalı mutfak eşyaları, Charles Sykes
imzalı bronzdan yapılma gümüş kaplı Rolls Royce heykeli “speed of ecstasy”,
nadir bulunan pembe renkte Murano avizesi, Limoge avize, Tiffany şişeler, 1814
yapımı Vakilitis imzalı saksafon, yüz yıllık okul sırası, Louis Vuitton bavul,
Philippe Starck imzalı araba, Yunan Kralı George’un düğün resmi ve düğünde
misafirlere verilen hediye, 18. yüzyıldan kalma bağa kapaklı defter, fırça,
ayna, fil ayağı, Walker ve Hall imzalı gergedan ayağından yapılma tütün kutusu,
ikonalar diğer nadide parçalardan bazıları.
Peki, soralım bakalım, bu
kadar objeyi sergileyecek yeri var mıymış? Dolaplarda tutup, ara ara objeleri
değiştiriyormuş. Bu arada şirin mi şirin bir köpeği var. Bruna…
─ Bu değerli objeleri kırar diye korkmuyor musun?
─ Eee, kırdı zaten Mehfar! Bazı nadir Çin vazolarımı kırdı.
Ne diyeceğimi bilemedim
bu yorum üstüne...
─ Peki, bu antikaların bir listesi var mı?
─ Yok…
─ Nasıl dinleniyorsun peki?
─ Seyahat ve gurme yemekle... İstanbul, en sevdiğim yerlerden biri. Türkler
çok arkadaş canlısı. Londra’ya da antika almak için gidiyorum. Pazarlarda da
dolaşmayı seviyorum ama bir şey almıyorum. Antikaları kendim seçiyorum.
Beğendiğim şeyleri alıyorum. Belli bir dönem ya da konuda odaklanmıyorum.
Heykel, fildişi, gümüş, mücevher, dürbün gibi farklı objeler alıyorum. (Bu
arada Dolmabahçe Sarayı’nın hediyelik eşya mağazasında Hz. Muhammed’i anlatan
bir hat sanatı alıyor.) Antika benim için öyle bir tutku ki, yeni bir obje
aldıktan beş dakika sonra yenisinin peşine düşüyorum. Yenisini aramak, almaktan
daha çok mutluluk veriyor. Sanat tarihi ya da antika konusunda bir eğitimim yok
ama yeni bir şey almak istediğimde konu hakkında okuyorum ve öğreniyorum.
Orjinal olduğunu kanıtlayan belge veren yerlerden alışveriş yapmayı tercih
ediyorum. Parçalarımın çoğu art deco ve art nouveau. 1815-1940 arası. Bazı
parçalar çok eski materyallerden bu dönemde yapılmış. Eğer bir konuda çok fazla
obje toplayabilirsem, belki bir gün müze açarım.
─ Para ve izin sorun olmasaydı neye sahip olmak isterdin, hadi söyle bre!
─ Topkapı’daki elmaslara, Çar Nicholas ve Kraliçe Elizabeth’in mücevherlerine
ve Dolmabahçe’deki her şeye... O kadar güzeller ki! Siz Türkler çok şanslı bir
milletsiniz...
Bu Yunanlı işadamı ve
kuzeni sahip olduklarını öyle doyumsamışlar, öyle güzel bir enerjiler var, İstanbul’u
öyle seviyorlar ve ikisi de öyle arkadaş canlısı ki bir daha buluşmak için söz
istiyorum ve bir daha ki sefere kadar allahaısmarladık demek zor geliyor
hepimize…
Yazı Ve Fotoğraf
Mehpare Sözener