
Bursa,
binlerce yıldır; eski ismiyle Keşiş Dağı, yeni ismiyle Uludağ’ın eteklerinde,
savaş ve barış dönemleri için en korunaklı, tabiatının ve coğrafyasının
güzelliği ile insanlar için en elverişli yerleşim yerlerinden biri olmuştur. Osmanlıların
kuruluşundan sonra ilk fethedilen yerlerden biri olmuş, fetihten sonra
payitahtın merkezi olmuş ve başkent buraya taşınmıştır.
Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle bir başkent daima başkenttir. Bursa, bugün nüfus
bakımından ülkemizin en büyük 4. Şehri konumundadır. Ülkemizin en güzel
yerlerinden biri olan bu şehir hem il merkezi hem de ilçeleriyle tarihî ve
turistik açıdan mutlaka gezi güzergâhlarının arasında yer almalıdır. Coğrafi
güzelliklerini, gezmek isteyenlerin kendilerinin görmeleri için bırakıp sözü
fazla uzatmadan, tarihî güzelliklerini tanıtıp görmek isteyenler için bir merak
uyandırmak maksadıyla şehrin tarihî bir mekânının tanıtımına geçmek istiyoruz:
Bursa Ulu Camii.
Bursa
Ulu Camii veya diğer adıyla Camii Kebir, belki de hakkında en çok efsane ve
menkıbe anlatılan camidir. Hakkında anlatılan efsaneler caminin inşa edilme
niyetiyle başlar. O zaman yapım aşamasındakilerle birlikte caminin efsanelerine
de değinerek camimizi anlatmaya başlayabiliriz.
Caminin
inşa sebebi olarak anlatılan efsaneye göre dönemin padişahı olan Yıldırım
Bayezid, Rivayete göre Sultan Bayezid, Niğbolu Zaferi öncesinde savaşı kazanırsa
20 cami yaptıracağına dair adak adamıştı. Zaferden sonra damadı 1396’da
Niğbolu’da Avrupa’nın en güçlü şövalyelerinden müteşekkil Haçlı Ordusunu yendikten
sonra dönemin alimlerinden ve aynı zamanda damadı olan Emir Sultan 20 cami
yerine 20 kubbeli tek bir cami yaptırmasının daha uygun olacağını ve adağını
yerine getirmiş sayılacağını söylemiştir. Bu efsanenin doğru olma ihtimali
zayıftır. Çünkü bir büyük zafer kazanmış hükümdar ve aynı zamanda devlet
başkanının, ülkesi ve onun payitahtı için zamanına damgasını vuracak büyük ve
ihtişamlı bir eser vermesi âdettendi. Yıldırım Bayezid de aynı yolu takip etmiş
olmalıdır.
Caminin
yeri konusu araştırılırken, Emir Sultan Hazretlerinin, “Rüyamda Resulullah(SAV)
bana caminin yerini gösterdi, camiyi oraya yapacağız!” dediği ve caminin bugünkü,
Uludağ’ın eteklerinde yüksekçe bir yerde bulunan bugünkü yerini gösterdiği
rivayet edilmektedir.
Camii
hakkındaki efsaneler bununla bitmez. Caminin yeri tespit edildikten sonra söz
konusu arsa üzerinde evi ve bahçesi olanların mülkleri ya karşılıklarının
fazlasıyla satın alınır ya da benzer yerlerden benzeri mülkler verilir. Ancak
bir rivayete göre bir yaşlı kadın caminin yapılacağı yerdeki evini vermek
istemez, vezirler, hatta bizzat sultan kadının ayağına gider, ikna etmeye
çalışırlar. Fakat yaşlı kadının kararından dönmez. Sonuçta İslam hukukuna uygun
şekilde davranmışlar arsayı zorla almamışlardır. Ancak camii yine de belirlenen
yere mimar Muhammed Ali Neccar 1396-1399 yılları arasında yaptırılmış, yaşlı kadın
evi ise ölünceye kadar caminin tam ortasında kalmıştır. Daha sonra o yer
mirasçılarından satın alınsa da o kısmın ibadet yeri olmasını istenmemiş ve bu
alan 1630 yılına kadar boş bırakılmıştır. Bir diğer rivayete göre ise önceleri
evini vermek istemeyen yaşlı kadının, gördüğü bir rüya üzerine evini
bağışladığı ve verilen ücreti de iade ettiği yönündedir. Selçuklu dönemi
eserlerinde mesela Konya/Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde de caminin tam ortasına
gelen alanda, caminin nemlendirilmesi için bir “kar kuyusu” açılması, aynen Ulu
Cami’deki gibi üstünün açık bırakılması, Emir Sultan Camii’nde de belki de
eskiden şadırvan olarak kullanılan bugün bir havuzun olması da, evin verilmemesi
gibi bir rivayet vuku bulmuşsa bile ikinci rivayetin daha doğru olduğu ve bu
şadırvanın bir mimari tercih olduğuna dair deliller arasında sayılabilir.
Camiyle
ilgili diğer efsaneler arasında ilk hutbe ve namaz kıldırmak üzere Yıldırım
Bayezid’in damadı Emir Sultan’ı seçtiği, ancak Emir Sultan’ın ise sırrına vakıf
olduğu kendini halktan gizleyen evliyalardan olan Somuncu Baba’yı bu iş için
ehil gördüğü, Somuncu Baba’nın “Bizi fâş(açık) ettin, artık bize yol göründü!”
diyerek Emir Sultan’a sitem ettiği, ilk hutbesinde Fatiha Suresi’ni, her biri
daha üst derecedekilerin anlayabileceği şekilde 7 farklı şekilde tefsir ettiği,
camiden çıkarken ona hürmet etmek isteyen halk tarafından 3 kapıda aynı anda
göründüğü de bulunmaktadır.
Yine
rivayetlere göre Ulu Camii, Müslümanlar için en önemli 5 ibadethane arasında
yer alır. Diğer dördü ise şunlardır: Mekke'de Kabe, Medine'de Mescid-i Nebevi,
Kudüs'te Mescid-i Aksa, Şam'da Emevi Ulu Cami.
Günümüze
gelecek olursak; cami yaklaşık 4000 m2lik bir alan üzerine inşa
edilmiştir ve güney cephesinde, biri Yıldırım Bayezid, diğeri Çelebi Mehmet
tarafından zamanında yapılmış 2 minaresi bulunmaktadır. Camii oldukça yüksek,
geniş ve ferahtır. İçinde aynı anda 5000 kişi namaz kılabilmektedir. Caminin günün
her saatinde ziyaretçileri mevcuttur.
Bursa
Ulu Camii, Osmanlı mimarisine geçişi de temsil eden çok kubbeli camilerin ilki
olması açısından mimari anlamda da oldukça önemlidir.
Caminin
ortasında yer alan ve suyu Uludağ’dan getirilen bugünkü şadırvan İstanbul'dan
sürgün gelen Çelebizade Abdülaziz tarafından 1630 yılında, yaptırılmıştır.
Şadırvanın yapılırken de esere diğer eserlerin bazısında olduğu gibi çeşitli
manalar yüklenmiş, mesela şadırvan için suyu 33 yerden akıtan lüleler konmuştur
ve bunlar adeta bir tesbihat oluşturmuşlardır. Mühendislik açısından şadırvanın
üstündeki açıklık hem caminin aydınlatılması hem de caminin temiz hava
sikülasyonu için mükemmel konumda bulunmaktadır. Şadırvan’ın üstünün önceleri
açık olduğu sonraları ise bir camekânla kapatıldığı belirtilmektedir.
Şadırvanın yanında bulunan sütunda bulunan su ile ilgili “Kâle’l-lâhu
Melikü’s-Settâr: Cennât’ün-Tecrî min Tahtihe’l-enhâr(Maide/85). (Melik ve
Settar olan Allah buyurdu ki; (size) altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları
cennetler var)” şeklindeki hat dikkat çekmektedir.
Ulu
Cami’nin içinde 192 farklı, en usta hattatların elinden çıktığı söylenen hat
sanatının çok güzel örnekleri olan ayet-i kerimeler, esmalar, dualar ve hadis i
şerifler bulunmaktadır. Camii içinde çok miktarda, metnin yansıması/aynadaki
görüntüsü şeklinde Müsenna tarzı hat istifleme örneği bulunmaktadır. Camideki
hat örneklerinin hepsinde ayrı bir sır olduğu söylenmekte ise de en çok, vav
harfinin bulunduğu sanat örnekleri efsanelere ve gizli anlamlara konu olmuştur.
Ana
giriş kapısının sağında bulunan, vav harflerinin daire şeklinde istiflendiği
hattın sırrının hâlâ çözülemediği söylenmektedir.
Tek vav
harfinin bulunduğu ve ucunda lale motifi bulunan hat sanatı için anlatılan
efsane şöyledir: Cami yapımında çalışan işçilere her gün ekmek dağıtan Somuncu
Baba, camii tamamlandıktan sonra bir gün Hızır Aleyhisselam’ın camide namaz
kıldığını fark eder. Hızır(AS)’ın yanına giderek, naz makamında, ondan her gün
bu camide namaz kılmasını, aksi hâlde orada olanlara kendisinin Hızır olduğunu
söyleyeceğini ifade eder. Hızır da bu isteği kabul eder. O günden sonra
Hızır(AS)’ın günün herhangi bir vaktinde bu vav hattının altında namaz kıldığına
inanılmaktadır.
İç içe
geçmiş vav harfinin bulunduğu kûfî ve sülüs yazı karışımı hat örneğinde ise
Münafikûn Suresi 8. âyetin bir kısmı yer almaktadır: “ve li’llahi’l-izzetu
ve lirasûlihî ve li’l-mu'minîne ve lâkinne’l-munafikîne lâ
ya'lemûn (Halbuki asıl güç ve izzet Allah’ındır, resulünündür, müminlerindir; fakat
münafıklar bunu bilmezler!)”. Burada Allah’ı temsil eden vav en büyük,
rasülü temsil eden onun küçüğü olarak kucağında, müminleri temsil eden vav onun
kucağında iç içe yazılmış ancak “münafık” kelimesi bunların dışına çıkarılarak
yazılmış, böylelikle hatta, münafıkların İslam dairesinin içinde görünürken
aslında dışında olduğu anlamı yüklenmiştir.
Ulu
Cami’nin doğu kapısı tarafında yüksekçe bir yere asılan ve bir camekânla
korunan siyah örtü Kâbe kapısının örtülüdür. Mısır seferiyle Halifelik makamına
geçen Yavuz Sultan Selim, Kâbe’nin örtüsünü yenisiyle değiştirmiş, eski örtüyü
ise Bursa'ya getirtip Ulu Cami'ye hediye etmiştir. Saf altın iplik ile üzerine
ayetler işlenmiş olan örtü yüzyıllar boyunca kararmadan kalmıştır. Zamanla
caminin rutubet alması üzerine işlemeleri dökülmüş olduğundan günümüzde ayetler
parlak ışık altında görülebilmektedir.
Ulu
Cami'nin minberi de İslam sanatının şaheserlerindendir. Ceviz ağacından
yapılmış ve siyah renge boyanmış olan minber, dünyanın en güzel, en ince
işlenmiş, benzersiz sanat eserleri arasındadır. Muhteşem minberin ustası Hacı
Muhammed bin Abdülaziz, Kur'an-ı Kerim'deki ayet sayısına karşılık gelen 6 bin 236
adet parçayı geometrik şekilde oymuş, bunları kündekârî tekniğini kullanarak
tutkal ve çivi kullanmadan bir araya getirerek minberi yapmıştır. Minberin her
iki yüzü simetrik değil, farklı geometrik desenlerle inşa edilmiştir. Doğu
yönündeki geometrik işlemelerin güneş ve etrafındaki gezegenleri simgelediği,
aralarındaki uzaklıkları gerçek uzantıları ile orantılı olduğu, batı yönündeki
işlemelerin ise galaksi sistemini simgelediği ifade edilmektedir. Minber aynı
zamanda desenler açısından Selçuklu üslubundan Osmanlı üslubuna geçişi de
temsil etmektedir. Ziyaretçilerin minbere zarar vermesini engellemek amacıyla
bugün cam çerçeve içerisinde koruma altına alınmıştır.
Ulu Cami
yapıldıktan sonra deprem, yangın vb. sebeplerden dolayı hasar görmüş ve birkaç
defa restore edilmiştir. İlkinde Ankara savaşında Bayezid’e karşı galip gelen Timur,
sonrasında Karamanoğlu Mehmed Bey’in Bursa kuşatmasında (1413) cami, dış
cephelerine odun yığılarak yakılmaya çalışılmıştır. 1421 yılında tekrar ibadete
açılan caminin 1494 tarihli ilk tamir vesikasından başlayarak 1862 yılına kadar
23 tamir vesikası bulunmaktadır. Camiye sonradan ilaveler yapılmış, müezzin
mahfili 1549, taş vaiz kürsüsü 1815’te camiye eklenmiştir. 1855 yılındaki büyük
depremde caminin, batı minaresinin dibindeki kubbe ile mihrap önü kubbesi
dışında kalan on sekiz kubbesi çökmüş, yeniden inşa edilmiştir. 1889 yılında
çıkan bir yangında minarelerin ahşap olan külahları yanmış, sonrasında yanan
kısımlar kagir olarak yeniden yapılmıştır. 1958 Büyük Çarşı yangınında kuzey
avlusunun da yanmasından sonra 1960’larda yapılan restorasyonda önceki
yangınlardan kaynaklanan tahribatları kapatan sıvalar kazınmış, kuzey kapısı
aslına uygun olarak yenilenmiştir. En son restorasyon ise 2006 yılında
yapılmış, minber camla korumaya alınmış ancak minbere bilinçsizce zarar
verilmiştir.
Hem
Müslümanlar hem Bursa açısından oldukça önemli olan bu eserin kalbinde
nefeslenip, huşu içinde ibadet edebilmeniz duasıyla…
Yazı Ve Fotoğraf
Doç.Dr. Yusuf Sülükçü