Zatıâlinizin yokluğunda badiyeden
farksız bu diyarda münferit kalalı firak badi barid gibi sinemde esmekte. Fihalyegâne
virdim tez bir vuslat. Busemi izam ediyorum, kabul buyurunefendim.
Köşe Bucak gezmeyi, görmeyi ve okumayı
seven herkese uzun bir aradan sonra merhabalar efendim :)Immmm nasıl başlasam
bilemedim. Şöyle bir silkeneyim önce, hamlamışım yazmayalı;)Girişte yer alan
dizelerden anlaşıldığına göre mi, anlaşılmadığına göre mi desem ne desem
bilemedim ama bu yazımda, günümüzde mektup yazma alışkanlığının yok denecek
kadar azaldığına değinmek istedim. Tabi ki paralelinde posta pullarının
güzelliğine.
Eskiden ne çok şey biriktirirdik, pullar da
bunlardan biri. Bana sevgili babamdan bulaşan toplama hastalığını pullar
üzerinde değerlendirerek senelerdir sürdürüyorum. İlkokul yıllarında çevreden
biri yurtdışından gelmişse ilk iş yalvar yakar pul istemek olurdu. Artı
parantez (Her zaman böyle deliydim ve hala öyleyimmmmm ;) ) Mektup yazma
alışkanlığı o dönemlerde yoğun olduğundan, ülkemize ait pulları bulmak sorun
olmazdı.
Bir de mektup arkadaşlığı denen
bir şey vardı. Nasıl bağlantı kurardık, dergilerden mi acaba çok
hatırlamıyorum.İnanırmısınız benim halâ, ortaokuldan beri yazıştığım Mısır ve
Fransa’dan arkadaşım var. Mektupların ulaşması biraz uzun sürse de, cevap
beklemek çok heyecanlı yaaaaaaaaa. Hatta aramızda kalsın, ben kolu komşunun
mektuplarının üzerinden ince bir titizlikle pullarını çalardım, ne yapıyım ya
dedim ya deliyim diye, söz konusu pul olunca ;) İstesem verirlerdi şüphesiz ama
bunun da eğlencesi güzel.
Altın tas altın tarak
Gelemem yolum ırak
Aramızda deniz var
Mektup ile konuşsak.
Artık bugün mektup, bazen büyüklerimizin
özlemle andıkları ya da çekmecelerde sakladıkları nesneler konumunda. Şimdi
değil pulları, mektupları bulmak bile imkânsız. Özel günlerde özenle seçilip
gönderilen kartlar, şimdi tek tuşla gönderilen toplu mesajlara bıraktı yerini.
Artık pullu mektup dönemi kapandı
mı?Diye bir ampul yanabilir zihinlerde. Anadolu insanı, yüreğinin yanıklığını
duyurmak için sözcükler yetmiyormuş gibi, kâğıdın bir yerini dağlayarak acısını
belli ederken, mektup, daha etkili bir anlam kazanırdı. Belki hapishaneden, askerden
gönderilen ‘Görülmüştür’ damgalı mektuplar, satırları arasındaki söylenmemiş
sözleri sezmemizi isterken, bir başka türlü etkilerdi bekleyenlerini. Bilgisayarla
iletişimin kolaylığına kapıldıktan sonra zarfa konan mektupların ‘mahremiyet’i
de kalmadı. Oysa o gizlilikte, iç dünyamızdan el yazımıza geçen bir büyü de
vardı. İçimizdeki duraksamaları, duyarlılıkları sezdirmek, açıkça söylemenin
bezdirici etkisinden çekinerek, iç gerçekleri dolaylı anlatımla dokundurmak,
bir mektubun gizliliğinde yaşardı.
Mektup deyince birden e-postayı
hatırlıyorum, ne yazık... Mektup öldü, yaşasın e-posta demeli miyim? Hayır.
Bilgisayardaki e-postalar bence haberleşmenin ‘fast-food’u. Bırakın mektubun
içinde yazılanları, mektubun kâğıdı, mürekkebi bile yazan kişi hakkında fikir
vermeye yeterliydi. Yazısının güzelliğini, çirkinliğini, kullandığı kalemi,
kalitesini bilirdik.
Peki, e-postadan öte cep
telefonlarına ne demeli? O da mı mektubu yok etti? Eskiden, mektup alamıyoruz
sözü, gidenden haber alınmadığının tek cümlelik özetiydi. Şimdilerde çevrim içi
oldu bana yazmadı, kime yazıyor acaba takıntıları başladı. Ya da gelen giden
kutusundaki gereksiz e postaları boşaltmak için ayrı bir zaman çarçuruna
girildi. Ne güzeldi eskiden alınan mektupların istiflenip ahşap kutularda
saklanması, tekrar tekrar açılıp okunması, sevinçten ya da hüzünden de olsa
gözlerin dolması…
Skolastik felsefenin ünlü
filozofu Herakleitos;”Bir nehirde iki kez yıkanılmaz.” der. Zaman da bir nehir
gibidir. Kendiliğinden değişir.Zamanı durdurmak elimizde olmadığına göre
mektuptaki değişimin de değişmesinidurdurmak zor.
Siniden su akıtma
Beni yola baktırma
Mektup yazar yollarım
Ecnebiye okutma. ;)
Peki, bir sembolün canlılığını,
hatta yüceliğini temsil eden, bir bakıma her ulus için birer elçi olan aynı
zamanda temsil ettikleri ülkenin kültürüne, güzel sanatlarına, ekonomisine,
tarihi olaylarına ve geleneklerine tanıklık eden, kenarındaki danteli andıran
şekliyle, eski büyüklerin elinden çıkmış el emeği göz nuru örtüler gibi, mektup
zarfını süsleyen posta pulunun çıkışı hangi tarihlere dayanır.
Dünyanın ilk posta pulu 06 Mayıs
1840 tarihinde Penny Black RowlandHill isimli bir İngiliz Aristokrat tarafından
yapılmış ve bu eşsiz buluşundan ötürü kraliçe tarafından “Sir” unvanıyla
onurlandırılmış. Türkiye’de ise Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1 Ocak 1863
tarihinde basılmış. Çıkaran kişi aslen bir gazeteci olan, dönemin posta Amire
Nazır’ı Agâh Afendi.
Posta pulları ilk planda posta ücretlerinin ödenmesi için bastırılmış.
Ancak bugün ki durumu incelenecek olursa, posta pullarının yalnız posta
ücretinin ödenmesi için değil, aynı zamanda koleksiyonculuk amacıyla da
basılmakta olduğu görülür. Pul çok farklı bir dünya, nasıl anlatsam Köşe Bucak
Dünya gibi. Bazen bir yerlere gitmek istersiniz çok uzaktır ya da imkân yoktur
vs… Ben öyle durumlarda geçiyorum köşe koltuğuma, bir kupa kahvemle açıyorum
defterler dolusu pullarımı başlıyorum gezmeye. Canım nereye isterse, hangi saat
olursa olsun, vize yok, bagaj bekleme yok, bazen kapıyorum gözlerimi bir
bakmışım Londra’da Big Ben Saat Kulesi’ndeyim, ardından başka bir sayfada Mısır
firavunu ile satranç turnuvasında, ardından İdolüm Salvador Dali ile İspanya’da
bir sangreya eşliğinde doyumsuz bir sanat sohbeti, Ohhhmisss;)Özenle toplanan,
sıralanan ve incelenen pullar, insanı gittikçe saran bir ilgi uyandırmakta ve
hayal dünyasını zenginleştirmektedir. Pul biriktirmenin sadece bir eğlence
aracı ve çocukça bir merak sayıldığı zamanlar geride kaldı. Pul artık dünyanın
en popüler koleksiyonculuğu sınıfa girmiştir. Ayrıca bu işin meraklıları
dünyanın her yerinde kurdukları dernekler ve kulüpler aracılığıyla
buluşuyorlar, değiş-tokuş yapıyor, sergiler, müzayedeler düzenliyorlar.
Posta pulları, bir ülkenin
turistik, ekonomik, kültürel ve yaşamsal düzeyini göstermesi açısından önem
taşır. Ayrıca bağımsızlığın sembolüdür, her nasıl bağımsız bir ülkenin,
bayrağı, parası, dili varsa pul bulunması da, bir ülkenin bağımsızlığının en
büyük sembolüdür. Günümüzde posta gönderilerinde pul kullanımı, neredeyse
tamamen sona ermiştir. Pulculuk, yalnızca resmi pullar ve koleksiyonerler
tarafından toplanan pullar şeklinde gelişmektedir. Hatta geliştiği de çok fazla
söylenemez. Çünkü yeni nesillerin, pul ve pul koleksiyonculuğuna karşı
gerekli ilgileri yok denecek kadar az maalesef.
Maninin başı mısın
Cevahir taşı mısın
Sana bir mektup versem
Koynunda taşır mısın.
Koleksiyon demişken, pul
koleksiyonu yapanlara “Filatelist” denilmektedir. Bu kelime 1865 yılında,
Fransız Herpin tarafından kullanılmaya başlanmıştır. “Filateli” kelimesi
Yunanca sevgi anlamına gelen “Philos” ve vergi anlamına gelen “Atelia”
kelimelerinden türetilmiştir. Daha bir sürü detayı var ama çayım soğumak üzere,
yalnız birkaç tane de pul koleksiyonculuğu ile ilgili detay vereyim bitirmeden
;)
Öncelikle koleksiyona konulacak
pulların sağlam olması en önemli şart. Yırtık, buruşuk, dantelleri zedelenmiş,
lekeli, kirli pullara yan gözle bile bakılmıyor. Eğer pul damgalıysa, pulun
damgası temiz ve okunaklı olmalı, aksi takdirde kusurlu olarak nitelendirilir.
Olayı ileri boyutlara taşımış ve artık kitap kitap pul arşivine sahipseniz,
albümlerinizi üst üste değil dikey olarak raflarınıza dizin. Ayda en az bir
defa sayfa sayfa açılarak havalandırmalı, nemini, tozunu temizlemelisiniz. Pul
toplamak liseli gençler gibi defter arasında çiçek kurutmaya benzemiyor yani.:)
Pullarınızı yerleştirirken aralarında 5 mm kadar mesafe bırakırsanız iyi olur.
Topladığınız pullara ne kadar temas etmezseniz bir o kadar iyi, temizliği
açısından ön ve arka taraflarında parmak izi vs. gibi izler olmaması açısından
maşa kullanılmalı.Eğer elde ettiğiniz pul bir zarf üzerindeyse, bir zamanlar
benim acemilik yıllarımda yaptığım gibi zarftan pulu kesip çıkartmayın. Pulun
yapışık olduğu kâğıt zarfı su dolu bir kaba koyun ve birbirlerinden
ayrılmalarını bekleyin. Daha sonra maşa ile tutarak, zamklı kısmı üste gelecek
şekilde kurutulmaya bırakın. Yalnız pul iyice kurumadan bir kitap arasına koyup
kurutun. Ara sıra da olsa bir zarfı şöyleeeee dilinizle ıslayıp kapatmanın
tadına varın derim ben.
Bu arada Beyoğlu’nun ara
sokaklarına yolunuz düşerse 1944 ten beri sürdürüle gelen Filateli Pul
Galerisi’nin sahibi ton tok Erol amcamızın çayını için mutlaka. Ve yanında
lokum niyetine içerdeki eski pul kokusunu içinize çekmeyi unutmayın.
Bir türkü ne derdi:
‘Bir ah çeksem karşıki dağlar
yıkılır
Bugün posta günü canım sıkılır’
Hiç kimsenin sevdiklerinden haber
bekleyip de alamadığı için, canının sıkılmaması ve Dünya’yı Köşe Bucak görmeniz
dileğiyle...
Yazı Ve Fotoğraf
Derya Uzun Davulcu