
Bozkırda yaşamanın bana verdiği bir his sanırım, yeşil ve mavi benim için hep çok özeldir. Bu yüzden yılda birkaç kez gitmeye çalıştığım yerlerden biridir Eğirdir. Çünkü yeşil ve mavi konusunda oldukça cömert bir yer.
Turumuz sabahın ilk ışıklarıyla başladı. Konya’ya yakın olduğu için de güzel keyifli bir yolculuk geçirdik. Rehberimizin anlatımlarıyla daha da güzelleşti. Eğirdir’e giriş yaptıktan sonra bariyerlerden görülen ilk mavilik, sizi de heyecanlandırmıyor mu? Benim en sevdiğim hislerden birisi.
Eğirdir’e ulaştıktan hemen sonra bol virajlı yollardan geçip tepedeki büyüleyici sessizliğe ulaşıyoruz. Benim gibi gezi kolikler iyi bilirler, muhteşem güzellikler her zaman bir yere gizlenir. Sizin oraya ulaşmanız için çaba sarf ettiğinizi görmek ister gibi. Akpınar Tepesi de bunlardan bir tanesi. Buraya üçüncü gelişim. Buraya her geldiğimde “Isparta’da olsaydım muhakkak her sabah bu güzel manzaraya uyanırdım.” diyorum. Eğirdir Gölü’nün huzuru ruhumuzu dinlendirirken, Yörük Çadırı’nın leziz köy kahvaltısı da damağımızı şenlendirdi. Bir de fotoğraf çekmek için ışık mükemmel. Daha ne olsun ayol. Kahvaltıyı kısa, fotoğraf seansını uzun tutarsanız buradan çok daha mutlu ayrılırsınız.
Saatler öğleye doğru yaklaşırken Eğirdir’in merkezine inip küçük bir Eğirdir Turu yaptık. Yeşilada’nın en uç noktasına geldiğimizde ise bir kısmımız küçük teknelerle göl turu yaparken, bir kısmımız rehberimizin anlatımlarını dinledi. Ben rehberle kalanlardandım. Daha önceki gelişlerimde tekne turu yapmıştım çünkü. Eğirdir Gölü’nün farklı bir havası var. Sanki deniz olacakmış da yanlışlıkla göle evrilmiş gibi. Akdeniz mavisinin güzelliğini üstünde taşıyor. Müthiş bir güzelliği var. Rehberimizin bilgilendirmesine göre de Selçuklular buraya ‘’Cennetabad’’ ismini vermişler. Gerçekten cennet gibi bir yer.
Benim gözümde adaların hep başka bir havası vardır. Sanki şehirler yetişkin, adalar hep çocukmuş gibi. Bu yüzden adada uzun yürüyüşlere bayılırım. Rehberimiz eşliğinde yürümek ise bu müthiş tarihî dokunun farkında olmamıza neden oluyor. Bizi ilk karşılayan Aya Stefanos Kilisesi. 19. yy.da inşa edilmiş küçük bir Rum Ortodoks Kilisesi. Hiç bir amaçla kullanılmayan boş bir kilise. Ada halkının söylediğine göre Eylül ayında belediye burada bir müzik resitali yapmış. Ama bunun için de çok küçük. Kapısında asma kilit olduğu için içini göremedik ve yolumuza devam ettik. Büyük bir ahşap kapıdan geçip bir avluya girdik. Dündar Bey Medresesi avlusu burası. Küçük bir avlusu var. Hızır Bey Camii ile sırt sırta. Buradaki en görkemli yapı olduğunu söyleyebilirim. Burayı özel kılan ise kesinlikle “Taç Kapı” süslemeleri. İslam mimarisin izlerini bu güzel işlemelerle yansıtıyor.14. yy. Hamidoğulları Beyi Dündar Bey tarafından yaptırılmış bir taş medrese. Aynı avluda Hızır Bey Camii’yle birlikte konumlanmışlar. Hızır Bey Camii, küçük şirin bir camii. Cami damında biriken karları atmak için içerde bir kar kuyusu var. Bu yüzden de damın bir bölümü açık bırakılmış. 1800’lü yıllarda çıkan bir yangında yanmış fakat eskisine uygun bir biçimde yeniden inşa edilmiş. Minaresinin Dündar Bey Medresesi ile ortak olması bu camiyi farklı kılan bir özellik.
Bu şirin adayı bitirip otobüsle Yazılı Kanyon’a geçiyoruz. Yani doğaya biraz daha yaklaşıyoruz. Uzun ve sıkıcı bir yolculuk olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Neyse ki rehberimizin sesi güzeldi de bu uzun ve kıvrımlı yollar katlanılabilir hâle geldi. Kanyona geldik. Buradaki en sevdiğim şey telefonlarımız asla çekmiyor. Gerçekten doğayla baş başayız. Ruhunuz doğa SOS’u veriyorsa mutlaka görmeniz gereken bir yer. Ülkemizin gizli kalmış turizm değerlerinden yalnızca bir tanesi. Çok fazla hayvan çeşitliliğine sahip olduğunu sesleri ayırt edemeyerek anlıyorsunuz. Kanyon kenarında küçük bir restoran var. Güzel şirin bir yer. Normalde alabalık tercih etmememe rağmen buranınki gerçekten leziz. Taze ve baharatları tam ayarında. Yemekten sonra rehberimizle uzun bir yürüyüşe çıktık. Burası fantastik bir patika gibi. Her beş adımda fotoğraf molası vermemizin sebebi tam olarak bu. Çeşit çeşit ağaçlar ve su sesi. Yürüyüş sonunda bir yazıt var. Ünlü Yunan filozofu Epiktetos tarafından yazılmış, hür insan üzerine. Bunun için bundan daha iyi bir yer seçilemezdi. Ben bile 21. Yy.da burada kendimi gerçekten özgür hissediyorum.İlk dizesi şöyle;
Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek:
Hür kişi sadece karakterinde hür olan kişidir
Kişi hürriyetinin ölçüsü bizzat kendi doğasında bulunur
Ve kararında içtenlikliyse hür kişi,
Yüreğinde ise dürüstlüğü, işte bunlar asil yapar kişiyi.
Teşekkürler Epiktetos. Roma’da köle olduğun günlere üzülüp seni saygıyla andık.
Sıra geldi son durağımız olan Kovada Gölü’ne. Burada gerçekten yeşilin her tonunun olduğuna yemin edebilirim. Öncelikle burası birinci derece sit alanı. Gayet güzel korunmuş. Çevresi kızılçam, meşe ve çınar ağaçlarıyla kuşatılmış çok sakin bir göl. Rehberimiz 153 çeşit su kuşu barındırdığından bahsetti. Düşünebiliyor musunuz, yüz elli üç!.. Ağaçlarla kaplı dar yollardan bu kuş sesleriyle geçip göle ulaşıyorsunuz. Ahşap iskele üzerinde etrafa bakıp büyüleniyorsunuz. Mükemmel gerçekten. Gölün içerisinde bir de müze var. İçi doldurulmuş hayvanlar sergileniyor. Burası son durağımız artık, Konya’ya doğru yola çıkabiliriz. Siz de böyle bir gün geçirmek isterseniz Gezipero ailesine bekleriz. Hoşça kalın.
Yazı Ve Fotoğraf
Nur Nazıyok - Mustafa Çakmakçı