
Nereden
başlasam bilemedim ki! Ressam kimliğinden mi? Gerçeküstücülüğünden mi? Dadacılığından
mı? Sürrealizmciliğinden ya da kübist yönünden mi? Bilime düşkünlüğünden mi?
Çılgın düşüncelerinden mi? Film yapımcılığından mı? Belleğinin azminden mi?
Hayatının ilham kaynağı eşi Gala’sından mı? Bir de çok yazıyorsun diyorlar, e
yazılıyor yazdıkça ne yapabilirim tutamıyor kendini insan. Aslında aramızda
kalsın nerden başlayacağımı bulma konusundaki tereddütümün bir diğer sebebi de
yazı işleri müdürümüz, yazdığım her satırda derya kısa tutmaya çalış, diğer konulara
da yer kalsın sözleri kulaklarımda çınlıyor sanki :)
Neyse efendim
şöyle söyleyeyim, öyle bir insandan bahsedeceğim ki bu yazımda
onun, deli mi? Yoksa dahi mi? Olduğuna bir türlü karar veremeyeceksiniz.
Asıl ismi, “Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí Domènech” olan
Salvador Dali 1904-1989 yılları arasında yaşamış Katalan (İspanyol) sürrealist
bir ressamdır. Dali hayatı boyunca, sanatıyla olduğu
kadar eksantrik giyimi, davranışları ve sözleriyle dikkat çekmiş, bu durum kimi
zaman, onun sanatını takdir edenleri de etmeyenler kadar usandırmıştır. Bu
davranışların getirdiği kötü şöhret, Dali'nin geniş kesimlerce tanınmasını
sağlamış ve eserlerine duyulan ilgiyi arttırmıştır.
Salvador Dali 1904’de
Figueres’de dünyaya gelmiş. Ona birkaç ay önce ölen ağabeyinin adı verilmiş.
Bütün çocukluğu boyunca abisinin mezarına yaptıkları sık ziyaretler Dali’nin
kimlik karmaşası yaşamasına sebep olmuş. Dali hiç tanımadığı ağabeyi
hakkında "biz iki yağmur damlası gibi birbirimize benziyorduk, fakat
yansımalarımız farklıydı. Ölen abim bir yanıyla benim mutlak gerçeğimdi”demiştir.
Evin
tek erkek evladı olduğundan biraz kaprisli ve şımarık bir çocukmuş. Dali'nin babası, sert ve otoriter karakterli bir noterdi. Annesi ise tam
tersine sevecen ve anlayışlıydı ve oğlunun resim konusundaki çabalarına destek
veriyordu. 1914’de annesinin desteğiyle resim kursuna yazılmış ve
yıllar sonra onun müzesi olacak Figueres Belediye
Tiyatrosu'nda ilk sergisini açmıştır. Şubat 1921'de ise çok sevdiği annesini meme kanserinden kaybetti.
Annesinin ölümü hakkında "hayatımda aldığım en büyük darbeydi. Ona
tapardım, ruhumun kaçınılmaz kusurlarını görünmez kılabilmesine hep güvendiğim
bir varlığın kaybını kabullenemiyordum." şeklinde bahsetmiştir. Madrid’de
eğitim aldığı dönemde Kübizm ve Dadaizm akımlarından etkilenmiştir. Paris’de
Picasso ile tanışmış ve bu uzun dönem resimlerinde büyük izler bırakmış.
1934’de evlendiği Rus asılı eşi Gala hayatının geri kalanında onun en büyük
ilham kaynağı olmuş. Çılgın ressam 1989 yılında kalp yetmezliğinden ölmüş.
1922'de Madrid'e taşınan
ve buradaki okula yazılan Dali, ilk eserlerinde Kübizm ve Dadaizm etkileri
gösterdi. Fransa ve İsviçre kökenli
olan bu yeni akımlar, o sıralar Madrid'de pek yaygın değildi ve Dali'nin
eserleri kısa sürede ilgi çekmeye başladı. Ne var ki, alışılmamış davranışları,
kimsenin giydiğine benzemeyen giysileri ve kuralları hiçe sayan resimleriyle
okul çevresinde tepkiyle karşılandı. 1925'te sınavlarda başarı sağlayamayınca
okuldan atıldı. Dali, Madrid'de film yönetmeni Luis Bunuel ile birlikte Bir
Endülüs Köpeği (Un Chien Andalou-1928) adlı filmi yaptı.
Aynı yıl ikinci kez
Paris'e giden Dali, burada ressam Joan Miró aracılığıyla sürrealist akımın öncüleri André Breton ve Paul Éluard ile tanıştı. Éluard'ın karısı Gala (asıl ismi Helena İvanovna Diakonova),
tanıştıkları andan itibaren Dali'nin ilgisini çekti ve 1929 yazında Dali ile
Gala arasında, sonradan evliliğe dönüşecek olan tutkulu bir ilişki başladı.
Dali kılı kırk yaran
titiz bir ustaydı. Kullandığı fırça ve boyalarla resimlerine ipek gibi bir görünüm
kazandırıyordu. Ona göre bunlar "elle yapılmış düş fotoğraflarıydı”. Ünü
de kendi geliştirdiği bu özel üsluptan kaynaklanır.
Dali'nin tabloları
düşlerden ve imgelemlerden doğan görüntülerle doludur. Bunlar gerçeküstü,
içinde yaşadığımız dünyadan değişik bir dünya yaratır. New York Modern Sanat
Müzesi'nde sergilenen Belleğin Israrı (1931) adlı tablosunda saatler sanki
balmumundan yapılmış da erimiş gibi durur. Başka tablolarında da telefonlar,
koltuk değnekleri, çekmeceler, kol ve bacaklar yumuşak, bükülebilir, kolayca
biçimlendirilebilir bir görünümdedir.
Salvador Dali 6 yaşında aşçı olmak
istiyordu, 7 yaşına geldiğinde aklını Napolyon’la bozmuştu. Napolyon gibi olmak
istiyordu. Gitgide daha hırslı oldu, hırsı arttıkça kendine beğenmişliği de
arttı, artık sadece Salvador Dali olmak istiyordu. Yazımın başında da söyledim ama
özünde tuhaflık var, bir anı bir anına daha çocukken uymuyormuş baksanıza :)
ilk resimlerini de bu erken yıllarda yapmış. 10 yaşındayken izlenimcileri, 14
yaşındayken 19.yy akademik ressamlarını keşfetti, 24 yaşına geldiğinde artık
Dali olmuştu. Ona İspanyolca El Salvador “Kurtarıcı” adını takmışlardı. Çünkü
Dali’ye göre resim sanatını soyut resim, akademik, gerçeküstücülük, dadacılık
ve bütün öteki karmaşıklıkların yarattığı ölüm tehlikesinden kurtarması alnında
yazılıydı.
Birazda gezdireyim sizleri,
çok konuştum gene yaaa:( Dali Müzesi, Salvador Dali’nin doğduğu şehirde
kurulmuş. 1960 yılında Figueres belediye başkanı harap haldeki belediye
tiyatrosunu Dali Müzesi olarak restore etmiş. Salvador Dali yenileme
çalışmalarına bizzat katılmış. Tüm müzeyi kendisi tasarlamış. Müze son haline
ancak 1980 yıllarında gelebilmiş. Bu süreye kadar Dali ufak değişiklikler
yapmış. Dünyanın en büyük Dali Koleksiyonu’na sahip müzeye sanatçının en büyük
yapıtı demek de mümkün. Müzede, Dali’nin tasarladığı ve boyama, çizim, yontma,
hologram, stereoskopi, fotoğrafçılık vb. tekniklerle yapılmış 4 binden fazla
eseri bulunuyor. Müzedeki eserler kadar müzenin kendisi de tam Dali’ye göre.
Binanın çatısında yumurtalar karşılıyor bizleri. Bu arada herkes önündekini
takip etsin çünkü içerde kaybolma riskiniz çok fazla, tam bir labirent başı
olan ama sonu bir türlü gelmek bilmeyen bir ev müzesi.
Müzenin girişinde yine
Dali’ce bir filozof heykeli var. Heykelin arkasında müzenin ön cephesinde eski
bir balık adam kostümü var. Bunun burada bulunuşunun ilginç bir hikâyesi var.
Dali davet edildiği toplantılara konferanslara enteresan kostümlerle katılmayı
seviyordu. 1936'da Londra'da düzenlenen Uluslararası Gerçeküstücülük Sergisi'nin
açılışına dalgıç giysileriyle gelmiş. Ancak hava alamadığı için
boğulma tehlikesi geçirmiş. Bu durum onu o kadar etkiliyor ki bu kostümü
müzesinin girişine koymaya karar veriyor. Dali,
1965'te yayımlanan Journald'ungenie Bir Dâhinin Günlüğü (1964) adlı yapıtında kendisini şu sözlerle
tanımladı; "Bir deliyle benim aramdaki tek fark, benim deli
olmayışımdır." Gelin de inan şimdi ;)
Müzeden içeri
girdiğinizde karşınıza ilk çıkan şey üzerinde büyük bir bereket heykeli duran
Cadillac. Arabanın arkasında, Dali’nin büyük aşkı Gala’ya ait olduğunu
öğrendiğimiz bir kayık direğin tepesine yerleştirilmiş. Arabanın da bir
özelliği var. Üzerindeki mekanizmaya 1€ attığınızda araba ağlamaya başlıyor.
Ama içinden:) Dali arabasının tavanına borular döşemiş. Para atınca içerde
yağmur yağmaya başlıyor. Hatta size bu
arabanın bir hikâyesini anlatmak istiyorum; bir gün dönemin önde gelen zengin
şahıslarından biri Dali’den İsa Heykeli istemiş. Dali, heykelin silikondan
kalıbını yapmış ve yardımcısından bu kalıbı alıp heykeli döktürdükten sonra
heykeli arabanın bagajına koyup getirmesini ve kalıbı heykeli döktüğü yerde
bırakmasını istemiş. Yardımcısı bu yaz sıcağında heykelin siyah olan arabanın
bagajında eriyeceğini söylese de Dali itiraz kabul etmemiş. Siparişi veren kişi
heykeli almaya geldiğinde arabanın bagajından İsa demeye bin şahidin bile
yetmeyeceği, sıcakta erimekten yamuk yumuk hale gelen bir heykel çıkmış. Şahıs
Dali’ye bunun ne olduğunu sormuş ve Dali’nin cevabı “Efendim bu İsa’nın ruhunun
bedeninden ayrılmış hali” demiş ve değerinden daha yüksek bir fiyata satmış :) Bu
olay kendisine sorulan; “gerçek bir Dali ile kopya bir Dali arasında ne fark
var?” sorusuna “1 milyon dolar fark var!” cevabını doğruluyor sanırım.
Taş duvarlarda açılan
nişlere yerleştirilmiş kadın figürleri, Oscar heykellerini sembolize ediyor.
Salvador Dali sinema filmi çekmiş bir yönetmen aynı zamanda. Walt Disney ile
beraber çektiği Destino adlı çizgi filmle, en iyi kısa animasyon Oscar’ına aday
olmuş. Ancak ödül alamamış. Dali de onlara içerleyip kendi Oscar ödülünü kendi
vermeye karar vermiş olsa gerek, müzesinin duvarlarına birkaç tane heykelcik
koymuş. Destino’nun kendisi ve hikâyesi de müzenin bir salonunda izlenebilir.
Dali’nin eserlerinde en
büyük ilham kaynağı sevgilisi Gala. Bütün resimlerde ondan izler var. Müzenin büyük avlusunda yer alan bir resme
yakından bakıldığında, bir kapıdan güneşe doğru ilerleyen çıplak bir kadın
görüyorsunuz. Bu sevgilisi Gala ve biraz uzaklaştığınızda resim bir Abraham
Lincoln portresine dönüşüyor. Yalnız şunu da belirtmeden geçemicem, resme
çıplak gözle bakarsanız bu söylediklerimin hiç birini göremezsiniz, objektife
ihtiyacınız var!
Müzenin bir odasında Dali’nin üç
boyutlu resimleri var. Bir ayna yardımıyla renkleri farklı iki aynı resmi bir
düzenek içine yerleştirmiş. Belirli bir açıdan baktığınızda tek bir resimde
öğelerin üç boyutlu olarak sıralandığını görüyorsunuz.
Müzenin en ilginç odalarından birinde
Mae West’in üç boyutlu portresi bulunuyor. Bu portrenin farkı, odanın tamamında
yer alan objelerden oluşması. Buraya girdiğinizde ilk gördüğünüz şeyler,
duvarda asılı iki büyük göz resmi, yerde duvarın hemen önünde deliklerinde
lambalar olan bir büyük burun, onun biraz önünde kırmızı kocaman bir dudak ve
onunda önünde bir deve silueti. Görünen şeylerin tek tek hiçbir anlamı yok diye
düşünebilirsiniz. Ancak duvarın karşısında 6-7 basamaklı platformu tırmanıp
oraya yerleştirilmiş vizörden baktığınızda tüm şeklilerin bir portre
oluşturduğunu görüyorsunuz. Salvador Dali hayran olduğu aktris Mae West’i bu
şekilde ölümsüzleştirmiş oluyor. Şaşkınlık içinde olduğunuzu görüyorum ama
yapabileceğim bir şey yok inanın, Dali bu yani :)
İkinci katta büyük salonun tavanında
yine bir Dali şaheseri var ki Dali ve Gala’nin göğe yükselişi resmedilmiş sanki.
Yatak odasında yer alan piton bacaklı yatağı ve hemen başucunda karnında cenin
olan bir bayan iskeleti yer alıyor. Bizde olduğu gibi normal bir yatak,
gardırop, komodin ve abajur klasiğini görmeyi beklemeyin. Bu odanın
çevresindeki küçük odacıklarda Dali’nin kullandığı mobilyalar sergileniyor.
Yalnız resimler değil Dali tarafından
tasarlanan heykeller, hologramlar, mücevherleri de müzede görmek mümkün.
Daha sayamadığım o kadar
çok şey var ki. Her resmin her eserin önünde dakikalarca durup izlemek istiyorsunuz.
Müzede bizlere adeta düşsel bir tiyatro atmosferi kurgulamış. Dali’ye bir gün “
gerçek Sürrealistlerle arasındaki farkın ne olduğu” sorulmuş, verdiği cevap;
tek farkının gerçek sürrealist olduğuymuş.
Bugün Dali'nin eserlerinin büyük çoğunluğu,
Figueres'de ki Dali Tiyatro ve Müzesi'nde bulunur. Florida’nın St. Petersburg
kentindeki Salvador Dali Müzesi, Madrid'deki Reina Sofia Müzesi ve Los Angeles
'ta ki Salvador Dali Galerisi de sanatçının yüzlerce eserini barındırır.
Dali öldükten sonra müzenin altına, kadınlar tuvaletinin yan tarafına gömülmeyi vasiyet etmiş, niye sormayın bende bilmiyorum ama Dali bu, merak uyandırmayı o anda bile elinden bırakmamış. Öldükten sonra da müzesinden ayrılamamış yani ;) O kadar farklı o kadar alışılmışın dışında şeyler var ki Dali dahi mi yoksa deli mi inanın karar veremiyorsunuz:)
Yazı Ve Fotoğraf
Derya UZUN