![](uploads/reklam/reklam.gif)
Münih
Franz Josef Strauss Havalimanı’na inmek üzereyim. Uçakta rehber kitabı
incelerken bugünü Dachau Ölüm Kampı’na ayırmaya karar verdim. Şehre adım atar
atmaz bir başka kente, hem de bir ölüm kampına giden ender kişilerden biri
olmalıyım. Tabi turlarla gelen ziyaretçileri saymazsak.
Almanya’nın Bavyera eyaletinde yer
alan Dachau kasabası Münih’e trenle yarım saatlik mesafede. Dachau, daha çok
Toplama Kampı ile tanınıyor olsa da bir sanatçı şehriymiş. Münih gibi Modern
Sanatın gelişmesine katkıda bulunan ilk sanatçı kolonilerinden biri. Sanatçıların
burayı tercih etmesinin sebebi ise tabiat güzelliği.
Kentin tarihi binaları arasında
yürümek oldukça keyifli. Bazı eski yapıların üzerinde bilgi içeren plaketlere
rastlıyorum. Günübirlik bir gezi olacağından zamanım kısıtlı. Vakti olanlar St.Jacop
Kilisesi’ni, Gemaldegalerie’yı ve Bezirksmuseum’u gezebilirler.
Trenden indikten sonra 726 numaralı
otobüse bindim, kamp beş dakikalık mesafede. Giriş ücretsiz.
Dachau Kampı Nazi Almanyası’nda
açılan ilk toplama kampı özelliğini taşıyor. Diğer kamplar kurulurken örnek
alınmış. Burası önceden barut ve mühimmat fabrikası arazisiymiş. Ana giriş
kapısında “Arbeit Mach Frei!”yazısı çıkıyor karşıma. Nazi’nin canavarca hislerini
tarif ediyor. “Özgürlük için çalış!” diyerek alay ediyorlar. Kampın dış
görünümü bile tüyler ürpertici. Daha önce Krakow’daki kampı görmüştüm. Dehşet
saçıyordu. Burası da ne yazık ki öyle.
Esirler kampa vagonlarla
getiriliyormuş. Başlangıçta komünistler, liberaller, muhafazakâr parti üyeleri
gibi siyasiler bulunuyormuş. Daha sonra Yahudiler, eşcinseller, engelliler getirilmiş.
Mahkûmlar arasında sanatçılar, entelektüeller de varmış. İnsanların ne düşündüklerine
değil Hitler’in düşüncesinde olup olmadıklarına bakılıyormuş.
Hitler, kampı “Yeni Almanya” için
uygun olmadığını düşündüğü insanları yok etmek amaçlı kurmuş. İlk Nazi toplama
kampı olan Dachau’nun etrafı 600 voltluk elektrikli tellerle çevrili. Her taraf
gözetleme kuleleri ile dolu. Buradan kaçmak mümkün değil.
Her şey orjinal haliyle muhafaza
edilmiş. Mahkûmların kaldığı yerleri camın arkasından görebiliyorsunuz.
Kapıları kapalı. Kullandıkları özel eşyalar, işkence yapılırken kullanılan
aletler, yatakhaneler… duvarlarda esirlerin kazıdıkları isimleri… baktığınız
her yer ve her şey tarifsiz acının izlerini taşıyor.
Gerek fotoğraflar gerekse çekilen videolar
gösteriyor ki kamptaki günler, yapılan eziyet ve işkenceler kan dondurucu nitelikte.
Esirler canavarca
hislere mahkûm edilmiş. İnsanları duş alma bahanesiyle toplu halde duşlara
sokup gazla boğuyor sonra da yakıyorlarmış. Bedenlerinde acımasızca tıbbi
deneyler uygulanıyormuş. 7-8 kişi bir yatakta yatmak zorunda bırakılıyormuş. Zavallılar,
en ilkel şartlarda yaşamış, her tür insanlık dışı muameleye maruz kalmış. Binlerce
esirin hastalık, yetersiz beslenme ve aşırı çalışma nedeniyle öldüğü ya da
öldürüldüğü biliniyor. Vikipedi’deki bilgilere göre 23’ü Türk vatandaşı olmak
üzere 45.000 kişiye mezar olmuş bu topraklar.
1945’in ilkbaharında Nazi Almanyası’nın
çöküşüyle sonuçlanan II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Amerika Birleşik
Devletleri tarafından sağ kalan esirler serbest bırakılmış. Daha sonra yapılan
duruşmalarda, verilen ifadelerde toplama kampında yapılan işkenceler ve
insanlık dışı kıyım gözler önüne serilmiş. Kamp alanı da 1965’te müzeye
dönüştürülerek ziyaretçilere açılmış.
Günümüzde her yıl binlerce insan bir zamanlar
neler yaşandığına, haksız yere onca eziyete, işkenceye maruz kalan, ölen
insanların yaşadıklarına tanık olmak için Dachau’yu ziyaret ediyor.
Yazı Ve Fotoğraf
BENİAN ÇULHAOĞLU