
“Dünyanın hiç bir ordusunda, yüreği seninkinden daha temiz,
daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir.”
Mustafa Kemal Atatürk
1889 yılında, eylül ayında Eybek Dağı (Kaz Dağları başlangıcı)
eteklerinde Balıkesir ilçesi Havran-Manastır Köyü’nde(Çamlık-Koca Seyit)
dünyaya geldi. Mavi gözlü, ufak tefek, yörük çocuğu, Edremit’te keçi güder, düğünlerde
pehlivanlık yapar, kaçak odun keserek sattığı yıllar… 1909 yılında 20 yaşında
askere alındı. 1912 yılında Balkan Savaşları’na katıldı. Osmanlı’nın mağlubiyetiyle
biten savaştan terhis olmadan Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla (1914 Harbi
Umumi) Çanakkale’de Mecidiye Tabyasında topçu eri olarak göreve başladı. Kritik
bir tepedeki tabyanın görevi, boğazdan geçmeye yeltenecek İtilaf Devletleri (İngiltere,
Fransa, İtalya, Yunanistan) gemilerini vurmaktı. Modern gemilerden oluşan İtilaf
Devletlerinin niyeti ise güçlü bir bombardıman saldırısıyla, Çanakkale Boğazı’nı
aşmak Marmara’ya ulaşarak İstanbul’u işgal etmekti. Boğazlara sahip olmak İstanbul’un
anahtarına sahip olmak demekti. Modern donanma uzun menzilli toplarıyla, tabyaların
top mermi atış menzilleri dışında hareket ederek devamlı ateşleriyle cehennemî
bir bombardıman başlatmış yer, gök birbirine barut kokuları ve ateş çemberiyle karışmış,
göz gözü görmemektedir. En çok Seyit’in bataryası ateş altında kalmış toz
topraktan göz gözü görmez olmuş arkadaşları şehit olmuş, geriye 3 top
bataryasından sadece biri kullanılır halde kalmış fakat mermiyi kaldıran vinci de
kırılmıştır. Toprak yığınlarının altından Niğdeli Ali’nin çabasıyla kurtarılan
Koca Seyit’in tabyasında sadece 2 kişi kalmıştır. (Bazı araştırmalarda Tabya
komutanının da sağ çıktığı söylenir.)
SUNAY AKIN SOHBETİNDEN
Müttefik donanması tüm teknolojik üstünlüğünü kullanarak,
boğazları temizlemiş. Boğaz günlerce kontrol altında tutulup mayınlı bölgeler temizlenerek,
menzillerin incelenip güvenli bir harekat planı yapılırken 1.Fırka forsu (Queen
Elizabeth, Agememnon, İnflexible, Lord Nelson gibi o devrin deniz devleri
yanında muhripler ve torpil avcıları seyir halindeyken, 2.Fırkanın başında
Fransız Guichen, İrresistible, Albion, ve 3.Fırka Sufren, Bouvet, Gaulois, Charlemagne
liderliğinde Bozcaada açıklarına kadar muhripler ve diğer gemiler harekete
hazırdı ve o sabah, deniz üzerindeki sis nedeniyle 11.15’te Triump zırhlısı ateş
kasırgasına büyük bir gürültü ile başlamıştı. Rumeli Mecidiyesi, Anadolu
Hamidiyesi, Çimenlik tabyaları susmuş ve yüzlerce insanımız şahadet şerbetini
içmişlerdi. Koca Seyit, toprak altından henüz çıkartılmış olmasına rağmen “ya Bismillah”
deyip 276 kg mermiyi sırtlayarak vinci bozuk olduğundan küçük merdivenlerden
çıkarak mermiyi namluya yerleştirir. Niğdeli Ali mesafe talimatları vererek boşa
giden bir ve ikinci mermiden sonra, 3. atışı ile Ocean’ın dümen tertibatı
vurulmuş, sürüklenirken mayınlara çarparak deniz dibine yavaş yavaş batmıştı. Bouvet
zırhlısı, İnflexible, Suffren Agememnon, Gaulois vurulup infilak ederken denizin
üstü yangın yerine dönmüş, sıkıntılı, sıcak bir hava akımı deniz üzerini
kaplarken İngiliz ve Fransız donanmaları yenilgiyi kabul ederek Bozcaada
açıklarına doğru geri çekilmeye başlamışlardı.
Gökyüzünü siyah dumanların kapladığı esnada Edremit uçağının
Kaz dağlarında tamiratı bitmiş ve alacakaranlıkta Çanakkale Boğazı’na keşif uçuşuna
çıkmıştır bile… Mayınsız deniz ve hareket halindeki müttefik yüzen kaleleri inceleniyor,
Çanakkale mevki Komutanı Miralay Cevdet Bey’e rapor veriliyordu. Nusret mayın
gemisi ve Mayın Kumandanı Binbaşı Hafız Nazmi Akpınar, geminin süvarisi
Tophaneli Yüzbaşı Hakkı kaptan ve ölüme hazır seçilmiş mürettebat ile sabahın
erken saatlerinde Kepez ve Karanlık Liman arasına eldeki mevcut son 22 mayın
zikzaklı bir şekilde denize bırakılıyor. (Geminin bacasından mümkün mertebe az
duman ve hiç kıvılcım çıkmaması için en usta ocakçı başı erler seçilmişti.).Bu
işlemler yapılırken Müttefik gemilerinden karakol devriyesinden kuvvetli projektörler
denizi taramakta fakat bizim bataryalardan da karşıt projektör savaşı
başlatılmış ve müttefikler göz kamaştırıcı ışıklardan kurtulmaya çalışırken, deniz
yüzeyi gözükmez olmuştu. Nusret gemisi bacasından tek bir kıvılcım, istim
çıkartmadan bu görevi başarmıştı. Stresli dakikalarda Nusret mayın gemisinin
Tophaneli yiğit süvarisi Yüzbaşı Hakkı yüksek heyecan fırtınası içinde başarıya
ulaştıkları anda kalbinin durmasıyla şahadet mertebesine erişmiş ve akabinde gemi
kıyıya yanaşmıştı. (Hafız Nazmi Kaptan binbaşı rütbesiyle emekli olduktan sonra
65 yaşında İstanbul’da vefat ederken, İngiliz W. Churchill hatıralarında bu
olayı ve efsanevi kahramanları övgüyle yazmıştır.)
Koca Seyit’e bu başarısından dolayı Onbaşılık rütbesi verilir.
Anı fotoğrafı için aynı özellikte mermiyi bir daha kaldırması istenir ancak
yapamaz. Tahta bir mermi ile poz verir. Başarısından dolayı verilen her türlü
maddi mükâfatı ret eder.
3 Yıl devam eden Deniz ve Kara Savaşı, 1918 yılında Osmanlı
Devletinin her cephede savaşı kazanmasına rağmen İttifak Devletlerinin mağlubiyeti
ile savaş sona erer. Terhis edilen Seyit, Çanakkale’den Havran’a 13 günde
yürüyerek gelir. 9 yıl sonra ayrıldığı köyde herkes onu öldü diye bilmektedir.
Bu arada eşi evlenmiş olabilir düşüncesiyle geceyi ağaç altında geçirir. Sabah ışığınca
karşılaştığı çobana “benim hanım evli mi?” diye sorar. Hayır, cevabı alınca
evine gider. Askerken doğan kızı ile ilk kez bir araya gelip ailece hasret
giderir. (Kızı uzun müddet Seyit’e alışamaz hatta kızı Ayşe baba diyemez. Kucağına
oturup yanağını okşayamaz.) Bu mutlu tablo günleri kısa sürer. Şimdilerde vatan
adım adım, parsel parsel işgal edilmektedir. Tekrar cepheye koşar, Kurtuluş
Savaşı’ndaki vatani görevine başlar. Cepheden cepheye koşar, yaralanır. Büyük Taarruzu
ve zaferi tedavi gördüğü hastanede öğrenir.
Koca Seyit, savaştaki başarılarını hiç bir zaman anlatmamış
köyündeki sakin yaşamına devam etmiştir. Düğünlerde pehlivanlık yaparak, zeytin
hasat zamanları fabrikalarda 100 kg çuvalları taşıyarak veya ağaç ve kömür
karası yaşamıyla ekmek parasını kazandığı günlerden 1929 yılına kadar hiç kimse
bu kahramanı arayıp sormamıştır.
Atatürk Balıkesir’den sonra Havran’da Terzizade dostunu
ziyaretinde Havran Nahiye Müdürüne (Kaymakam) “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktır,
onu görmem lazım.” diyerek görüşme isteğinde bulunmuş. “Tabi buluruz paşam” diyerek
Edremit askerlik şubesinden köy adresi bulunur. Akşam ormandan perişan vaziyette
dönerken köyde kendisini bekleyen Jandarmaları görünce cezalandırılacağını sanır.
Ancak kendisine “Havran’da Mustafa Kemal Paşa seninle görüşmek istiyor.” denince
rahatlar. Yürüyerek gece yarısı Havran’a gelirler. Nahiye Müdürü tıraş olmasını,
banyo yapmasını temin ederek sabah hiç olmazsa bir ceket giydirerek üstünü
başını biraz olsun düzeltirler. Havran Terzi Zade Konağında Atatürk ile buluşur.
(Konağın restorasyonu bitti ziyarete açık.)
Konağın üst katında kahve içilerek sohbetler edilir. Atatürk’ün,
altın, öküz gibi hediyelerini, maaş bağlama önerilerini kesinlikle kabul etmez.
Memleketin yetim hakkı ve vatanın gelişme ihtiyaçlarını mazeret gösterdi. Cevaben
“Memleketimize kırk yılın başı bir iş hizmet yaptıysak bunun karşılığı ödül ve maaş
mı olurmuş. Allah’a hamdolsun ki kolum kuvvetim yerindedir, çalışır kazanırım.
Bu haldeyken bizim o maaşı almamız, tüyü bitmemiş yetim hakkı olarak helal
olmaz paşam.” demiştir. En büyük mükâfatı beni yanınıza çağırıp, bir fincan
kahve sunmanız, benim için en büyük mükâfattır komutanım diyerek geri çevirir. Atatürk
yine çok ısrarcı olunca “Ben vatanım için görevimi yaptım, ailemi
geçindirebilmek için baltamla odunculuk yaparım. Odun karasını ekmek parası
yaparken görevliler, beni suçlamasınlar, Jandarma baltamı almasın.” deyince, Atatürk,
doğa ve vatan sevgisi ile yoğrulmuş bu yiğide odun ve kömür yapımı için
dokunulmamasını emreder. Ne yazık ki 2 yıl sonra atanan yeni Nahiye Müdürü bu
emri uygulamaz ve Seyit’e pek rahat vermez.
Atatürk bir ara, “Seyit beni kaldırabilir misin?” sorusuna, “Paşam
seni yedi düvel kaldıramadı, ben nasıl kaldırabilirim.” diye çok zekice bir
cevap vermiş, aldığı en büyük armağanında Atatürk’ün kendisine ziyarete
gelişini ve onunla kahve içmesinin onurunu taşımak olduğunu söylemiştir.
Soyadı kanunu çıkınca “Çubuk” soyadını alan Koca Seyit Onbaşı,
yıllarca verilmek istenen ödülleri geri çevirip sade ancak zorlu bir yaşama
devam ederken zatürre hastalığına yakalandı. Tedavi edilmediğinden 1939 yılının
aralık ayında vefat eder. Geriye hiçbir servet bırakmadan, hatta Şeref Gazi
Madalyası bile almadan dilden dile dolaşan kahramanlık öykülerini ve anılarını
bırakan diğer kahramanlar gibi adını şanlı tarihimize yazdırdı.
2006 yılında Balıkesir Valiliği (Selahattin Hatipoğlu) Havran
Kaymakamlığı (Fatih Genel) işbirliği ve destekleriyle Seyit Onbaşının mezarına,
anıt, tören alanı ve müze yapılarak Çanakkale Törenleriyle aynı anda askeri erkân
ve halkın katılımıyla törenler düzenlenmeye başlamıştır.
Koca Seyit Anıtı’nı ziyaret edenler, Koca Seyit’in kızı Ayşe ninenin torunu Muhammet Yıkar tarafından
karşılanarak anıları tatlı bir dille anlatılır. Kendisi müze ve anıt çevresinin
bakımı ve koruma görevlisidir.
Yazı Ve Fotoğraf
Haşmet DEMİRBİL