Bir U-Boat Gezisi : Dalgaların Altındaki Tehdit

Henüz liseye gittiğim zamanlarda televizyonda izlediğim bir filmin benim hayatımdaki yeri çok büyüktür. Alman yazar Lothar-Günther Buchheim’ın 1973 tarihli aynı isimli romanından 1981 senesinde beyazperdeye uyarlanmış Das Boot (Denizaltı) isimli filminden bahsediyorum. Günümüzde dahi kendi kategorisinde çekilmiş en iyi filmlerden biri olarak kabul edilen bu sinema başyapıtında savaş esnasındaki insan psikolojisini ve mürettebatın ruh halini o kadar iyi aktarıyorlar ki filmin her anında savaş, politika ve insanlık kavramlarının sorgulandığı bir hayatta kalma mücadelesini izlerken buluyorsunuz kendinizi. 

Benim denizaltılara merakım bu sayede başladı. Gerçekleştirdiğimiz seyahatlerde muhakkak askeri müzelere gideriz kardeşimle beraber. Her iki dünya savaşı ile ilgili sergilenen pek çok orijinal şey gördük. Silahlardan kıyafetlere, kişisel eşyalardan tanklara kadar. Bu yazıyı kaleme almamın sebebi de defalarca izlediğim o filmdeki atmosferi fiziksel olarak da hissedebilme imkanına sahip olduğum, ikinci dünya savaşında aktif görev almış ve günümüzde hala ayakta duran birkaç denizaltıdan bir tanesine yaptığım bir gezidir.

Savaş döneminde Alman denizaltılarına U-Boat adı veriliyordu. Almancası “Unterseeboot” olarak anılıyor ve dilimizdeki Denizaltı kelimesine karşılık geliyor. Almanya’da denizaltıların tarihçesi 19.yüzyılın ortasına kadar uzanıyor. Wilhelm Bauer adlı bir asker “Brandtaucher” isimli bir denizaltı tasarlamış. Üç kişilik bir mürettebat tarafından idare edilen ve dilimizde karşılığı “Ateşli Dalgıç” olan bu denizaltı deneme dalışı esnasında Almanya’nın kuzeyinde bulunan ve birazdan yazımın devamında da bahsedeceğim Kiel şehrinin limanında batmış. Fakat mürettebatı kurtulmuş ve kazadan yaklaşık 20 sene sonra battığı yerden çıkartılmış. Bu prototip günümüzde Dresden şehrinde Askeri Tarih Müzesinde sergileniyor.

Siz değerli okuyucuları yazımda tarih dersi anlatır gibi denizaltı savaş tarihi bilgileri ile bunaltmak istemiyorum ama önemli olarak gördüğüm hususları da müsaadenizle paylaşmak istiyorum: Zira bu noktada amacım gerçekleştireceğiniz seyahatlerde savaşın gerçek tanığı olarak günümüze miras kalmış bir denizaltıyı planlı ya da denk gelmişken ziyaret ederek değişik bir tecrübe yaşamaya sizleri teşvik etmektir.

Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda U-Boat’ların düşmanda yarattığı psikolojik etki çok güçlüymüş. Bundan en çok etkilenen de İngilizler olmuş. Bir ada devleti olan İngiltere’nin can damarı olan ikmal yolları U-Boat’lar ile kesilmiş, su üzerindeki açık hedef olan müttefik konvoylara çok ağır kayıplar verdirilmiş. Donanma amirali Karl Dönitz’in “Wolfpack” adını verdiği “Kurt Kapanı” taktiği ile U-Boat’lar denizlerde adeta birer ölüm makinesi olarak tehdit saçmışlar. Bu taktiğe göre Alman U-Boat’ları küçük filolar halinde birbirlerine yakın mesafelerde devriye geziyormuş, eğer bu U-Boat’lardan bir tanesi düşmana ait bir konvoy ile karşılaşırsa diğer U-Boat’lara haber veriyormuş ve toplu halde saldırıyorlarmış. Böylece sadece hazırlıksız yakalamakla kalmıyorlarmış, aynı zamanda konvoylara eşlik eden destroyerler dahi etkisiz kalıyormuş.

Savaşın tam ortasında denizaltıların bu üstünlüğüne son veren iki önemli gelişme olmuş. Bir tanesi İngiliz keşif uçaklarındaki radar teknolojisinin daha da geliştirilerek, manevra kabiliyetleri hantal olan U-Boat’ların yerleri kolaylıkla tespit edilip destroyerlere bildirilebilmiş ve denizaltılar avcıyken av durumuna düşürülmüş. Diğeri de Enigma cihazının ele geçirilerek şifreli mesajların çözülebilmesi ve devriye görevlerinin önceden öğrenilebilmesi şeklinde gerçekleşmiş.

Enigma cihazı Alman mühendis Arthur Scherbius tarafından yirminci yüzyılın başlarında tasarlanmış. Dilimizdeki karşılığı “bilmece”. İcat edildiği dönemlerde ticari gizliliğin sağlanması amaçlanmış. Bu cihaz yaklaşık 10 kilogram ağırlığında, daktiloyu andıran, rotorlu, elektromekanik bir şifreleme cihazıdır. Öğrenildiği zaman kullanımı son derece pratik olan bu kripto cihazı gün geliyor savaşlarda şifreli olarak iletişimi sağlayacak stratejik bir öneme kavuşuyor ve savaşın seyrine yön veriyor. Savaş sonunda çıkarılan envanterlere göre yaklaşık yüz bin Enigma cihazından söz ediliyor. Enigmaların müttefiklerin eline geçmesi ise U-Boat 110’un ele geçirilmesi sayesinde oluyor. 1941 yılının Mayıs ayında İzlanda ve Grönland arasında açık sularda İngiliz destroyerleri tarafından kıstırılan ve teslim olmaya zorlanan U-110 mürettebatı, nasıl olsa su almakta olduğu için batacağı düşüncesiyle denizaltıdaki Enigma cihazını ve önemli evrakları imha etmeyi düşünmüyorlar. Fakat her nasılsa denizaltı bir çırpıda batmıyor ve İngilizler her tür riski alarak denizaltıya girip Enigma cihazını çıkartıyorlar ve cihazın daha iyi tanınarak şifreleme tekniğinin çözülebilmesi için İngiltere’ye gönderiyorlar. Tamamlayıcı bilgi olması açısından bu şifrelerin İngiltere’de nasıl ve hangi zorluklarla çözüldüğü konusunda çok iyi bir filmi de tavsiye etmek isterim sizlere. Başrolünde Benedict Cumberbatch’in oynadığı “The Imitation Game” adlı film ünlü İngiliz matematikçi Alan Turing’in hayatını konu alıyor. Turing, Enigma’yı hızlı kırmaya yardımcı olacak ve korumalı mesaj trafiğine müdahale etmekte en önemli kod kırma makinası olan Bombe Enigma’yı geliştirmiştir. Gelelim gerçek bir Enigma makinesini nerede görebileceğinize. Ben Almanya’da Berlin ve Bonn şehirlerinde orijinal birer tane gördüm. Her iki şehirde de sergilendikleri yer “Deutches Museum”.  Elbette ki bu müzelerde bir Enigma cihazından çok daha fazlası var. En az yarım gününüzü alıyor tamamını gezmek. 

Bu yazıma konu olan U-Boat’u ise Almanya’nın kuzeyinde bulunan Kiel şehrinde gezdim. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kiel büyük deniz üslerine sahipmiş ve aynı zamanda tersaneler bulunmaktaymış. Dolayısıyla U-Boat’lar için de önemli bir inşa ve barınma merkeziymiş. Bu stratejik öneminden dolayı da müttefikler tarafından yoğun şekilde hava bombardımanına maruz kalmış. Endüstriyel alanların neredeyse yüzde yetmişinden fazlası yok edilmiş. Kiel bugün, tıpkı ağır şekilde bombalanan diğer şehirler gibi yeniden inşa edilmiş.  Ben bu şehre olan seyahatimi Hamburg üzerinden gerçekleştirdim. Alman demiryolları (DB) ile 1 saat 10 dakika süren bir yolculuğun ardından Kiel’e ulaşmak mümkün. Kiel deyip de geçmeyin, kuzeyde yalnız gibi dursa da gerçekten çok büyük bir liman şehri. Merkez tren garının hemen önünden hareket eden 100 numaralı otobüs hattına binecek olursanız 47 dakikalık bir yolculuğun ardından yaklaşık beş bin kişinin yaşadığı Laboe kasabasına ulaşıyorsunuz. İşte burası denizaltının ziyaretçilerini karşıladığı yerdir.

Kardeşimle beraber otobüsten inip 15 dakikalık bir yürüyüşün ardından bir müze olarak hizmet veren denizaltıya (U-995) ve deniz savaşlarında ölenlerin hatırasına dikilmiş olan anıt kuleye ulaştık. O kadar rüzgarlıydı ki yan yana yürümekte olduğumuz halde birbirimizin kulağına eğilip bağırarak konuşmak zorunda kaldığımızı hatırlıyorum. İkinci Dünya Savaşı boyunca yedi yüz ellinin üzerinde denizaltı batırılmış ve yaklaşık otuz bin denizci ya ölmüş ya da kaybolmuş. Laboe’ de bulunan Deniz Anıtı, her iki Dünya Savaşı’nda ölen ya da kaybolan denizciler anısına ülke ayrımı gözetmeksizin dikilmiş. Bu anıtın içerisinde gemi maketlerinin ve ölen denizcilerin hatıralarına atfen yazıların yer aldığı küçük bir müze mevcut. 

Bu yazıyı hazırlarken güncel bilet fiyatlarını kontrol ettim. U-995 için tek bilet için 4.5 Avro, eğer anıtı gezmek de dahil kombine bilet alırsanız 9.5 Avro ödemeniz gerekiyor. U-995, VII-C sınıfı bir U-Boat ve 1943 yılında Hamburg’da inşa edilip denize indirilmiş. 1945 Mayıs’ında Norveç Trondheim’da mürettebatı teslim olana kadar toplam altı gemi batırmış. 1952’den 1965’e kadar Kaura adıyla Norveç Kraliyet Donanmasına hizmet etmiş. 1971’de Almanya’ya iade edilmiş ve o seneden beri de bir zamanların bu dev ölüm makinesi müze olarak hizmet veriyor. 

Nihayet haftalarca karaya ayak basmadan bu denizaltının içinde geçen hayatı doğal ortamında hissetmeye çalışma fırsatı olmuştu. Dizel motorların olduğu bölümden mutfağa ve tuvalete, yatakhaneden torpido odasına kadar U-995’i boydan boya gezerken Das Boot filmi tekrar tekrar gözümün önünde canlanmıştı. U-Boat’lar genellikle dizel motorlarını deniz yüzeyinde kullanmayı tercih ediyorlarmış. Sadece saldırıya uğradıkları ya da gündüz gözüyle torpido saldırısı yapma şansı yakaladıklarında su altına dalıyorlarmış. Bu VII-C sınıfı denizaltılarda en fazla 44 personel bulunurmuş. Bunlar kısıtlı yaşam alanında çok sıkışık yaşamak zorunda kaldıkları gibi bir de taze yiyecekleri el altında muhafaza ederlermiş. Ancak bunların tamamı tüketildikten sonra aşçı konserve yiyecekleri açmaya başlarmış. Mürettebatın hareket imkanlarının da ne kadar kısıtlı olduğunu anlamak mümkün oluyor içerideyken. Sınırlı bir hacimde basit beden egzersizleri için bile hareket alanı yaratmak bir dertmiş. Devriye sırasında nöbet dışı personelin temiz hava almak için güverteye çıkması dahi bir sıraya tabiymiş. Tabi ani dalış yapma ihtimali her an söz konusu olduğundan çok az sayıda personelin güvertede bulunmasına izin verilirmiş ve güverteye çıkan tünelde de birikme olmasına kesinlikle müsaade edilmezmiş. Ancak, biz gezerken bu tünel ziyaretçilerin erişimine kapatılmıştı. Sanırım Almanların kendilerine has güvenlik tedbirlerinden (!) biri olsa gerek. Dolayısıyla güverteye ve makineli tüfeğin konuşlandırıldığı platforma çıkamadık. Dürüst olmak gerekirse orada da olabilmeyi ve dürbünle denize bakabilmeyi o kadar isterdim ki. 

Bugün dünyada gezilebilir durumda, müzeye çevrilmiş başka U-Boat’lar da var. Bunların başlıcaları Münih’te U-1 (Deutsches Museum), Bremerhaven’da U-2540 (Deutsches Schiffahrtsmuseum), Chicago’da U-505 (Museum of Science and Technology). Ayrıca bu U-Boat’lar haricinde İstanbul’da Rahmi Koç Müzesi’nde de İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir denizaltıyı gezebileceğinizi bu satırlar aracılığıyla belirtmek isterim. 1944 yılında inşa edilmiş ve savaşta USS Thornback adıyla Amerikan donanmasının bir parçası olarak Japonya’ya karşı görev almış, 1971 yılında Uluç Ali Reis adıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın envanterine katılmış olan Tench sınıfı bir denizaltı, rehber eşliğinde müze ziyaretçilerine gezdiriliyor.

Son olarak belirtmek isterim ki ben sadece bir konuya olan özel merakımı bir gezginin gözüyle harmanlayıp bu satırları kaleme alıyorum. Tarihçi ve araştırmacılara saygım sonsuz. Onların kıymetli çalışmaları sayesinde bilgi dağarcığımız genişliyor. Bir başka yazıda görüşmek üzere, 

Yazı Ve Fotoğraf
Ahmet Saral