
Zaman, suyun içinde kalan sabun misali hızla eriyor. Daha
çok değil, dediğimiz vakit bile bir bakıyoruz ömür kadar olmuş, diyoruz. Zamana
yetişemediğimiz bu yüzdende sürekli koşuşturduğumuz günlerde yolun kenarında
bakırları kalaylayan Necip Usta ile karşılaşınca zamanın, hızla akıp gittiğini
gider kende pek çok değerin yanında zanaatları da götürdüğünü hatırlattı bize.
Şimdikiler bilmez ama önceden annelerimiz ninelerimiz
mutfaklarında bakır tencere veya kap kaşık kullanırlardı. Hatta rahmetli
ninemin bakır tencereleri vardı ve bakırı çok severdi. Onda pişen yemeğin
lezzetinden ve sağlığından bahsederdi. “Bakır tencerede pişen aş ağır pişer ve
lezzetli olur.” derdi.
Gündelik yaşamda bakır her zaman hayatımızın içindeydi.
Bakır ve kalay ayrılmaz ikiliydiler, ta ki plastik çelik ve teflon hayatımıza
girene kadar.
Kültürümüzün bir parçası olan kalaycılık da kaybolmaya yüz
tutmuş sanatlarımızdan biri maalesef. Her şehirde kalaycılar sokağı bulunurken
şimdi bir iki tane kalaycı dükkânı görünce seviniyorum.
Kalay, sürekli kullanım ve ısıtma nedeniyle ortaya çıkan
bakır korozyonu ya da bakırın saklanan yiyeceklerle etkileşime geçmesi
sonucunda meydana gelebilecek zehirlenmelere karşı, açığa çıkacak bakır oksiti
ve bakır sülfatı gibi bakır tuzlarını bloke ederek korunma sağlayan maden. Bu
nedenle de bakır araç ve gereçlerin korunması için, onların belirli aralıklarla
kalaylanması gerekiyor. Bu yüzden nerede
bakırcılık gelişmişse, aynı zamanda orada kalaycılık da gelişiyor.
Bakır araç ve gereçlerin korunması için, onların belirli
aralıklarla kalaylanması gerekir. O nedenle kalay işi, bakırdan yapılmış bir
gerecin yüzeyine, “ak kurşun” olarak adlandırılan, parlak kül rengindeki gümüşe
benzeyen bir maden olan kalayın eritilerek dökülmesi biçiminde uygulanan bir
tür kaplamacılık. Kalaycı ustaları, kalaylayacakları kabı kalaycı dükkânının
bir köşesinde yer alan ocaktaki ateşin üstüne bir maşayla tutarak ısıtırlar.
Sonra usta bir başka kapta hazır tutulan kalay tozu ısıtılan kabın içine serper
ve elindeki bir bezle kabın çeperine sıvarlar.
1950’lere, hatta 1960’lara kadar her kent ve kasabanın hemen
hemen her semtinde, pazar yerlerine yakın sokaklarda bir kalaycı dükkânı
bulunuyordu. Kalaycı dükkânları genellikle bakırcıların yanı başında ya da
bakırcı dükkânının içinde ayrı bir bölümde yer alırdı 1950’li yıllarda ve
1960’ların başında bu dükkânların çoğu kapandı. Bunun yerine gezici kalaycılar
bu mesleği sürdürdüler. Kalay ustası Necip Ergun da gezici kalaycıların son
temsilcilerinden.
Necip Usta 56 yaşında; dededen babaya, babadan oğula
kalaycı. Çocukluğunda çırak olarak babasının yanında başlamış. Son yirmi yıldır
işler giderek azalınca "İş bize gelmiyorsa biz işe gideriz." diyerek
dükkânının dışında şehirlerde iş aramaya başlamış.
Konya’ya gelmesine ise Yakup Günter sebep olmuş. Lokanta
işletmecisi Yakup Bey, Necip Usta’nın işlerini görmüş beğenmiş. “Konya’ya gel,
benim lokantamın işlerini yap, ayrıca sana diğer lokantalardan da iş
ayarlarım.” diyerek yolu açıyor. Öyle de olmuş.
Konya’ya gelen Necip Usta’nın işini Konya’nın önde gelen
bütün lokantaları beğeniyor. Ogün bugündür tam 18 yıldır Konya’ya geliyor, hem
daimi müşterilerinin hem de restoranların işini yapıyor. Üstelik mahalle
mahalle dolaşıp, evlerde kalaylanacak kap kacakları kalaylıyor. Konya’ya her
gelişinde geçici bir ev tutuyor üç ay kalıyor. Gittiği mahalleye ulaşınca kızı
evleri dolaşıyor oğulları da restoranları. Onların ki tam bir aile işi. Zaten
bu şekilde çalışmazlarsa meslekleri tamamen kaybolacak.
İşini çok severek yapıyor Necip Usta. Dile kolay, bir ömür
kalaycılık yapmış. “Hey gidi eski günler!..” diyor ama yine umutla “Bin
şükür...”diyor, “...ekmeğimi yine kalaycılıktan çıkarıyorum.” Onun bu çalışkan
ve mesleğine tutkun hâli beni de gelecek için umutlandırmıyor değil. Ama eminim
bakır yine hayatımıza girecek. Organik yaşam tarzı sayesinde.
Evlerinizde atadan yadigâr bakır kaplarınız varsa lütfen
atmayın veya satmayın; kalaylatın, kullanın. En azından geçmişe hürmetimiz
devam eder.
Yazı Ve Fotoğraf
Hatice Tepe - levent Ak