
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...A.Arif
Ankara Üniversitesinin düzenlediği bir müzecilik
konferansına katılmak üzere bulunduğum
ve sonra İstanbula iş vesilesiyle dönemediğim Ankara’da uzun zamandır
merak ettiğim müzelerden biri olan “Ulucanlar Cezaevi Müzesi”ni gezme fırsatı
buldum.Son yıllarda yerel yönetimler müzecilik konusunda ciddi yatırımlar
gerçekleştirdiler bu bağlamda Altındağ Belediyesinin müzelerinden biri olan bu
müzeyi teması bakımından görmeyi çok istedim…
81 Yıllık Acı !
İlk
olarak Cebeci Umumi Hapishanesi,Ankara
Hapishanesi, Ankara Cebeci Sivil Cezaevi, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi
isimlerini aldıktan sonra en sonunda Ulucanlar Cezaevi olduTürkiyenin
siyasal ve sosyal geçmişinde çok önemli bir hafıza mekanı olan “Ulucanlar
Cezaevi “1925 yılında kurulmuş ,2006 yılına kadar varlığını sürdürmüş olan
cezaevi mahkumları sincan’a
nakledildikten sonra Altındağ Belediyesi tarafından 2011 yılında yapılan bakım
onarımla Türkiye Cumhuriyeti tarihinin acı hikayelerle dolu bu mekanı müze
olarak açıldı
Güzel güneşli bir Ankara ,günlerden
cumartesi yeni kurumum Ptt misafirhanesinden yavaş adımlarla hamamönüne
doğru yürürken bir yandan da şehrin
tarihi yapılarını yeni restore edilmiş konakları sağlı sollu kültürel dokunun sembollerini
keşfederek Türkiyenin ilk hapishanesi
tarihi Ulucanlar Cezaevi müzesine ulaşıyorum..Ülkenin 81 Yıllık tarihi
dönemine damgasını vuran bu hafıza mekan ; düşünceleri yüzünden mahkum edilmiş
birçok siyasetçi,aydın, gazeteci, yazar ve şair’i ağırlamıştır.Askeri Darbe
dönemlerinn adeta insanları öğüten bir mengenesi gibi çalışan bu mekan
1925-1983 yılları arasında İskilipli
Atıf Hocadan tutunda genç yaşta idam edilen Erdal Erene’e kadar bilinen onlarca
idama sahne olmuş binlerce acı hikaye koğuş duvarlarına dar karanlık
koridorlarına sinmiştir..
Gişede kuyruk olması heyecanımı daha bir
artırıyor çünkü sonuçta burası toplumsal belleğimizin demokrasi yolculuğumuzun
kesintiye uğratıldığı bir dönemi sembolize ediyor..demir kilitli ağır bir kapının
ardından başlayoruz yürümeye biraz basık uzunca dar bir koridordan
yürüyerek uzunca üstü açık bir başka
koridora çıkıyoruz ..an be an acılar
müzesi keşfi başlıyor..
Hilton (9-10 Koğuş)
Özelliği diğer büyük tabut şeklindeki
koğuşlardan farklı olması iki çift ranzadan olşan ayrıcalıklı diye tabir edilen
koğuşlar..üst kat penceresinden kısmen ankara manzarası uzaktan da olsa
görülebilen ünlü kişilerin kaldığı bölüm ..üst katta Türk siyaset tarihinin
öemli kararkterlerinden biri olan Osman Bölükbaşı,
Bülent Ecevit, , , Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet Ran, Osman Yüksel
Serdengeçti, Hasan Hüseyin Korkmazgil , Halikarnas Balıkçısı(Cevat Şakir
Kabağaçlı), Fakir Baykurt, Hüseyin Cahit Yalçın, Fethi Giray,Tarık Halulu,
İbrahim Cüceloğlu, Yusuf Ziya Ademhan, Nahit Duru, Cemal Sağlam ,Zekeriya
Sertel, Şinasi Nihat Berker, Ratip Tahir Burak, Ahmet Emin Yalman, Mümtaz Faik
Fenik, Ülkü Arman, Kurtul Altuğ, Beyhan Cenkçi, Muzaffer İlhan Erdost ,Adnan
Cemgil, Metin Toker ,Nihat Subaşı, Cüneyt Arcayürek, Turhan Dilligil, Fahri
Erdinç,Cevat Rıfat Atilhan, Süleyman Ege, Mustafa Bağışlayıcı, Halim Büyükbulut, Faruk
Taşkıran, gibi
isimlerin kalmış.olduğu tesbit edilmiş. Merhum
Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit 12 Eylül askeri darbesinden sonra 4 ay kadar
bu koğuşta tutulmuş ranzaların yan taraflarına ayaklı bilgi panoları
yerleştirilmiş kalan kişiler hakkında ne sebeple burada tutulduklarına dair
bilgileri okuyabiliyorsunuz ..Koğuş öyle ki adına Hilton denmesine rağmen Allah
kimseyi Hiltona bile düşürmesin dedirten bir yer...
Tecritler (müşahade )odalarına geçiyoruz
eğilerek zeminden bir basamak aşağıya inerek koğuş koridoruna giriyorum hemen
giriş solda bir manken canlandırması yapılmış elinde copu ile gülen bir
işkenceci gardiyan görüyoruz..içeri giren azılı suçluların atıldığı yahut
içeride cezaevi kurallarına aykırı davranışta bulunanların belirli sürelerle
tutulduğu zaman zaman işkenceye tabi tutuldukları bölmeler…Tecritin dar
koridorunda yürüken içerideki işkence sesleri,bağrışmalar ,insanların acı
çığlıkları ses efetleri ile gerçeklik duygusu artırılmış hücrelerde heykellerle
canlandırma yapılmış sizi gerçekten o insanlık dışı uygulamalar dönemine
götürüyor o atmosferi yaşıyorsunuz
,lakin daha çok şey yapılabilir hücrelerde canlı drama teknikleri veya dijital simülasyonlarla ,VR uygulamaları
ile anlatıldığında insanın tüylerini
diken diken eden işkence senaryoları ve
tecrit şartları canlandırılabilir.
Havalandırma kısımına geçiyoruz,burası
belirli zamanlarda hücre cezasında olan makumların hava almalarını sağlayan
biraz daha geniş lakin uzun bir koridor voltaların atıldığı omuzların atıldığı
teşbih tanelerinin hızla bir biriyle ya sabır yarışı işte bu havalandırmada
gerçekleşiyormuş..Duvarda film şeridi şeklinde panolar yapılmış içinde Yılmaz
Güney,Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının mahkeme salonunda savunma anından bir
fotoğraf ve 9 koğuş siyasi mahkumlarına ait toplu bir fotoğrafı sergileniyor..Bir diğer film
şeridi panoda Ulucanlar cezaevi önünde
İstiklal Mahkemeleri idamının gerçekleştiği an ve cezaevinin eski
fotofraflarını görebilirsiniz..
Saat beş dedi mi,
bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et. N.F.Kısakürek
Koridorun sonundan 4.Koğuşun havalandırmasına çıkıyoruz avlu dört köşe ..geçmek bilmeyen zamanın hızlı voltalarla adımlandığı avludayız. Sanki ayak seslerini duyuyoruz bir ileri bir geri hücrede siyatik romatizma mafsallar çürümeye yüz tutmuş ,eklemler kireçlenmiş,yürüdükçe açılacak gökyüzüne baktıkça iyileşecek umuduyla…Volta üstüne volta avluda ..sonra tekrar rutubetli koşuşlar ..paslı ranzalar..pörsümüş yataklar.. yüzlerce acının hikayesi sinmiş duvarlarına bu müzenin..
Taş taşı ama laf taşıma !
4.Koğuş ; uzun tabutluk tenilen
koğuşlardan birisi karşılıklı sıralı çift ranzalardan oluşan uzunca bir
dikdörtgen koğuş tipi ortada bir eski soba ranzalar üzerinde manken heykel
mahkum canlandırmaları köşelere yapılmış resimler,paslı ranzalara asılmış
secdeden yıpranmış seccadeler ilk gözüme takılan .. kasvetli rutubetli bir
koğuş girişte solda mahkum dolapları ,görüş gününde giyilecek elbise yatak
altında ütülenip asılmış ,alt ranzada yıpranmış eller ve ayaklarıyla çayını
yudumlayan bir mahkum heykel canlandırması ,gayet başarılı silikon heykeller
mahkumun tüm detayları cezaevi şartlarının üzerinde bıraktığı izler çok güzel
işlenmiş…duvara yaslanmış bir çift ağır işkenceden sakat kalmış bir mahkumun
koltuk değnekleri…uzak ortada sergen rafları ,ahşap bir masa etrafında
oluşturulmuş bir canlandırma var ; bağlamasıyla belki de Neşet Ertaş’ın mahpusanelere güneş doğmuyor…türküsünü çalıp
söylüyor.. üst ranzalarda yine kendilerine has oturuşlarıyla manken mahkum
canlandırmaları sizi oradaki yaşanmışlıkların içersine çekiyor…ara bölmede
yemek yiyen mahkum canlandırmaları ve solda koğuşun mutfak kısmı tabak çanak
tencere tava ve lavabo kısmı plastik
ibriklerle o dönemin şartlarını sembolize etmiş..
Özgürlüğünü
Kaybettin Onurunu Kaybetme !
5.Koğuş
;Bütün koğuş girişlerinde olduğu gibi duvar
pano sergilemelerinde dönemin gazetelerin ilk sayfa haberleri Deniz
Gezmiş ve arkadaşlarının idamından bahsediyor .Yine tavan kısmı tabut kapağı
şeklinde yapılmış koğuşun sonundaki duvara çizilmiş Türk Bayrağı üzerine “Özgürlüğünü Kaybettin
,Onurnu Kaybetme”imza Yılmaz..yazılmış Bu koğuşta ilk idam kararı 1902 de
verilen ve burada 1926 da infazı gerçekleştirilen Dr.Nazım Bey bu koğuşta
yatıyormuş sonrasında Nazım Hikmet ,Cevat Şakir,Muharrem Şemsek,Ramiz
Ongun,İbrahim Doğan,Ahmet Say,Sabahat Sertel,Taner Akçam,Metin Toker, Mahmut
Esat Güven,Esat Bütün ve Behice Boran ,Selçuk Özdağ,Şair Ever Gökçe,Oral
&İpek Çalışlar çifti,Ahmet Tevfik Ozan ,Hilmi Bey,Turan Güven ,12 Eylül
1980 Askeri darbesinde ilk idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu( 7 Ekim 1980) ,
kendisi için şafak türküsünün yazıldığı 8 Ekim 1980 de idam edilen Necdet
Adalının ve 17 sinde çocuk yaşta idam edilen Erdal Eren’in ranzalarındaki bu
bilgileri size aktardıktan sonra biraz ileride Hilmi Bey,Hüsnü Aktaş,Mustafa
İslamoğlu,İstiklal mahkemelerince mahkum edilen İskilipli Atıf Hoca ile
birlikte idam edilen Babaeski Müftüsü Ali rıza efendinin ranzasını görüyoruz..
Uçurtmayı
Vurmasınlar !
7.Koğuş
Film-Belgesel İzleme Salonu:Mahkumların zaman zaman zoraki eğitime tabi tutulduğu zaman zamanda film ve
belgesellerin izletildiği bir salon ahşap sandalyeleri tavanları taşradaki eski
sinemaları hatırlatan bu koğuş’da
Ulucanlar cezaevinde çekimleri yapılmış
1989 yapımı yönetmenliğini Tunç Başaran'ın
yaptığı annesi siyasi bir mahkum olan çocuğun hikayesi olan uzun metrajlı Türk
filminınde gösterimi yapılmakta ziyaretçiler oturup filmi
izleyebiliyorlar .Yer yer sıvası dökülmüş duvarlarda dönemin yabanci
filmlerinden afişler mevcut özellikle Belmondo
,Tom Selleck,Bruce Lee Filmleri afişleri insanı zamanın epeyce gerisine
götürüyor..
Avlu
duvar panolarının birinde Başbakan Bülent Ecevit’in 1981yılına ait duruşma salonundan bir
görüntüsü ile Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in 1967 yılına ait duruşma
fotoğrafı mevcut…Bir diğer panoda Şair Necip Fazıl Kısaküreğin 8 Mart 1953
yılına dair cezaevine girerken,Şair Nazım Hikmet’in 20 Mart 1938 yılına ait
cezaevindeki bir fotoğrafı ziyaretçilerin yoğunlukla ilgilendikleri panolar..
6.Koğuş
;Koğuşun sol tarafında yine ranzaların
üzerinde yatan mahkumların bilgi panoları
ve sağ tarafta burada yatan mahkumların burada kullandıkları yada ailelerinden alınmış özel eşyaları sergilenmektedir. İtalyan Fedi
Marka 35mm’lik 1935 yılında milano’da üretilmiş uzun yıllar cezaevinde
kullanılmış bir film makinası,F.Elçke markalı piyano 1870-1900 yılları arasında
Paris’te imal edilmiş ,Başbakan Bülent Ecevitin cezaevinde giydiği kasketi ve
kravatı,bazı fotoğraflar,Cevat Şakirin kendisine ait el yapımı bir büst,kkızına
yazdığı mektup ve fotoğraflar,Necip Fazıl Kısaküreğe ait mektuplar,cinnet müstatili kitabının ilk
baskısı,ideolocya örgüsü notları ,Osman Yüksel Serden geçtinin Nufus
Cüzdanı,şiir defteri,tabağı .Deniz Gezmişin hırkası,Yusuf Aslan Hüseyin İnan’ın
gerekçeli idam hükmü belgeleri ve infaz hükmü belgesi,özel eşyaları,Osman Bölük
Başına ait saat okuma gözlüğü tarak ve milletvekili kimlik kartı,Yılmaz
Odabaşının teşbih ve kalemi,Yılmaz Güneyin cezaevinde kullandığı kravatı ve
mendili,Nazım Hikmetin dikiş kutusu ve el yazısı ile Davet adlı şiirinin ilk üç
beyiti ..Behice Borana ait bir vekillik dönemine dair bir teklif ve Ara Gülerin
çektiği bir fotoğraf..İskilipli Atıf Hocanın idamından önce okuduğu Kuranı
Kerimi,teşbihleri,bir fotoğrafı ,çatalı, kaşığı ve kahve değirmeni
,mendilleri.Yazar Fakir Baykurt’un bağlaması ,gömleği,daktilosu,gözlüğü,teşbihi.,
İdam edilen Albay Talat Aydemir’e ait saat,traş makinası,gözlük ve kahve
fincanı ve tabağı..Suvari Fethi Gürcan’a ait şapkası çantası süvari postalları..Fikret
arıkanın idamdan önce giydiği elbisesi ve ayakkabıları ,Mustafa
Pehlivanoğlu’nun mektupları, idam günü
giydiği takım elbise ve ayakkabıları ,Sait Özdemirin suç aletleri diye
tutuklanmasına gerekçe gösterilen hırkası,seccadesi ,teşbih,takke,mesh ve
Risale Nur nushaları..çizmesi ..Hüseyin
Cahit’in Osmanlı dönemi nüfus cüzdanı ..Mustafa Kemal Pilavoğlu ,.Beyhan
Cenkçi, ve Metin Toker’e ait özel eşyaların sergilendiği bu kısım
ziyaretçilerin objelerle kurduğu duygusal iletişim bakımından çok önemli..
Babacığım seni çok özledim !
Sergilenen mektuplar arasında bir çok acı
demetlenmiş lakin bir çocuğun babasına yazdığı mektup ,her bir kelimesi insanın
adeta boğazını düğümlüyor,yüreğini burkuyor“Babacığım seni çok özledim. Sen
buraya ne zaman geleceksin. Burada yağmurlar yağıyor. Benim öğretmenim ne
yazarsam aferin diyor.” Küçücük okumayı yazmayı yeni öğrenmiş bir çocuğumuzun minik parmaklarından
süzülmüş bütün ziyaretçileri hüzne boğup
gözlerini dolduruyor…bir bu çocuğun acısını bir de babasının çektiği acıları
düşünün ! hepsi “Görülmüştür”!
İnsanın boynunda adeta bir iple gezdiği bu mekanda yürek burkan bir
diğer mektup “Sinancığım,Bu sabah pencereden
bakınca ne göreyim? Her taraf bembeyaz değil mi? Demek ki gece kar yağmış.
Yozgat’ta da yağmıştır herhalde. Şimdi siz sobayı fayrap edip keyif
çatıyorsunuzdur. Bana karlı bir masal yazıp gönder. Bundan önce sorduğun
soruların cevaplarını arkaya yazıyorum. Gözlerinden öperim sevgili oğlum.
Baban...”
O karanlık ve kasvetli günlere
dair Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi;
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk üşüyorum
Düşünüyorum, düşünüyorum
Sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi
Sana ulaşmak istiyorum”
Ulucanlar Cezaevi Müzesi Türkiye için önemli hafıza mekan . Farklı görüşlerden
birçok tanınmış ismi soğuk demir parmaklıkları arkasında ağırlamış, bilinen 18
idam infazına tanıklık etmiş ,kör duvarlarında,koridorlarında, koğuşlarında, avlularında,hücrelerinde
acının ve utancın bibir çeşidinin birktiği önemli bir müzedir.Türk siyasi
hayatında önemli bir yere sahip Ulucanlar Cezaevi, 1925’te yapıldığı zamanki
haline sadık kalınarak restore edilmiş lakin keşke orijinal haliyle muhafaza
edilseydi bir belgeselde görmüştüm duvardaki yazılar resimler sloganlar
…çıkıştaki “ darağacı “1926-1980 arası onlarca idamda kullanılmış..
Hapishanenin avlularında dolaşırken
duvara asılmış panolarda buradaki akıp gitmeyen hayat bir film şeridi içersinde
fotoğraflarla gösterilmiş ,çerçevelere kimler sığdırılmamış ki
siyasetçiler,sanatçılar,gazeteciler ,şairler fikir adamları…İskilipli
Atıf Hocadan ,Osman Bölükbaşı’na,Kasım Gülek’ten,Ahmet Arif’e, Hasan
Hüseyin Korkmazgil,Yılmaz Odabaşı,Behice Boran ..kimler kimler Bülent Ecevit’den , Muhsin Yazıcıoğluna ,Serdengeçti,Deniz Gezmiş
ve arkadaşları,Talat Aydemir, Cevat Şakir Kabaağaçlı’dan, Necip Fazıl
Kısakürek’e; Nazım Hikmet’ten, Yılmaz Güney’e varıncaya
kadar onlarca bilinen kişilik ... bir
kısmı geçmek bilmeyen yılları tüketmiş ,bir kısmının hikayesi darağacında son bulmuş..
Yakın
tarihimizin aynalarından biri olan bu bellek mekan Ankara Ulucanlar cezaevi
birikmiş acılar müzesi ,Ankaraya gelen herkes ideolojik ayrım yapmadan objektif bir gözle bu
müzeyi gezmeli .Altındağ Belediyesine özellikle Veysel Tiryaki beye bize bu
acılar müzesini armağan ettiği için teşekkür ediyoruz. Umuyoruz bir daha böyle karanlık dönemler yaşanmaz
,toplumsal muhasebe ve muhakeme ile
vicdanları yoklamak için bu müzeyi mutlaka görmek gerekir..
Akşam erken iner
mahpushaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe...
Müze gayet ferah otopark
sorunu yok giriş ücretleri çok düşük pazartesi hariç hergün 10-17 ziyarete açık..
Yazı Ve Fotoğraf
Salih Doğan