
Beyaz altın, kutsal madde, amoleh… binlerce yıldır insanoğlunun ona verdiği isimlerden birkaçı. Uğruna çıkan isyanlar ve onun için yapılan yollar. NaCl yani tuz. Vücudumuzun bir bölümünü kapsayan kristal parçacıkları. Günümüzde en tehlikeli üç beyazdan biri olarak görülse de tuzsuz bir hayatı düşüne biliyor musunuz? İnsanların beslenme amacıyla düzenli olarak tükettiği tek maden dolayısıyla da insanlık tarihinin gidişatını etkileyen, uygarlığı şekillendiren maddelerden de biri.
Gündelik hayatımızın bir parçası kısacası hayatımızın tadı. “Tadı nasıl? diye sorduğumuzda ilk vereceğimiz cevap ya “Tuzsuz.” ya da “Tuzlu.”. Azı karar, çoğu zarar; tabirinin tam karşılığı. Sevginin gücünü göstermek için kullandığımız “Tuz kadar seviyorum.” sözünün mihenk taşı. Hayatımızın bir nevi anlamı olan tuz, tarih boyunca verimliliğin sembolü, aynı zamanda verilen sözün tutulma ifadesi. Belki de bu yüzden Homeros tuza “kutsal bir madde” diyordu. Tarihin çeşitli dönemlerinde tuza sahip olanlar en büyük zenginliğe de sahip olmuş sayılıyorlardı. Bu sebepledir ki tuzun bir diğer adı da “beyaz altın” olarak geçiyor.
İlkçağda tuz, sıcak bölgelerde tuzla havuzlarından elde ediliyordu. Eski Mısır’ın Nil Deltası’nda, Filistin’de Lut Gölü’nde tuzla havuzları vardı. Kuveyt yakınlarındaki Gerha’da ise evler bile kaya tuzu kalıplarından yapılıyordu. Polonya’ da Wielickza 1044’ten beri tuz çıkarılan ünlü bir maden. Çinliler intihar etmek için 2 kilo tuz yerlerdi. Eski dönemlerde tuzun elde edilmesi çok zordu bu yüzden bazı halklar tarafından tuz para birimi olarak kabul edilir bir değerdeydi. Etiyopya’da 20. yüzyıla kadar temel para birimi “amoleh” adı verilen yaklaşık yarım kilo ağırlığındaki tuz çubuklarıydı. 1450’de Mali’de tuz, aynı ağırlıktaki altınla eşdeğerdi. Günümüzde tuz hâlâ Sudan bölgesi ve güneydeki ormanlarda yaşayan yerliler tarafından para yerine kullanılıyor. MÖ 250’de Çin’de dünyanın ilk tuzlasını kuran Libing’den, Fransız devriminin sebeplerinden biri olan halkın yüksek tuz vergisine isyan etmesinden, 1930’da Hindistan’daki İngiliz yönetimine karşı bağımsızlık için “Tuz İsyanı”nı bir avuç tuzu alıp havaya kaldırmasıyla başlatan Gandhi’ye kadar savaşları, isyanları başlatan madde. Kültürleri, siyasi iktidarları, dinleri, ekonomileri etkisi altına alan; tuzun gıdaları uzun süre sakladığının keşfiyle uzak mesafelere gıda taşınabilmesinin önünü açarak medeniyetlerin oluşmasını başlatan yine tuz.
Tuz, tarihin her safhasında hayatımızı etkilerken Türkiye’nin üçüncü büyük gölü olan tuz Gölü’de bizleri etkisi altına alıyor. İç Anadolu Bölgesi’nde Ankara, Konya ve Aksaray illerinin sınırının kesiştiği yerde bulunan ve Türkiye’nin tuz ihtiyacının %60’ından fazlasını karşılayan Tuz Gölü aynı zamanda Türkiye’nin en sığ gölü. Lut Gölü’nden sonra %32,9’luk tuz oranıyla dünyanın en tuzlu ikinci gölü olma özelliğine de sahip olması şaşırtıcı bir gerçek. Deniz seviyesinden 905 metre yüksekte ve maksimum ölçüleri kuzeyden güneye 80, doğudan batıya ise 50 kilometre olan tuz gölü çevresinde 3,000,000’a yakın nüfus gücünü de tutuyor.
Dışarıya akıntısı olmayan kapalı bir havza gölü olan Tuz Gölü’nün ortalama su seviyesi 40 cm. civarında. Yağış alanının genişliğine rağmen beslenme kaynaklarının zayıflığı ve tuz oranının fazla oluşuyla buharlaşma sonucunda önemli oranda tuz tortulaşması gerçekleşiyor. Yaz sonlarına doğru göl sahasının büyük bir kısmı kalınlığı birkaç cm ile 30 cm arasında değişen tuz tabakası ile örtülü kalıyor ve karşınıza bembeyaz bir vaha çıkıyor. Çıplak ayakla yürüdüğünüzde ayaklarınızın altı tatlı tatlı gıdıklansa da o beyazlıkta sonsuzluğa yürüyor hissini yaşıyorsunuz. Bu mevsimde Kaldırım Tuzlası ile karşı kıyı arasında yürüyebilirsiniz. Dünyanın çok tuzlu göllerinin başında gelen Tuz Gölü’ndeki tuzluluk oranı yaz esnasında daha fazla. Gölün tuzluluğu binde 329 gibi dikkat çekici bir orana erişiyor. Kimyasal bileşim itibariyle burada mutfak tuzu (sodyum klorür) karakterinde bir tuzluluk hâkim.
Yazın buharlaşma sonucu tortulanan tuz tabakası makinelerle kazılıp tuzlalarda toplanıyor. Kaldırım, Kayacık ve Yavşan tuzlaları önceleri Tekel tarafından işletilirken 2005 yılında özelleştirilmiş. Tuz Gölü’nden elde edilen tuzu yıkayıp öğüten tuz fabrikaları Şereflikoçhisar ekonomisinin belkemiğini oluşturuyor. Tuz Gölü ve çevresi 2001 yılında özel koruma alanı ilân edilmiş. Aynı zamanda Tuz Gölü ve çevresi Phoenicopterus rubber olarak adlandırılan flâmingo kolonilerinin ana üreme bölgeleri. Sürü halinde onları uçarken izlemeniz mümkün.
2011 yılından beri yapılan bir proje tuz gölünü yakından ilgilendiriyor. Doğalgaz akışında yaşanacak olası kesintilerde darboğaza düşmemek ve uluslararası anlaşmalarla alındığı için kullanılmadığı halde ödenen doğalgaz paralarının önüne geçmek için Tuz Gölü Yeraltı Doğalgaz Depolama Projesi yapılıyor. Basında her ne kadar tuz gölü gaz gölüne dönüşüyor şeklinde haberler çıksa da, adı Tuz Gölü Depolama Alanı olsa da proje Tuz Gölü’ne yaklaşık 40 kilometre uzaklıktaki alanda gerçekleştiriliyor. 2019 yılında bitecek olan proje 10 yıl kullanılacak.
Her açıdan doğal bir zenginlik olan bu muhteşem göl 1915 yılından beri %85 oranında küçülmüş. Tuz gölü yağışların yetersizliği ve gölü besleyen nehirlerin giderek azalması, kaçak kuyuların çoğalması ve tuz işletmelerinin çoğalması gibi sebeplerle maalesef elimizde gün geçtikçe eriyor eriyor eriyor…
Yazı Ve Fotoğraf
Hilal SEYHAN - Taha PALAZ