Avrupa’nın Kudüs’ü Bosna Hersek

Haftalardır nereyi yazsam nasıl yazsam diye düşünüp saatlerce de nasıl başlasam diye çabalarken bir anda karar verdim. Temmuz ayındayız ve Bosna katliamının 24. yıl dönümü. Çağdaş Avrupa’nın göbeğinde yapılan katliamın, dünyanın dilini yuttuğu, görmezden geldiği yıllarda ben henüz doğmamıştım ancak ailem Almanya’da yaşıyordu. Katliamdan 15 yıl sonra dönmüştük Türkiye’ye…

3 yıl önce ailemle birlikte Almanya Nürnberg de görev yapan abimi ziyaret ettikten sonra dönüş rotamızı Balkanlar’a çevirerek ilk durağımız Bosna’ya vardık. Bu aşamada Bosna’yı Avrupa’nın Kudüs’ü olarak anlatacağım. Neden diye sorarsanız: 24 yıl önce vuku bulan katliamlar milyonların gözünün önünde oldu ve kimse dur demedi. Her fırsatta insan haklarından bahseden sözde ‘Medeni Batı’ bu katliamları yapanlara sessiz kalıp kınamakla yetindi. Toplu mezarlarda kimlik tespit çalışmaları devam ediyor. Ancak bilinmeyen toplu mezarlar ve kimliği tespit edilemeyen Bosnalılar da var.

Bosna katliamına değinmek istedim çünkü gezdiğim, gördüğüm her yerde katliamın, savaşın izleri vardı. Bosna halkının bu katliamı unutması imkânsız. Biz de onların kardeşleriyiz ve kardeşleri olarak bu katliamları ve yaşanan dramları unutmamalıyız.

Saraybosna’ya ulaştığımızda sabah ezanı okunmamıştı. Bizde bir camiye girip bekleyelim diye düşünmüştük ancak camilerin hepsi kilitliydi. Camilerin gece kapalı olduğunu öğrenince şaşırdık. Allah’ın evinin kapalı olmaması gerekirdi. Bizde Ali Paşa Cami’nin avlusunda beklemeye başladık. Sabah namazımızı da orada eda ettikten sonra kahvaltımızı Boşnak Böreği ile yaptık. Bosna Hersek’e bir gün yolunuz düşerse Boşnak Böreği yemeden dönmeyin. Dönerseniz de ben Bosna’ya gittim demeyin. Şehrin ortasında Miljacka Nehri akıyor ve üstünde Osmanlı yadigârı Latin Köprüsü…

Osmanlı Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey Külliyesi geniş bir alana inşa edilmiş. Caminin dış duvarında iki musluklu bir çeşme yer alıyor, bu çeşmeden su içmenin bir manası var ama büyüsü bozulmasın. Biz çarşıda ilerlerken hiç yabancılık çekmedik. Konya’dan gönderilen tramvaylar her yerde bizi karşılıyordu. Bu tramvaylardan birine Pijacka Markale pazar yerinde denk geldik. Bu pazarın tarihteki yeri önemli nedeni ise o kanlı dönemde pazarın ortasına bir bomba düşüyor ve binlerce insan hayatını kaybediyor. Ölenlerin anısına cam duvara isimleri yazılıyor. Pazarın biraz ilerisinde ‘Sonsuz Ateş’ dedikleri bir anıt var. Bu ateş de 1993’den beri yanıyormuş ve eğer sönerse Bosna da ki doğal gazın bittiğinin habercisiymiş.

Sonraki durağımız ise Saraybosna’nın kalbi Başçarşı. Başçarşı’nın ortasında da Osmanlı eseri olan Su Sebili. Benzeri Konya Kültür Park’ta da var, Konya ve Saraybosna’nın kardeş şehir olması hasebiyle. Bosna’nın kahvesi de çok meşhur. Kahve molası için durağınız kesinlikle Morıca Han olmalı. Hem kahvenizi yudumlayabilir hem de hediyelik eşya bakabilirsiniz. Tabii Bosna’ya kadar gelip Bilge Kral Alija İzzetbegoviç’in mezarını ziyaret etmeden gitmek büyük ayıp… Çok geniş bir alana yayılan bu mezarlığın en büyük ortak özelliği ölüm tarihlerinin 1992 ve 1993 yıllarına ait olması. Mezarlığı geçip daha yukarılara çıkarsanız Saraybosna manzarasıyla karşılaşıyorsunuz.

Öğle yemeğinde Bosna’nın meşhur köftelerinden yedik. Enerjimizi topladıktan sonra biletlerimizi alıp tramvay ile ‘Hayat Tüneli’ne doğru yola çıktık. Gezdiğim yerlerde illaki bir hatıra alırım ama asıl biriktirmeyi sevdiğim objeler biletler ve haritalar. Konuyu değiştirmeden devam ediyorum. Hayat Tüneli, katliam yılları esnasında Alija Izzetbegoviç önderliğinde inşa edilerek Bosnalıların hayati ihtiyaçları giderilmeye çalışılmış. Tünelin dışında mermi izlerini görmek mümkün. Günümüzde bu tünel müze olarak kullanılıyor. Tünelin bir kısmı açık ve duvarlarında o döneme ait fotoğraflar var. Mermiler, kazmalar, el arabaları…

Alija Izzetbegoviç’in giyindiği askeri kıyafetler ve sürgülü sandalyeyi bu müzede görebilirsiniz. Bahçe kısmına ise o dönemdeki evleri ve yedikleri yiyecekleri sergilemişler. Kısacası bu tünel sayesinde hayata tutunmuşlar. Tünelden ayrılırken iki Boşnak teyze Türk olduğumuzu öğrenince ellerimize yapıştı ve ısrarla evlerine davet ettiler. Ancak vaktimiz olmadığı için üzülerek bu daveti geri çevirmek zorunda kaldık. Bir günde Saraybosna’yı gezmek bizi bir hayli yormuştu, hüzünlendirmişti. Hal böyleyken de akşam yorgunluktan nasıl uyuduğumuzu bilemedik.

Ertesi gün Mostar’a doğru yola çıktık. Neretva Nehri’nin üstünde yer alan Osmanlı yadigârı, Mimar Sinan’ın eseri Mostar Köprüsü hem Boşnaklar hem de bizim için önemli bir sembol... Savaşta bombalanmış harap olmuş ancak devletimiz sayesinde eski görkemli günlerine kavuşmuş bir sembol köprü… Eskiden beri genç Boşnakların Mostar Köprüsünden soğuk suya atlamaları devam eden geleneklerinden. Eğer Mostar’ı uzaktan ve yüksekten izlemek istiyorsanız mutlaka Koski Mehmed Paşa Camisi’ni ziyaret edin ve minaresine çıkın. Minaresine çıkamazsanız da avlusunda bir çay bahçesi var. Hem çayınızı yudumlar hem Mostar’ı ve rengi ile insanı canlandıran Neretva Nehri’ni izlersiniz. Bosna Hersek gezimizin son durağı Blagaj Tekkesi oluyor. Bu tekke eşsiz görüntüsü ile Buna Nehri’nin hemen yanı başında yer almakta. Tekkenin pencereleri Buna Nehri’ne nazır manzarasıyla bir başka güzel. Bu nehre ayaklarımı değdirmeden edemiyorum.

Bosna Hersek gezimizden anlatacak çok şey var aslında...

Ancak anlatacaklarım şimdilik bu kadar… Yolculuğumuz devam ediyor ve hep devam etmesi dileği ile görüşmek üzere…

Yazı Ve Fotoğraf
Begüm Baykal - Abdullah Baykal