Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Müze binası Fatih Sultan Mehmet’in veziri Mahmut Paşa tarafından yapılan bir bedesten ve burada zamanında Ankara kumaşları satılırmış. Ortası kubbeli bir mekân ve etrafı dükkânlar olarak inşa edilmiş ama 1881’de yanmış.

Ankara’nın adının anchor yani çapadan geldiğini duymuşunuzdur. Paralı asker Galatlar, Pontus kralına karşı Mısır’a yardım etmek için gemilerle gelmişler. Çapanın birinin de altın olduğu rivayet edilir. Bir başka söylenceye göre anchor ‘büklüm’ demekmiş ve Ankara’nın büklüm büklüm giden derelerini anlatırmış. 

“Palaios” “eski”, “lithos” ise “taş” demekmiş. Paleolithik dönemde dünyanın %80’i buzlarla kaplıymış. İnsanlık tarihinin %99’u o devrede geçmiş. Biz şu anda sadece %1’ini yaşıyormuşuz. İnsanlar o dönemde taş aletler kullanmışlar. Bu aletler zamanla incelmiş ve işlevsel hâle gelmiş, ok ucu gibi. O zamanlar tek hayat kaynağı avmış. Her yer buzullarla kaplı olduğundan ot görmek bile hayalmiş. Genlerimiz etobur olduğundan bugün buğday intoleransı(sindirme güçlüğü)mız var diyenler bile var. Buzlar eriyip toprağı ve tarımı keşfettiklerinde tepeden girişli evlerde oturmaya başlamışlar. Neden mi tepeden girişli? Zira vahşi hayvanlardan korunmaya çalışmışlar. Müzede böyle bir ev betimlemesinde de görüldüğü üzere ölülerini evlerinin bir köşesine gömmüşler, duvarlarına resim çizerek sanat yapmışlar, buğdaylarını bir köşede öğütmüşler, yemeklerini diğer köşede pişirmişler. Boğayı kutsal olarak gördüklerinden duvar resimlerinde boğayı büyük kendilerini küçük çizmişler. Aynı zamanda boğadan korkup ölmesini istediklerinden bir yoruma göre boğayı ve ölen insanları kırmızı resmetmişler. Çatalhöyük’te boğa, erkeği temsil ederken, MÖ 5750 tarihli iki leopar arasında oturan pişmiş topraktan yapılan kadın heykeli doğurganlığı, ana tanrıçayı, hayatın sürekliliğini temsil etmiş. O dönemlerde hem kadın hem de erkek takı kullanırmış. Tarihteki ilk ayna obsidiyenden yapılmaymış ve Anadolu topraklarında bulunmuş.

Hacılar Höyüğü’nde kemikten yapılma, orak gibi tarım aletleri bulunmuş. Kültepe kazılarında bulunan MÖ 19-17 yüzyıllara ait olan büyük saksıya benzeyen objelerin ise küvet olduğu anlaşılmış zira içine oturmak için bir yer hazırlanmış.


Kalkolitik çağa gelinildiğinde yani bakır kullanılmaya başlanıldığında, bugün hâlâ kilim motiflerinde kullanılan, eli belinde gibi ana tanrıçayı sembolize eden motiflerle çanak çömlek yapmışlar. Kalko “bakır” anlamına geliyormuş.


Eski Tunç Devri’ndeki ana tanrıça idolleri kemana benzetilmiş. Asurlular bu dönemin sonunda ortaya çıkmış ve yazıyı Anadolu’ya getirmiş ama yazı halka inmemiş ve sarayla kısıtlı kalmış. Tüccar olan Asurlular, Anadolu’dan altın ve gümüş alırken, kalay ve yün satmış. 


Hititler 4000 sene sonra bile boğayı kutsal hayvan olarak kabul edip heykellerini yapmış. Hitit mektupları ve zarfları kilden yapılma ve silindir mühürlerle zarflar mühürlenmiş. MÖ 17. yüzyılda yapılmış İnandık Vazosu’nda ise Hititlerin düğün törenleri günlük yaşamları betimlenmiş. Bu vazodan ne tür müzik aleti çaldıklarını, ne tür kıyafetler giydiklerini öğrenebiliyoruz.


Urartular ise Hititlerle aynı dönemde yaşamış, benzer sanatlar yaratmış bir uygarlık. Metal işçiliğinde iyiler ve savaş aletleri, kemerler, kutsal mekân objeleri, adak parçaları yaratmışlar. Yaşadıkları Van bölgesi dağlık olduğundan iyi ata binerlermiş ve Asurlulara paralı askerlik yaparlarmış. 


Friglerin MÖ 9-6.yüzyıl arasında yaşadığı Afyon civarı ormanlarla kaplıymış ve ahşap işçiliğinde bayağı ilerilermiş. Ahşap bir sehpayı lego usulü yapmışlar ve hiç çivi kullanmamışlar. Amerikadan gelen bilimkadını müzedeki antik ahşap eserleri her sene temizleyip bakımını yapıyormuş. Fildişinden bir aslan yapmış Frigler. Fili nerden mi bulmuşlar? Bir zamanlar Anadolu’da fil, orangutan, zürafa yaşarmış da ordan!


O dönemden kalma termos ise şok edici. Lisanı henüz çözülemeyen Friglerin Orta Avrupa’dan gelmiş olabileceği, metal kap işçiliğini de oradan getirmiş olabileceğini söylüyor bilenler. 


Frigler çok tanrılı bir dine inanırlarmış ama yalnız anatanrıça Matar bir insan figüründeymiş. Matar, Frig lisanında “anne” demekmiş. Matar her zaman ayakta uzun bir elbise giymiş, ileriye bakan, baharın gelişine gülümseyen, olgun bir kadın olarak heykelleştirilmiş. Elinde kutsallığının göstergesi olarak avlanan kuşları, içki kaplarını ve yuvarlak bir objeyi tutarmış. Bilimadamları bu objenin bereket sembolü nar olduğunu düşünüyorlar ya da afyon. Kibele kelimesinin Frig lisanında dağ kelimesinden geldiğini söylüyorlar. 


MS 2-3. yüzyıla, Roma dönemine gelindiğinde adak stelleri ortaya çıkıyor Afyon ve Kütahya civarında. Nedir adak steli? Bir dileği olsun diye bazı kişiler yatırlara ağaçlara çaput bağlar ya, Romalılar da kolu hastaysa kolunun resmini taşa yontup getirmiş tapınağa, gözü ağrıyorsa gözünün resmini. Zeus sağlığın yanında bağların, koruluklarun, genç fidanların koruyucu tanrısı olduğundan ona sık sık adak stelleri getirmişler. Bazen bir tarım aleti resmetmişler, bazen sabana koşulmuş bir öküz, bazen de keçeden yapılmış kapüşonlu pelerini ile bir çobanı.


Roma kenti Juliapolis, 1950’lerde yapılan Sarıyar baraj gölünün altında kalmış. Ancak Ankara yakınlarındaki Juliapolis nekropol kazılarında bulunanlara göre sabunu keşfedemeyen halk vücuduna zeytinyağ sürer hamama girer terler, kirler vücuddan püskürüncede orağa benzer bir aletle derilerindeki kirleri kazırmış. Nekropolde kremasyona rastlanmış yani ölüleri yakarlarmış. Gömülen ölülerin ise, eski inanca göre, ağızlarına sikke konmuşki bu dünyayı öbür dünyaya bağlayan nehri geçerken kayıkçı Kharon’a versinler. Bulunan cam objeler arasındaki üç adet yaprak şeklindeki eserin eşi benzerine hiç rastlanmamış. Ne oldukları bilinmiyormuş. Nekropolde 16 hekim mezarında bulunan tıp aletleri ve sikkelerdeki tıp tanrılarının betimlemeleri de kentin tıp alanında tanınmış olduğunun göstergesiymiş.  Hephaistos demircilik ve metal üretimi ile geçinen halkların tapındığı bir tanrıymış. Sikkelerdeki Hephaistos resminden bu kentte demircilik işinin yaygın olduğunu ve bu tanrıya tapınıldığını anlıyorlar.

Malatya Aslantepe MÖ 3600’lerde dünyadaki ilk siyasi organizasyona ve bürokrasiye sahip resmî, dinî ve kültürel bir merkezmiş. O dönemde aristokrasi doğmuş. Adı bilinen ilk ulus Hattiler, ilk siyasi devlet ise Hititlermiş. Hitit ortostat’larına yani kabartmalı şehir duvarlarına bakarken dikkat edin ve Hititli kardeşin başındaki şapka ve ayağındaki ayakkabının ne kadar Karagöz’ünkine benzediğini kaçırmayın. 

Topraklarımızın her karışından medeniyet fışkırıyor. Okunacak çok kitap, görülecek çok müze var!



Yazı Ve Fotoğraf
Mehpare Sözener