AZİZ YAHYA BAZİLİKASI ÜZERİNDEN KÜÇÜK BİR MİMARİ İNCELEME

 

Hakkında hiçbir şey okumadan Mart soğuğunda Ayasuluk Tepesi’ne çıktığımız ve Murphy’nin “sıfır beklenti, yüzde iki yüz mutluluk garanti” kanununu doğruladığımız lokasyon. Hz. İsa çarmıha gerilmeden önce annesi Meryem’i en sevdiği havarisi Aziz Yuhanna’ya (St. Jean) emanet etmiş. Hz. İsa çarmıha gerildikten sonra Meryem’le birlikte Kudüs’ten kalkıp Efes’e gelen Yuhanna’nın anıt mezarı ise kendisinin vasiyeti gereği burada bulunmaktadır.

Şimdiki bazilikanın ilk halinin öncelikle basit ve gizli bir mezar anıtı şeklinde inşa edildiği düşünülmektedir. Ancak 5. Yüzyıla gelindiğinde bu anıt mezarın üzerine ahşap çatılı bir bazilika inşa edilmiş ve herkesin bildiği üzere ahşap dünya üzerindeki en dayanıklı malzeme olmadığı için 6. Yüzyıla gelindiğinde bu bazilika artık kullanılamayacak bir duruma gelmiş. İtalya’dan İstanbul’a, Ayasofya’da dahil olmak üzere, “imparatorluğun restorasyonu” takma adıyla bilinen İmparator Justinianus ve eşi Theodora buradaki anıt mezarı altı kubbeli ve haç planlı görkemli bir bazilikaya çevirmiştir.

Sanat tarihi perspektifinden mimari kurguyu inceleyecek olursak; yapının minyatürüne baktığımızda avlusuyla, narteksiyle (camilerimizin son cemaat yeri), kubbeleri, kubbelerin taşınması için gerekli desteği sağlayan payeler ile açılan pencereler ve kemerler Mimar Sinan’ın devasa kubbeleri taşımak için ortaya koyduğu çözümlerin adeta 6. Yüzyıl hali gibi. Görkemli bir yapının olmazsa olmaz ögesi gökyüzünü, dolayısıyla kutsallığı biz fanilere anımsatan kubbesidir. Ne kadar ekmek o kadar köfte hesabıyla, ne kadar büyük bir kubbe o kadar kutsala atıf denklemi ortaya konulur. Bu görkemli kubbeleri taşıyabilmek ise mimaride her zaman çok kolay olmamıştır. Kubbe ne kadar büyürse duvarların o kadar kalınlaşması gerekir ki, bu da masif ve kaba bir görüntü oluşturur. Ancak burada, bir kubbenin büyüklüğü yerine kubbe adedinin çoğaltılması yoluyla duvarlara binen yükün hafifletilerek, pencerelerin açılmasına olanak sağlaması daha hafif ve yüce bir görünüm kazandırmıştır mimariye.

Hacmi ve büyüklüğünden dolayı içinde yürürken pek fazla anlayamadığınız bazilikanın planı adeta “drone nedir, ne için gereklidir” sorularının cevabı niteliğinde. Bazilikanın kuşbakışı çekimlerinin internetten incelenmesi burada yazar tarafından önemli ölçüde tavsiye edilir. 1920’de gerçekleştirilen kazılar esnasında bir yeraltı şapeli ve şapelin tam ortasında içinde bedeni bulunmayan havarinin mezarı ortaya çıkarılmıştır.

Kendi özelimde, benim dikkatimi çeken asıl unsur ise bazilikanın avlusundaki sütunlarda, şimdiye kadar hiçbir yerde görmediğim oyma ve kabartmalardaki değişik geometrik bezemeler.

Belki de bu bazilikayı tanımlamak için bu kadar kelime, verdiği ve vereceği hissi anlamsızlaştırmıştır. Bunun yerine Marguerite Yourcenar, Hadrianus’un Anıları kitabında burayı bir paragrafta anlatacak şu cümleleri yazmış;

“Ona yeniden hayat vermeksizin ve yine ölümüne hiçbir şey eklemeksizin, bir zamanlar var olduğu gerçeğini değiştirmeksizin, zamanın karanlık rahminde henüz doğmamış yüzyılların binlercesi gelip geçecekti mezarının üstünden.”

 

Yazı Ve Fotoğraf
Doruk Conker ŞAHİN