
Afganistan deyince aklımıza maalesef iyi şeyler gelmiyor,
gelemiyor. Afganistan’ın iyi ve görkemli olduğu dönemler çok geçmişte kalmış.
Bugün bu topraklar, maddi manevi, kısacası her yönden sorunlar yumağı içerisinde
kıvranıyor. Ben istemez miyim, yazımda Afganistan’ı size bir Kanada, bir
İsviçre ya da bir Yeni Zelanda’yı anlatır gibi anlatmak ama olmuyor işte burası
öyle bir yer değil!
Fikir sahibi olmanız açısından Afganistan ile ilgili genel
bilgileri vereyim. Sonrasında yeri geldikçe, birçok konuya değinip sizlerle
paylaşacağım.
Afganistan, Afgan toprakları manasına geliyor. Resmi adıyla,
Afganistan İslam Cumhuriyeti, Orta Asya’da yer alan, denize sınırı olmayan bir
ülke. Doğu ve güneyde Pakistan, batıda İran, kuzeyde Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan, doğuda da ufak bir sınırla Çin ile çevrili. Başkenti Kâbil
olan ülkenin nüfusu yaklaşık 40 milyon. Nüfusu, Peştun, Tacik, Hazara, Aymak,
Beluci ve Afganlı Türkler denilen, Özbek Türkmen ve Kırgız gibi etnik gruplar
oluşturuyor. Yüz ölçümü 652 kilometre kare olan Afganistan’ın 34 vilayeti var.
1919’dan beri bağımsız olan ülke, gerçekten bağımsız mı diye sormaktan kendimi
alamıyorum.
KÂBİL
Afganistan’ın Başkent Kâbil, ülkenin doğusunda yer
alır. Ülkenin ticari ve kültürel merkezi olan kent Hindukuş Dağları içinde Kâbil Nehri boyunca
ilerleyen dar bir vadide, deniz seviyesinden 1800
metre yükseklikte kurulmuş Kâbil’in
nüfusu 4 milyon.
Kâbil, 3.500 yıllık tarihiyle, Güney ve Orta Asya
ticaret yolları üzerindeki stratejik konumu için pek çok devletin savaş alanı
olmuş ve sürekli el değiştiren gözde bir şehir olmuş. 1978 yılındaki Sovyet müdahalesi ve 2001 yılındaki ABD işgali ve günümüzde ki kargaşanın sebebi, Kâbil
şehrinin stratejik konumu… Gelelim benim Kâbil izlenimlerime. Bana göre Kâbil,
şehirden çok büyük bir köy. Güvenliğin olmadığı, yaşamın ve yaşamanın zor
olduğu bir köy…
MEZAR-I ŞERİF
Afganistan’ın 4. büyük şehri olan Mezar-ı Şerif aynı
zamanda Belh ilinin yönetim merkezi. Özbekistan sınırının 56 km güneyinde, deniz seviyesinden 380
m yüksekte yer alır. Adı, Hz. Ali'nin mezarının burada bulunduğu
inancından ötürü Mezar-ı Şerif olmuş. Nüfusu 300 bindir.
Mezar-ı Şerifi gezmeye şehre ismini veren Ravza’dan
başlıyoruz. Hz. Ali’nin mezarının
bulunduğu söylenen görkemli türbe her daim ziyaretçilerle dolup taşıyor.
Türbe geniş bir alana kurulmuş. Alanın bir köşesindeki beyaz
güvercinler dikkatimi çekiyor ve o tarafa yöneliyorum. İşte size güvercinlerin
ve mezarın ilginç hikâyesi.
Görülen bir rüya üzerine, çalınmasından endişe edilen Hz. Ali’nin
na’şı beyaz bir devenin sırtına konuyor ve deve salınıveriyor. Deve nerede
durursa kabir oraya yapılacaktır. Deve burada duruyor. Hz. Ali’nin na’şı
yaklaşık 4 bin km kadar taşınıp buraya defnediliyor. İkinci bir rivayete göre
de Hz. Ali’nin kabri Irak’ın Necef şehrindedir. Doğrusunu Allah (cc) bilir.
Güvercinlerin hikâyesi de ilginç. Türbeyi gezdiğimiz süre içinde
beyaz renkli güvercinlerden başka renkte güvercin görmedim. Hatta söylenene
göre başka renk güvercin buraya geldikten bir müddet sonra renk değiştirip
beyaz oluyormuş.
Hanımlar ve erkekler türbenin ayrı ayrı yerlerinde huşu
içerisinde dua ve ibadet ediyorlar. Türbenin diğer bir köşesinde hocalar
gelenleri okuyor. Görkemli kubbe altındaki kabir her daim ziyaretçiler ile
dolup taşıyor. Kimi kabrin duvarlarını öpüyor, kimi namaz kılıyor.
Bir köşede bulunan dev kazan, özellikle kadın ziyaretçiler
tarafından kuşatılmış. Duamızı edip, Türbeden ayrılıyoruz.
KISA KISA AFGANİSTAN
Afganistan’ı bir yazıda anlatmak imkânsız, ancak Afganistan
deyince değinmeden geçemeyeceğimiz bazı konular ve şehirler var. Mümkün
olanları yazıya dökeceğim.
Himalaya Sıra Dağları’nın uzantısı olan Pamir Dağları ve
Hindikuş Dağları bu topraklarda. Bu yüzden Afganistan’ın büyük bir kısmında
aşılması zor, zirvelerinde yaz kış karın olduğu dağlar var. Böyle olunca da bu
bölgelerdeki şehirlere ulaşım bir hayli zor.
Burada yaptığım yolculukta gözlemlediğim, yollar dev
çukurlarla dolu olsa da araçları dökülüyor olsa da, Afgan şoförler sanki bir
Avrupa ülkesinde otobanda lüks bir araç sürüyormuşçasına hız yapıyorlar. O
hızla ilerlerken aracın altına çarpan taşları, ayağımın altında
hissedebiliyorum. Çoğunluğu eski model Japon otomobilleri, kiminin direksiyonu
sağda kimininki de solda. Sık sık heyelan yaşanan yollar kapanıyor. Civar
köylüler hemen işe koyulup yolu açıp sürücülerden bahşiş bekliyorlar.
Yol kenarlarında Afgan-Sovyet savaşından kalma tank
enkazlarını görüyoruz. Binlercesi toplanıp hurdaya satılmış olsa da halen çok
fazla tank enkazı var etrafta. Tank enkazı kadar sık gördüğüm bir başka şey ise
uzun uzun demir veya değneklere asılmış renkli bezler. Bunlar savaşta şehit
olanların kabriymiş. Vefat ettikleri yere defnediliyor ve bu şekilde yerleri
belli ediliyormuş.
Son olarak burada şehir giriş ve çıkışlarında kontrol noktaları
var, güvenlik açısından hava kararmadan gideceğiniz yere ulaşmalısınız.
HAŞHAŞ
Afganistan uyuşturucunun
ana üreticisi durumunda. Bu konuyu uzun uzun anlatacak değilim ama şunu da
söylemeden geçemeyeceğim. Burada herkes yasal ya da değil uyuşturucunun bir
parçası. Kimisi üretiyor, kimisi satıyor, kimisi kullanıyor.
BURADA ÇOCUK ÇOK, ÇOCUKLUK HİÇ YOK
Aracımızla Akmescit
isimli Afgan Köyü’ne Horasan balçığından yapılmış ev duvarları ve çamurlu
yolları arasından giriyoruz. Bana ilk bakışta bilindik sıradan bir köymüş gibi
gelse de, öyle olmadığını biliyor ve görüyorum. Bu köyde yaşayanların neredeyse
hiç biri savaşsız hayat nedir bilmiyor. İhtiyaçları olan her şeyi çok zor
şartlar altında elde ediyorlar. Bizim ülkemizde köyde yaşayan birinin ihtiyaç
gördüğü bir şey buradakilerin ancak hayal edebildiği bir şey.
Köşe
başlarında öbek öbek çocuklar görüyorum. Acının çabucak büyüttüğü çocuklar.
Sekiz on yaşındaki çocukların sırtlarında, iki, üç yaşında çocuklar var.
Etraflarında diğer kardeşleri. Büyük olan şimdiden onlara annelik yapıyor.
Burada çocuk çok ama çocukluk hiç yok.
Etraflarında
keçiler, eşekler otlanıyor.
Size insanın
en saf halini göstereyim mi? İşte şu gelen eşeğin üstünde. Acının erken
büyüttüğü çocuklardan biri daha. Yaşı olsa olsa 8 kucağındaki çocuk kardeşi
olsa gerek belki üç yaşında. Fotoğrafını çekmek için davrandığımda ürken,
hıçkıran, donup kalan bir çocuk…
Duvara
yaslanmış meraklı gözlerle bizi izleyen çocukların önlerinden geçiyorum. Çoğu
sırtlarında, hayatın yükünün yanı sıra kardeşini de taşıyor. Her şeye rağmen
utangaç bir gülücük beliriyor yüzlerinde.
AFGANİSTAN’DA EĞİTİM
Uzun yıllar
süren savaşlar burada ne eğitim bırakmış, ne insanca bir yaşam. Zaten
Afganistan’ın başına ne geldiyse de eğitimsizlikten gelmiş. Yani kısır bir
döngü içinde Afganistan. Eğitim olmadığı için, iç savaştan, kargaşadan
kurtulamıyor, savaş var, eğitim yok.
Bir köy
okuluna giriyorum, gözlerime inanamıyorum. Ne duvar var ne çatı. Dağ yamacında
düzeltilmiş alana kurulmuş sınıflar, civar köylerden saatlerce yürüyerek gelmiş
çocuklar ve devletin atadığı öğretmenler. Sıcak, yağmur, kar demeden burada
eğitim görüyorlar.
Başta da belirttiğim
gibi, Afganistan öyle kolayca yazılıp anlatılacak bir yer değil. Yıllardır
süren savaş ortamı tüm hayatı derinden etkiliyor. Ekonomi, eğitim bu nedenle
hep geri kalmış. Hatta kişisel olarak bile kimin ne zaman doğduğu belli değil,
doğum belgesi, daha doğrusu nüfus cüzdanı bile yok. Her yerde olduğu gibi
burada da en büyük zorluğu çocuklar çekiyor.
Çok sayıda
yetim çocuk var ki bunların durumu daha da zor. Burada RİDA Derneği yetimlere
sahip çıkmış ve onlar için daimi faaliyet içerisinde. Bu konuda kendilerine
teşekkür ediyor ve desteklemenizi öneriyorum.
Afganistan’ın
içinde bulunduğu bu durumdan kısa sürede kurtulması, zor görülüyor. Savaş bugün
bitse bile yaraların sarılması uzun sürer. Ancak biz gene de Afganistan’ın en
kısa zamanda huzura kavuşması için dua edelim.
Yazı Ve Fotoğraf
Ali Sami Palaz